• Sonuç bulunamadı

İmtihandan Geçirme Yasası

Belgede Kur'ân'a göre azlık ve çokluk (sayfa 156-163)

2. MÜMİN AZLIĞIN ÜSTÜN OLMA DURUMU

2.2. İktidara Giden Yolda İlâhî Yasalar

2.2.5. İmtihandan Geçirme Yasası

Kur’ân’da imtihandan geçmek anlamında, “belâ” ve “ibtilâ” kavramları

kullanılmaktadır. “İbtilâ” fiili insan hakkında kullanılırsa denemek, sınamak anlamına gelir. “Allah’ın insanı ibtilâ etmesi” imtihan etmesi anlamına gelmektedir. Bu kelimeyle aynı kökten olan “belvâ” ve “belâ” isimleri; hayır ve şer ile imtihan etmek anlamına gelmektedir.738 Allah şöyle buyurur: “…Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan

ederiz…”739Allah’ın kullarını bazen sevindirerek imtihan etmesi şükretmelerini denemek, zararlı bir şeyle imtihan etmesi de sabrını denemek içindir. Böylece hem lütuf ve ihsan, hem de sıkıntı ve dert her ikisi de beladır, birisi şükretmeyi, diğeri ise sabretmeyi

736Gazâlî, Muhammed, Rakâizü’l-Îmân Beyne’l-Akl ve’l-Kalb, s. 75. (Kısaltılarak)

737İbn Teymiye, Mecmû’u Fetâvâ, VIII, 529–530. 738 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XVIII, 90.

gerektirir. Sabrı hakkıyla yerine getirmek, şükrü hakkıyla yerine getirmekten daha kolay olduğu için ihsân ve lütuf, bu iki belanın daha büyük olanıdır. Bu manada Ömer b. Hattâb şöyle demiştir: “Darlık ve sıkıntıyla imtihan edildik sabrettik ama bollukla imtihan edildik

sabredemedik.”740

İbtilânın iktidar verme ile ilgisini şu şekilde açıklayabiliriz:

Bir adamın şu soruyu sorması üzerine İmam Şafi’nin dilinden şu söz sadır olmuştur:

“Kişi için efdal olan hangisidir? İktidar vermek mi? Yoksa bela ile imtihan edilmek mi?”

Cevap: “Bela ile imtihan edilmeden iktidar verilmez. Allah, Nuh’u, İbrahim’i, Musa’yı,

İsa’yı ve Muhammed’i (Salât ve selâm onların üzerine olsun) bela ile imtihan etmiş ve sabredince onlara iktidar vermiştir. Kesinlikle hiç kimse böyle bir elemden kurtulacağını zannetmesin.”741

İmanın hakikati ancak ibtilâ ile tamamlanır: “İman yeryüzünde Allah Teâlâ’nın emanetidir. Bu emaneti ancak ona ehil olmaya gayret gösteren kişi taşıyabilir. Onların arasında da ancak onu taşıyamaya gücü yetenler taşıyabilir. Onların kalplerinde ise o emanete karşı bağlılık ve ihlâs gereklidir. Yoksa huzuru ve rahatlığı, güveni ve esenliği, bütün çeşitleriyle malı ve metayı tercih edip ona teşvik edenler değil…”742

“Talut, adım adım savaşa doğru ilerliyor. Komutası altındaki ordu, tarihinde birçok kez bozgunu ve ezikliği tatmış mağlup bir milletten oluşmuş, bir süre sonra da galip bir milletin ordusu ile karşılaşacak. O halde, ordusunun vicdanında gizli bir güç bulunmalıdır ki, onun sayesinde karşılaşacağı üstün ve güçlü ordu karşısında durabilsin. Bu gizli güç olsa olsa iradede bulunabilir. Nefsin arzularını ve içgüdülerini denetim altına alan, mahrumiyetlere ve sıkıntılara dayanan, zaruretlerin ve ihtiyaçların üstesinden gelen, itaati elden bırakmayan, bunun getireceği yükümlülüklere katlanan ve böylece ardarda gelecek sınavları başarı ile aşan bir iradedir onun aradığı.

O halde Allah tarafından seçilmiş olan komutan, ordusunun iradesini, direnme gücünü ve sabırlılık derecesini mutlaka denemeli, sınavdan geçirmelidir. İlk önce, ordusunun isteklere ve arzulara karşı ne kadar dayanabildiğini, ikinci aşamada da yokluklara ve sıkıntılara karşı ne derece sabırlı olduğunu deneyecektir. Bu yüzden rivayetlerin verdikleri bilgiye göre Talut, askerlerinin susuz oldukları bir sırada bu 740 Râgıp el-İsfehânî, Müfredât, s. 61.

741 İbnü’l-Kayyım, el-Fevâid, s. 283. 742 Kutub, Zilâl, II, 1090.

denemeyi yapmayı uygun gördü. Böylece kendisi ile birlikte kalıp sabredecek olanlar ile rahatını tercih edip geri dönecek olanları ayırt edebilecekti.”743

“Talut, ordusu ile birlikte sefere çıkınca askerlerine dedi ki; Allah sizi bir ırmak aracılığı ile sınavdan geçirecek. Kim bu ırmağın suyundan kana kana içerse benden

değildir. Kim onun suyundan içmez de sadece bir avuç dolusu ile yetinirse o bendendir.”744

Bu mümin azlığın yoludur: “İman, cihat, mihnet, ibtilâ, sabır, sebat, yalnızca Allah’a

yöneliş, sonra dünyada iktidar ve zafer. Daha sonra da ahrette Allah’ın cennetlerinde saadet.”745

Seyyid Kutub şöyle der: “Beyinsizin beyinsizliğinin ve cahilin ayıplamasının, toptan

ehl-i küfrün, kitle halinde emperyalizm ve derebeyliğin, zulmederek kapitalizm, alçaklık yaparak kominizm, toptan pislik, fesat, şer ve alçaklığın kendileriyle harbettiği bu Allah’a inanan akide sahiplerinden elde edeceği bir şey yoktur. Sonunda çatırdayarak, kaybederek ve zarar ederek geri çekilecektir. Çünkü bunların hepsi yeryüzünün güçlerindendir, ötekisi ise semanın kuvvetlerine sığınmaktadır… Çünkü bunların hepsi fena âlemindendir,

diğerleri ise sonsuzluğa sahip olana sığınmaktadırlar.”746

Burada bazı problemler ortaya çıkıyor:

Neden hak isabet alıyor da batıl kurtuluyor? Niçin hak ehli ibtilâya uğruyor da batıl ehli kurtuluyor?

Niçin batılla karşılaştığı her seferde hakk zafer elde etmiyor, galibiyet ve ganimetle dönmüyor? Yoksa o, zaferi hak eden hakkın kendisi değil midir? Batıla bu üstünlük nerden geliyor? Batılın hakk ile çarpışmasında böyle sonuçlarla dönmesi ve böylece kalplerin bozulup sarsılması nereden kaynaklanıyor?

Bu konuda Seyyid Kutub şunları söylemektedir:

“Batılın herhangi bir çarpışmada galip gelmesi ve bir zaman diliminde güçlü görünmesi, yüce Allah'ın O'nu bıraktığı ya da yenilmeyecek bir güç olduğu veya hakka, kalıcı ve öldürücü zararlar dokundurabileceği anlamına gelmez.

743 Kutub, Zilâl, I, 268. 744 Bakara 2/249 745 Kutub, Zilâl, I, 219.

Aynı şekilde, herhangi bir çarpışmada hakkın sınanması, bir zaman diliminde zayıf görünmesi, yüce Allah'ın onları yalnız bıraktığı veya unuttuğu ya da batıla dilediği gibi öldürüp eziyet etmesi için terk ettiği anlamına gelmez.

Asla!.. Bunda ve onda bir hikmet ve plân vardır. Yolun sonuna varması, en iğrenç günahları işlemesi, kötülüklerin en ağırı yüklenmesi, böylece hakettiği en şiddetli azabı tatması için batıla süre tanınmaktadır. Pisin temizden ayrılması için, hakk da imtihana tabi tutulur... Böylece imtihan karşısında direnenler büyük sevaplar kazanırlar. Kuşkusuz bu, hak için bir kazanç, batıl için ise bir kayıptır. Bunlar, gerek burada gerek orada kat kat artırılacaktır.”747

Batılı temsil edenlerin kuvvet, hâkimiyet, mal ve makamla donatılarak bırakılmasının hikmeti konusunda şu görüşlere yer verebiliriz:

“Allah'ın ve hakkın düşmanlarını, kendilerine hiçbir azap ulaşmadan; görünürde güç, iktidar, mal ve mevkiden yararlanır durumda gören bazı kalplerde kaynayan düğümlere, birtakım kalplerde dolaşan şüphelere ve nice ruhlarda depreşen sitemlere değinmektedir. Bunlar, hem kendi kalplerini hem de çevrelerindeki insanların kalplerini bozan

kimselerdendirler. Bir de, yüce Allah'ın batıldan, kötülükten, inkârcılıktan ve azgınlıktan hoşnut olduğunu, bu yüzden ona süre tanıdığını ve dizginlerini serbest bıraktığını ya da yüce Allah'ın hakk ile batıl arasındaki savaşa müdahale etmediğini, batılın hakkı yutmasına göz yumduğunu ve zaferine karışmadığını sanan kimsede iman zaafı vardır. Yahut şu batılın hakk olduğunu, yoksa yüce Allah'ın gelişip büyümesine, sonuçta galip gelmesine müsaade etmeyeceğini veya şu yeryüzünde hakka galip gelmenin batılın bir özelliği olduğunu yahut da zaferin sadece hakka özgü olduğunu sanan ve böylece Allah hakkında haksız yere cahiliye zannı besleyen zayıf imanlı kimselerdendir. Sonra!.. Batıl taraftarları, zalimler, tağutlar ve bozguncular, kibir içinde yüzerek, küfürde koşuşur durumda, azgınlık içinde terk edilirler. Onlar da işlerinin yolunda olduğunu ve karşılarına dikilmesinden korkulacak bir gücün söz konusu olmadığını zannederler.

Bütün bunlar batıldır, Allah hakkında haksız zan beslemedir. Durum hiç de böyle değildir. Evet, yüce Allah'ın onları bu şekilde denemesi bir fitnedir, sağlam bir tuzaktır. Ve uzun vadeli bir cezalandırmadır.

Şayet onlar uyarıcı bir sınamayla, nimetin oyalayıcılığından Allah tarafından kurtarılmayı haketmiş olsalardı kuşkusuz denenirlerdi. Ancak yüce Allah onlara iyilik dilemiyor.”748

Allah’ın müslüman safı ibtilâ etmesini nimet olarak değerlendirebiliriz:

Allah tarafından imtihana tabi tutulmak bir nimettir ve bu, yüce Allah'ın kendilerine iyilik dilediği kimselerden başkasına isabet etmez. Dostları bir imtihana uğramışlarsa bunun nedeni yüce Allah'ın onlara dilediği bir iyiliktir. Bu imtihan, Allah'ın dostlarının uygulamalarının karşılığı olarak meydana gelmiş olsa da arkasında gizli bir hikmet, latif bir plan ve Allah'ın mümin dostlarına dilediği lütfu yatmaktadır.

İşte böylece kalpler istikrara ve ruhlar da güvenceye kavuşmuştur. Açık ve dosdoğru İslâm düşüncesindeki bu basit; ancak temel gerçekler, böyle yer etmiştir.

Kuşkusuz Allah'ın hikmeti ve müminlere olan iyiliği, onları değişik koşulların

etkisiyle saflarda çalkantılara sebep olan ve hiçbir zaman İslâm'ı sevmeyen münafıklardan ayırmayı gerektirmiştir. Aksi takdirde, müslüman safları iyice belirginleştirmeden

karmakarışık bırakmak; kalpleri, imanın sevecenliğinden ve İslâm'ın ruhundan yoksun olduğu halde iman davasının arkasında ve İslâm görüntüsünün ardında gizlenen

münafıkları ortaya çıkarmamak yüce Allah'ın şanından olmadığı gibi ulûhiyetin de gereği bu olmaz. Yüce Allah müslüman ümmeti, evrensel ve büyük bir rol üstlenmesi, muazzam ilahi metodu yüklenmesi ve yeryüzünde eşsiz bir hayat tarzı ve yepyeni bir düzen meydana getirmesi için ortaya çıkarmıştır. Bu önemli rol, soyutlanmayı, berraklığı, belirginliği ve titizliği gerektirmektedir. Aynı zamanda saflarda bozukluğun ve yapıda herhangi bir çatlaklığın olmaması da kaçınılmazdır.

Bütün bunlar da; içindeki pisliğin temizlenmesi için safta erimeyi, yapıdaki zayıflığın giderilmesi için basınç uygulamayı gönüllerde ve vicdanlarda bulunanların iyice ortaya çıkması için de aydınlatmayı zorunlu kılmaktadır.749

İbnü’n-Kayyın da şu düşüncelere yer veriyor: “Müminlerin düşmanlarının kendilerine

galip gelmesi, bazen bozguna uğratması suretiyle onları ibtilâya uğratmasında; niçin bunu tercih ettiğini ancak Allah Azze ve Celle’nin bileceği büyük bir hikmet vardır. Onlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

748 Kutub, Zilâl, I, 518.

Kullarının Allah’a boyun eğmelerini, güçlerini onun için harcamalarını, ona muhtaç olduklarını ortaya çıkarma isteği ve düşmanlarına karşı galip

gelmelerini istemesi durumu vardır. Eğer sürekli düşmanlarına karşı üstün ve galip gelselerdi şımarırlar ve kötülük yapmaya meylederlerdi. Şayet

düşmanları tarafından sürekli mağlubiyet ve yenilgiye maruz kalsalardı, din ayakta durmaz, hak hâkim olmazdı. Hâkimler hâkiminin hikmeti, onların bazen galip gelmesini, bazen de mağlup olmalarını gerektirir. Mağlup oldukları zaman Rablerine yalvarırlar, ona yönelirler, ona boyun eğerler, onun için hezimete uğrarlar ve ona tövbe ederler. Galip geldikleri zaman onun dinini ve hükümlerini ayakta tutarlar, iyiliği emrederler, kötülükten men ederler, düşmanlarıyla savaşırlar, dostlarına yardım ederler.

Şayet onlar daima üstün ve galip olsalardı, amacı din ve Resul’e tâbi olmayan kişiler de onların yanında yer alırlardı. Kuşkusuz böyle kişiler ancak üstün ve büyük olan kişilere katılırlar. Müminler sürekli mağlup ve mazlum olsalardı kimse onlara katılmazdı. İlahî hikmet, hâkimiyetin bazen onlarda, bazen de öbürlerinde olmasını gerektirir. Böylece amacı Allah ve Resul’ü olanlarla, amacı dünya, makam, şan ve şöhretten başka bir şey olmayanlar belli olur.Kuşkusuz Allah, kullarının kulluklarının darda ve iyi zamanda, afiyette ve

belada, devlet olduklarında ve bir devletin şemsiyesi altında oldukları zamanda kemale ermesini ister. Kulların her iki halde de kulluk yapmaları gerekir. Böyle bir kulluk da ancak bu şekilde gerçekleşebilir. Bu olmadan kalp doğru yolu bulamaz. Tıpkı sıcak-soğuk, açlık, susuzluk, sıkıntı, yorgunluk ve bunların zıtları olmadan bedenlerin doğru yolu bulamayacağı gibi. Bu belalar ve sıkıntılar insanî olgunluğun gerçekleşmesinde ve kendisinden istenen istikametin oluşmasında gereklidir. Bu gerekli olan şey yoksa istenen sonuç da imkânsızdır.

Düşmanlarını kendilerine hâkim kılmakla imtihan etmesi onları arıtır, safileştirir ve olgunlaştırır. Nitekim Allah, kâfirlerin müminlere karşı Uhut gününde hâkim olmasının hikmeti hakkında şöyle buyurur: ‘Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. Eğer siz (Uhud'da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir'de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah

zalimleri sevmez. Bir de (böylece) Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister. Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden,

sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz. Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri

mükâfatlandıracaktır.’750

Allah kendilerini, sebat ve güç verip, taşıdıkları imandan dolayı en üstün olduklarını müjdeledikten sonra, kâfirlerin kendilerine galip gelmesinin bir takım hikmetlerini zikretmiştir. Onları şöyle teselli etti: Kendisine ve Resûlullah’a itaat yolunda kendilerine yara dokunmuşsa, kendisine ve Resulüne düşmanlık yolunda da düşmanlarına yara dokunmuştur. Sonra onlara insanlar arasında hâkimiyet dönemleri yapmasının hikmetini ve her birinin bundan aldıkları rızıklar ve eceller gibi payları bildirdi. Sonra bunu, olmadan önce ve olduktan sonra her şeyi bildiği halde onların içindeki müminleri bilmek için yaptığını bildirdi. Fakat onların şahitler olarak var olup, imanlarını pratik olarak ortaya koyduklarını ortaya çıkarmayı dilemiştir. Sonra onlardan şehitler edinmek istediğini bildirdi ki şehitlik onun katında yüce bir derecedir ve ancak onun yolunda öldürülmekle elde edilebilen yüksek bir mertebedir. Eğer düşmanın hâkimiyeti olmasaydı, kul için en faydalı Allah’a en sevimli şey olan şehâdet mertebesi elde edilemezdi. Sonra Allah müminlerin arıtılmasını murat ettiğini bildirdi. Yani onların, günahlarından tövbeyle ve ona yönelerek arınmaları, Allah’ın, taşıdıkları günahları düşmana yükleyerek onlara mağfiret etmeyi, bunun yanı sıra, kâfirleri zafer kazandıkları zaman azgınlıkları,

taşkınlıkları ve düşmanlıkları sebebiyle yok etmeyi murat eder. Sonra onların cihat etmeden ve sabretmeden cennete girilebileceği yönündeki zanlarına cevap verdi.

Hikmetinin böyle bir şeyi kabul etmediğini, daima galip gelip üstün olsalar bile, hatta hiç kimse onlarla savaşmayıp düşmanlarının ezalarına sabretmek suretiyle denenmeseler de Cennet’e ancak cihat ederek ve sabrederek girilebileceğini bildirdi.

İşte bunlar, düşmanlarının kendilerine üstün gelmelerinin ve zaman zaman hâkim olmalarının bazı hikmetleridir.”751

750 Âl-i İmrân 3/139–144

Belgede Kur'ân'a göre azlık ve çokluk (sayfa 156-163)