• Sonuç bulunamadı

Görev: Medenî yargı koluna giren bir uyuşmazlığın (davanın), bu yargı kolunda kurulmuş bulunan ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından görüleceğini ifade eder. Diğer bir ifadeyle, özel hukuktan kaynaklanan bir davanın belli bir yerdeki genel mahkemeler (sulh veya asliye hukuk) önünde mi yoksa orada kurulmuş olan özel mahkemelerden birisi tarafından mı görüleceği hususu, “görev” terimiyle karşılanır.

Yetki: Medenî usûl hukukunda, medenî yargıya dâhil bir uyuşmazlığın neredeki (hangi yargı çevresindeki) ilk derece mahkemesinde çözümleneceğini belirtmek üzere kullanılan bir terimdir.

dairesi niteliğindedirler (5235 s.lı K. m. 5, V). Bu sebeple, davanın (numara belirt-meksizin) ilgili mahkemeye hitaben açılması gerekir. Birden fazla daire arasındaki iş dağılımı tevzi bürosu tarafından (yahut nöbetçi mahkemece) yapılacaktır.

Tarafların adı, soyadı ve adreslerinin de dava dilekçesinde bulunması şarttır.

Zira, ancak bu sayede, usûlî ilişkinin davacı ve davalı tarafında yer alan süjeleri belirlenmiş olur. Adresler özellikle taraflara yapılacak olan tebligatlar için önem-lidir. Davanın taraflarda birden fazla kişi (dava arkadaşı) bulunmaktaysa, onların her birinin ayrı ayrı adı, soyadı ve adreslerinin yer alması gerekir. Taraflarda bu sıfatla yer alacak olanların hukukî anlamda (gerçek veya tüzel) kişi olmaları, diğer bir ifadeyle taraf ehliyetine sahip bulunmaları şarttır. Davacının Türk vatanda-şı (ve gerçek kişi) olması halinde, onun Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını yazması da aranmıştır. Bu numara, özellikle aynı adı ve soyadı taşıyan birden fazla kişi bulunması ihtimalinde önem kazanır. Davalının kimlik numarasının davacı tarafından bilinmesi çoğunlukla mümkün olamayacağından, davacıya bunun da bulunması ve dilekçeye yazılması külfeti yüklenmemiştir.

Taraflardan birisinin veya her ikisinin dava ehliyeti bulunmadığı için davanın onlar adına kanuni temsilcileri tarafından açılması ve yürütülmesi gerekiyorsa, bu kişilerin de adının, soyadının ve adreslerinin dava dilekçesinde belirtilmesi önemlidir. Zira, bu takdirde usûl işlemleri kanunî temsilciler tarafından ve onlara karşı yapılacak, tebligatlar kanunî temsilcilere muhatap olarak çıkarılacaktır (Teb-ligat Kanunu m. 11, II). Keza, davacı davayı bir iradi temsilci (avukat) aracılığıyla açmaktaysa, onun da adının, soyadının ve adresinin dava dilekçesinde bulunması önemlidir. Çünkü, mahkemece davalı tarafa çıkarılacak tebligat ve davetiyelerin avukata muhatap çıkarılması esastır (Tebligat Kanunu m. 11, I). Buna karşılık, davalı tarafın bir iradî temsilcisinin (avukatının) bulunduğu kesin olarak bilinse dahi, dava dilekçesinde ona yer verilmesi söz konusu değildir. Çünkü, o avukata davalı tarafça verilmiş ve halen geçerli bir vekâletname bulunsa dahi, onun bu davada yer alması ancak davalı tarafın buna yönelik talebine ve avukatın da bu ta-lebi kabul etmesine bağlıdır. Oysa, henüz davanın açıldığı aşamada, davalı olarak gösterilmekte olan tarafın bu işlemleri yapması ve davacı tarafın bundan haberdar olması mümkün değildir.

Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda dava konusunun değerinin dava dilekçesinde belirtilmesi, özellikle görevli ve yetkili mahkeme-nin doğru tespit edilmiş olup olmadığının ilk bakışta değerlendirilmesi; ayrıca, davanın harca tâbi olup olmadığının, harcın türünün ve miktarının belirlenmesi bakımından önem taşır. Her ne kadar bu hususların talep sonucuna bakılarak an-laşılabilmesi mümkün ise de, ayrıca ve açıkça gösterilmiş olması kolaylık sağlar.

Öte yandan, Harçlar Kanununun 16. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, değer tâyini mümkün olan hallerde dava dilekçesinde değer gösterilmesi mecburidir.

Gösterilmemişse davacıya tespit ettirilir. Tespitten kaçınma halinde dava dilekçesi işleme konmaz.

Davacının dava dilekçesinde, davasının (iddiasının) dayanağını teşkil eden bütün vakıaları (maddî ve hukukî olguları) sıra numarası altında ve açık özet şek-linde belirtmelidir. Bu vakıalardan kasıt, talep sonucunun dayanağı olan ve talep sonucunu haklı gösteren vakıalardır. Bunlar dava sebebi olarak da adlandırılır. Ta-lebin dayanağı olan vakıaların davacı tarafça dava dilekçesinde tam ve doğru ola-rak gösterilmesi çok önemlidir. Çünkü, mahkeme, kural olaola-rak, davacının dava (ve cevaba cevap) dilekçesinde göstermediği vakıaları kendiliğinden araştıramaz ve dikkate alamaz (HMK m. 25, I). Talep sonucunun mahkemece haklı görülüp

İş dağılımı: İş yoğunluğunun gerekli kıldığı yerlerde, aynı ilk derece mahkemesinin birden fazla dairesi kurulabilir.

Numaralandırılan bu daireler arasındaki iş yükünün dengeli olarak dağıtılması, iş dağılımı kavramıyla ifade edilir.

Tarafların veya mahkemenin iş dağılımına itiraz etme imkanı yoktur.

Dava ehliyeti: Medenî hukuktaki fiil ehliyetinin medenî usûl hukukunda büründüğü şekil olan dava ehliyeti, kişinin kendisinin veya yetkili kılacağı bir (iradi) temsilci (vekil) aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip edebilme ve usûl işlemlerini yapabilme yetisini ifade etmektedir.

Dava sebebi: Davacının iddialarının ve talep sonucunun dayanağı olan ve talep sonucunu haklı gösteren vakıalardır (hayat olaylarıdır).

görülmemesi bu vakıalara bağlıdır. Dava (ve cevaba cevap) dilekçesinde mahke-meye sunulmamış olan vakıaların daha sonra gösterilmesi ise ancak ıslah yahut karşı (davalı) tarafın açık muvafakatine bağlıdır. Çünkü, cevaba cevap dilekçesi-nin verilmesiyle birlikte davacı için iddianın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasa-ğı başlar (HMK m. 141). Öte yandan, söz konusu vakıaların ispata elverişli şekilde somutlaştırılması da gerekir (somutlaştırma yükü, HMK m. 194,I).

Davacı, iddiasını dayandırdığı vakıaları hangi delillerle ispatlayacağını da gös-termelidir. Öyle ki, dayanılan deliller bildirilirken hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğinin de açıkça belirtilmesi zorunludur (somutlaştırma yükü, HMK m. 194, II). Öte yandan, dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarıyla birlikte harç ve vergiye tâbi olmaksızın davalı sa-yısından bir fazla düzenlenmiş örneklerinin veya sadece örneklerinin dilekçeye eklenerek, mahkemeye verilmesi ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zo-runludur (HMK m. 121).

Dayanılan hukukî sebep, davayla ileri sürülen talebin dayandığı vakıaların hukukî niteliğidir. Örneğin, bir alacak davasında hukukî sebep bir sözleşme veya sebepsiz zenginleşme olabilir. Söz konusu hukukî nitelendirme, maddî hukuk ku-rallarına bakılarak yapılacaktır. Her ne kadar davacının dava dilekçesinde hukukî sebebi göstermesi öngörülmüşse de (HMK m. 119/g), bu bir zorunluluk değildir.

Çünkü, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 33. maddesi gereğince, hâkim, Türk hukukunu resen uygular (karş. MÖHUK m. 2). Bununla birlikte, davacı tarafça yapılacak bu bildirim, hâkimi bağlamasa bile ona yol gösterecek, birden fazla hu-kuk kuralının uygulanmasının söz konusu olduğu hallerde (hakların telahuku) seçimin davacının bizatihi kendisince yapılmasını sağlayacak ve ilgili hukukî se-bep açısından karşı tarafın değerlendirme yapmasına imkân vererek onun hukukî dinlenilme hakkını (HMK m. 27) etkin şekilde kullanmasına zemin oluşturacaktır.

Talep sonucu, mahkemeden istenen hukukî korumanın tam ve açık olarak ne olduğu, diğer bir ifadeyle, mahkemeye yöneltilen talebin sonuç itibariyle neden ibaret bulunduğudur. Söz konusu bu talep, kural olarak, davalının aleyhine olmak üzere, davacının, mahkemeden kendisi lehine bir hüküm vermesine yöneliktir.

Her hâlde, davacının üçüncü kişi lehine hüküm verilmesini istemesi mümkün de-ğildir. Böyle bir talep, öncelikle (bir dava şartı olan) hukukî yarar yokluğu sebebiy-le reddedilir. Tasebebiy-lep sonucunun içeriği, açılan davanın türüne bağlı olarak değişir.

Buna göre; eda davasında bir şeyin verilmesine, yapılmasına yahut yapılmaktan kaçınılmasına; tespit davasında bir hakkın yahut hukukî ilişkinin mevcut olup olmadığının tespitine; inşaî davalarda ise, mevcut bir hukukî durumun değişti-rilmesine, kaldırılmasına ya da yeni bir hukukî durumun yaratılmasına hüküm verilmesi istenir. Mahkemeye yöneltilen somut talebin ne olduğu, dava dilekçe-sinin diğer kısımlarından dolaylı şekilde anlaşılıyor olsa bile, bunun, dilekçenin ayrı bir unsuru (hanesi) olan “talep sonucu” kısmında ayrıca, açıkça, net, koşul-suz, tereddütsüz, doğrudan ve somut bir biçimde belirtilmesi ve bir “talep” olarak dermeyan edilmesi gerekir. Nitekim bu husus, Hukuk Muhakemeleri Kanununun taleple bağlılık ilkesini düzenleyen 26. maddesinin 1. fıkrasında şöyle ifade edil-miştir: “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.”

Talep sonucu o derece açık, net ve kesin olmalıdır ki, mahkeme davanın (tama-men) kabulüne karar verirse, dava dilekçesindeki talep sonucu, mahkemece veri-len nihaî kararın “hüküm sonucu”na olduğu gibi alınabilecek durumda bulunsun.

Somutlaştırma yükü: Davacı veya davalı tarafın, iddia ve savunmalarını dayandırdıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde zamanı, yeri ve içeriği bakımından belirgin hale açıkça, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde ve diğer ilgililer, kendi haklarıyla bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak, yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını; açıklama ve ispat hakkını ve mahkemenin açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve mahkeme kararlarının somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini kapsamaktadır.

Zira, dava tamamen kabul edilirse, talep sonucu aynen kararın hüküm sonucunu oluşturacaktır. Eğer talep sonucu açık değilse, mahkeme, talep sonucunu davacıya açıklattırabilir (hâkimin davayı aydınlatma ödevi, HMK m. 31). Ancak, bu yolla talep sonucunun arttırılması, değiştirilmesi yahut yeni bir talebin ilave olarak ileri sürülmesi kural olarak mümkün değildir. Çünkü, böyle bir durum, (cevaba cevap lâyihasının verilmesinden sonra) iddianın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı (HMK m. 141) kapsamına girer.

Talep sonucunda, esas haktan ayrı olarak nafaka, faiz, icra inkâr tazminatı gibi ek talepler varsa, davanın bunları da mutlaka açıkça belirtmesi ve istemesi gerekir.

Aksi takdirde, mahkeme, açıkça talep edilmeyen bu konularda kendiliğinden ka-rar veremez. Keza, faizin oranının ve başlangıç tarihinin de dilekçede gösterilmesi gerekir. Aksi takdirde, mahkeme, davanın açıldığı tarihten itibaren kanunî faize hükmeder. Buna karşılık, yargılama giderleri için açık bir talebe ihtiyaç yoktur.

Zira, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 332. maddesinin 1. fıkrası gereğince, yargılama giderlerine, mahkemece re’sen hükmedilir.

Dava dilekçesinde yer alması gereken son unsur ise imzadır. Dilekçenin dava-cı, veya vekili yahut temsilcisi tarafından imzalanması ve imzanın mutlaka el ya-zısıyla atılması gerekir. Altında imza bulunmayan bir dilekçenin hiç alınmaması gerekir. Çünkü, bu durumda, mahkemeye yönelmiş bir hukukî himaye talebinin varlığından söz edilemez. İmzasız bir dava dilekçesi her nasılsa işleme konmuş-sa, mahkeme, bu eksikliğin tamamlanması için, davacı tarafa re’sen bir haftalık süre vermeli, bu süre zarfında imza noksanının giderilmemesi halinde ise davanın açılmamış sayılmasına karar vermelidir (HMK m. 119, II).

Dava dilekçesinin yukarıda sayılan kanunî unsurlarından biri yahut birkaçının noksan olması halinde, bunun müeyyidesinin ne olacağı, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 119. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre:

• Tarafların ad, soyadı ve adreslerinin,

• Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasının,

• Varsa kanuni temsilcilerin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adreslerinin,

• Açık bir şekilde talep sonucunun,

• Davacının, varsa kanunî temsilcisinin veya vekilinin imzasının

bulunmaması hâlinde, hâkim, davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılma-mış sayılır.

Buna karşılık, diğer unsurlar açısından farklı sonuçlar söz konusudur. Bu so-nuçların ne olduğuna, yukarıda ilgili unsur açıklanırken değinilmiştir.

Dava sebeplerinin, dava dilekçesinde gösterilmesinin nedenlerini açıklayınız?

Dava Dilekçesinin Mahkemeye Verilmesi ve Davanın