• Sonuç bulunamadı

Allah’ın İradesinin Hz Muhammed (S) Ve Onun Yanında Yer Alan Mustazafların

Belgede Kur'ân'a göre azlık ve çokluk (sayfa 111-123)

1. MÜMİN AZLIĞIN ÖVÜLMESİ VE İKTİDAR VAADİ

1.5. Allah’ın İradesinin Mümin Azlığı Lehinde Olmasına Örnekler

1.5.3. Allah’ın İradesinin Hz Muhammed (S) Ve Onun Yanında Yer Alan Mustazafların

Bedir savaşındaki müminleri buna örnek olarak gösterebiliriz. Az olmalarına rağmen gösterdikleri azim ve cesaret, sahip oldukları iman onların övülmelerinin başlıca sebebi sayılabilir. Bu konuda şu görüşleri aktarabiliriz:

“Yüce Allah bu Bedir Savaşındaki kitlenin bir ümmet olmasını diliyordu. Güç ve iktidar sahibi bir devlet olmasını diliyordu. Gerçek gücünü düşmanının gücüyle karşılaştırmasını, gücünün bir kısmıyla düşmanın gücüne üstün gelmesini istiyordu. Zaferin sayı, mühimmat, mal, at ve hazırlıkla gerçekleşmediğini, sadece kulların

bağlılığının düzeyiyle ilişkili olduğunu öğrenmelerini istiyordu. Bütün bunların da pratik bir deneyim sonucu gerçekleşmesini, salt bir düşüncede ve kalpte yer eden soyut bir inançtan ibaret kalmamasını diliyordu. Amaç, müslüman kitlenin geleceği bakımından bütün bu pratik deneyimlerle hazırlıklı olmasını, her zaman ve her yerdeki tüm müslüman toplumların, kendileri sayıca az, düşmanları çok da olsa, kendileri maddi güç bakımından güçlü de olsa, her zaman düşmanlarına, rakiplerine galip geleceklerine inanmalarını sağlamaktır. Çünkü iman ve tuğyanın (azgınlığın) güçleri arasındaki kesin savaşın dışında bu gerçek bu denli sağlam bir şekilde yer edemez gönüllerde.”606

605 Bennâ, Mecmûatü’r-Rasâil, s.153. 606Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, III, 1481.

“Fakat Bedir savaşı, bir inanç olarak yer alır tarihte. Hakla batıl arasındaki kesin zaferin ve ayrılığın olayı... Hakkın sayısal bakımdan azınlık olmasına, hazırlık ve donatım açısından yetersiz olmasına rağmen, her türlü silah ve mühimmatla donatılmış

düşmanlarına galip gelmesinin hikâyesi... Allah'a bağlanan ve kişisel zaaflardan kurtulan gönüllerin kazandığı zafer... Hatta aralarında savaşmak istemeyen kimselerin de

bulunduğu bir avuç gönülün kazandığı zaferin olayı olarak tarihte yeralır Bedir savaşı. Bu gönüller somut realitenin üzerine çıkarak güçlerin hakikatine ve ölçülerinin yanılmazlığına inanarak hareket etmişler. Bu yüzden önce kendi nefislerine, içinde bulundukları duruma üstünlük sağlamışlar. Sonra da görünürde güçler dengesinin batıldan yana olduğu savaşa girişmiş, kesin inançları sayesinde dengeyi tersine çevirmiş, hakkı kesin bir şekilde üstün getirmişlerdi.”607

Mümin azlık olan grubun anlayışını şu şekilde ifade edebiliriz:

“Çünkü mü'min grup yolunu tanımakla, hayat sisteminin bilincinde olmakla, varlığının ve amacının mahiyetini kavramakla belirginleşiyor. Mü'min grup ilahlık ve kulluk gerçeklerinin bilincindedir. İlahlığın birlenmesinin ve her şeyin üstünde tutulması gerektiğinin ve kulluğun tek ve ortaksız Allah'a yönelik olmasının kaçınılmazlığının farkındadır. Mü'minler, kendilerinin, Allah'ın yol göstericiliğiyle doğru yolu bulmuş, insanların tüm yeryüzünde kula kulluktan çıkarıp, tek ve ortaksız Allah'a kul yapmak için harekete geçmiş müslüman ümmet olduklarının bilincindedirler. Onlar yeryüzünde Allah'ın halifesidirler. Allah'ın sözünü üstün tutmak ve O'nun yolunda cihad etmek, hakka dayalı olarak yeryüzünü kalkındırmak, insanlar arasında adaletle hükmetmek, yeryüzünde, insanlar arasında adaleti sağlama esasına dayanan Allah'ın egemenliğini kurmak üzere, yeryüzüne yüceltmek ve yararlanmak için yerleştirilmişler. İşte bütün bunlar, müslüman kitlenin gönlüne aydınlık, güven, güç ve kararlılık duygularını akıtan bilinçtir, anlayıştır. Mü'minler bu bilinçle Allah yolunda cihada atılıyorlar; güçlü olarak ve gücü kat kat arttıran sonuçtan emin olarak... Nasıl olsa düşmanları "Anlayışsız bilinçsiz bir gruptur." Kalpleri kilitlidir, gözleri perdelenmiştir. Görünüşte üstün görünse de, güçleri yetersizdir, etkisizdir onların. Çünkü onların gücü büyük kaynaktan kopuk, köksüz bir güçtür.”608

607 Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, III, 1482. 608 Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, III, 1551.

Ve insan sorsun:

“Savaş nasıl cereyan etmişti? Onlar çok az bir kitleydiler. Ne sayı üstünlükleri vardı, ne de silah… Düşmanları ise hem asker bakımından fazlaydılar kendilerinden, hem de hazırlık bakımından. Allah nasıl sebat vermişti onlara da melekleriyle yardımlarına koşmuştu? İndirdiği yağmuruyla sulanmışlar ve yıkanmışlardı. Ayaklarının altındaki toprağa bir sebat vermişti de kumların üzerinde hareket etmelerini sağlamıştı. Ve kendilerini kaplayan o tatlı uykuyla oluk oluk huzur ve sükûnet akıtmıştı üzerlerine. Düşmanlarının gönlüne nasıl olmuştu da bir korku salıvermişti. Ve azabın en şiddetlisini bindirmişti üzerlerine.

İşte bunun için emrediyor Allah Teâlâ müminlere, her savaşta sebat etmeyi. İşin başlangıcında düşmanlarının güçlü olduğu ne kadar görülürse görülsün öldüren hiç şüphesiz Allah Teâlâ’dır. Oku atan da odur. Meseleleri o idare eder. Kendileri ise sadece Allah’ın takdir ve kudretini açığa çıkaran bir örtüden ibarettirler. Allah onlarla dilediğini yerine getirir.

Sonra savaşmadan önce fetih kuruntusuna kapılan, kötü âkibetin akrabalıkla münasebetini kesmiş olan iki bölükten en sapığına gelmesini isteyen müşriklerin

durumuyla alay ediyor ve şöyle diyor onlara: Zafer istiyor idiyseniz işte zafer aleyhinize

çıktı… Ve müminleri de işittikleri halde işitmemezlikten gelen ve emre itaat etmeyen

münafıklara benzemekten sakındırıyor.”609

Zaferi takdir eden Allah olduğuna göre mümin azlığın görevini, üzerine düşeni şöyle ifade edebiliriz:

“Müslümanlara düşen, var olan tüm güçlerini sarf etmeleri, pratik tehlike karşısında aralarında bazılarının başına geldiği ilk sarsıntının üstesinden gelmeleri ve Allah'ın yardımına güvenerek O'na itaat etmeye devam etmeleridir. Görevlerini yerine getirmiş olmaları için bu yeterlidir. Bundan sonra kendilerini yönlendiren ve hayatlarını planlayan ilahî güç devreye girecektir. Bunun ötesi, pratik tehlike karşısında mü'min gönüllere yönelik müjde, güven ve destektir. Savaş meydanında kendine güven duyması ve direnç gösterebilmesi için mü'min kitlenin, Allah'ın ordusunun kendileriyle beraber olduğunun bilincinde olması yeterlidir. Bundan sonra zafer sadece Allah katından gelir. Çünkü

O'ndan başkası zafer vermeye güç yetiremez. O, "Üstün iradelidir." İşini yerine getirmeye kadir ve etkindir. O, "Hikmet sahibidir." Her olayı yerli yerinde çözümler.”610

Bu galibiyet bir tesadüf değil, şartları yerine getirildiği takdirde her zaman için geçerli bir kuraldır. Yerine getirilmesi gereken şartların ne olduğu hakkında da da şu sözler bize fikir vermektedir:

“Bu bir kuraldır, değişmez bir yasadır, bir defalık rastlantı değildir. Yeryüzünde tek başına Allah'ın ortaksız ilahlığını duyurmak ve sadece O'nun hayat sistemini egemen kılmak için müslüman kitle harekete geçtiği ve düşmanları Allah'a ve Peygamber'e karşı çıkış tavrını sergiledikleri sırada yürürlüğe giren temel bir kural, değişmez bir yasadır bu. Evet, böyle bir durumda müslümanları yüce Allah yüreklendirir, onlara zafer verir. Korku ve yenilgi ise, Allah'a ve Peygamber'e karşı çıkanlar içindir. Ancak müslüman kitle

yolunda dosdoğru hareket ettiği, Rabbine güvendiği ve sadece ona dayanarak yolaldığı sürece...”611

Allah, morallerinin bozulmaması yolunda mümin azlık grup için tedbir almıştır. Onların kendilerine güven duymalarını sağlamıştır:

"Hani Allah onları sana rüyanda az gösteriyordu. Eğer onları kalabalık gösterseydi, moraliniz bozulur, bu konuda aranızda tartışmaya düşerdiniz. Fakat Allah sizi bu

tehlikeden korudu. Hiç şüphesiz O, kalplerin özünü bilir."612

“Yüce Allah'ın savaş planlarından biri, Peygamberimize rüyasında kâfirlerin güç ve ağırlık bakımından az olduklarını göstermekti. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- rüyasını arkadaşlarına anlatıyor, onlar da buna seviniyor ve savaşmaya istekli oluyorlar. Daha sonra yüce Allah burada onları niçin peygamberine az gösterdiğini haber veriyor. Kuşkusuz yüce Allah, onları çok gösterse, Peygamberimizle birlikte bulunan azınlığın moralinin bozulacağını biliyordu. Çünkü herhangi bir hazırlık yapmadan ve savaşacaklarını tahmin etmeden Medine'den çıkmışlardı. Nitekim düşmanla

karşılaşmaktan çekinmiş, bu konuda aralarında tartışma baş göstermişti. Bir grup onlarla savaşmayı, diğer bir grup da onlardan uzak durmayı uygun görüyordu. Bu şartlarda böyle bir tartışmaya girmek ise, düşmanla karşılaşan bir ordunun başına gelebilecek en kötü durumdur.

610 Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, III, 1483. 611 Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, III, 1486. 612 Enfâl 8/43

Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- onları az görmüştür. Onlar sayı

bakımından çokturlar ama birçok şeyden yoksundurlar ve savaşta bir ağırlıkları sözkonusu değildir. Kalpleri, geniş bir kavrama yeteneğinden, ortak bir imandan, böyle durumlarda büyük yararı olan ruh gıdasından yoksundur. Yüce Allah bu yanıltıcı dış görünüşün ötesindeki gerçek olguyu Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- gösteriyor. Böylece mü'min kitlenin gönüllerine güven bahşediyor. Çünkü yüce Allah mü'minlerin gizli

hallerini biliyor. Sayılarının az, hazırlıklarının yetersiz olduğunu, şayet düşmanlarının kalabalık olduğunu öğrenecek olurlarsa karşılaşmaktan çekinmek ve savaşmak ya da savaşmamak konusunda çekişmek gibi olayların başgöstereceğini biliyordu. İşte bu rüya, kalplerin özünü bilen yüce Allah'ın savaşa ilişkin planlarından biriydi.

İki ordu karşı karşıya geldiğinde Peygamberimizin rüyası; her iki grubu savaşa teşvik etmek ve birbirleri hakkında yanıltmak için bu ilahi planın bir parçasıydı. Evet, mü'minler düşmanlarının sayı bakımından az olduklarını görüyorlardı. Çünkü onlar hakikat gözüyle bakıyorlardı. Müşrikler de zahiri gözlerle baktıklarından dolayı, mü'minleri az

görüyorlardı. İki gruptan her birinin rakibini gördüğü bu iki gerçeğin ötesinde ilahi plan amacına ulaşıyor, yüce Allah'ın takdir ettiği sonuç gerçekleşiyordu.

Durum böyle olduğuna göre... Plan Allah'ın planı ve zafer O'nun katından geldiğine göre... Zaferi garantileyen sayısal çoğunluk olmadığına göre. Savaşın sonucunu belirleyen, maddi hazırlık olmadığına göre, o halde mü'minler kâfirlerle karşılaştıklarında

direnmelidirler. Savaş için gerekli olan gerçek hazırlıkları yapmalıdırlar. Olayları planlayan, takdir eden, yardım ve destek gönderen güç ve egemenlik sahibi olan yüce Allah'ın yarattığı sebeplere sarılmalıdırlar. Sayı ve maddi hazırlık bakımından oldukça kalabalık olmalarına rağmen kâfirlerin yenilmesinde etkin rol oynayan yenilgi

sebeplerinden uzak durmalıdırlar. Şımarmaktan, büyüklük taslamaktan ve batıl düşüncelerden soyutlanmalıdırlar. Şu kâfirleri mahveden şeytanın aldatmasına karşı sürekli uyanık olmalıdırlar. Sadece Allah'a dayanmalıdırlar. Çünkü her şeyden üstün, güçlü ve olayları hikmetle yönlendiren, onlara hükmeden O'dur.”613

Bedir’deki mümin azlık da bu hususlara riayet etmiştir. Bu örnekten yola çıkarak gerçekte zaferin kemiyetle elde edilemeyeceğini söyleyebiliriz. Bu durumda gerçek zaferin etkenlerini şöyle sıralayabiliriz:

1) Düşmanla karşılaşırken sebat göstermek,

2) Allah’ı zikrederek onunla bağ kurmak, 3) Allah’a ve Resûlüne itaat etmek,

4) Çekişmeden, tartışmadan ve ayrılıktan kaçınmak, 5) Savaşın zorlukları karşısında sabır göstermek,

6) Kibirden, gösterişten ve taşkın davranışlardan sakınmak.

Hiç kuşkusuz direnmek zaferin başlangıcıdır. İki taraftan kim daha fazla direnirse o kazanır. Müminler, düşmanlarının kendilerinden daha fazla zorluk içinde olduklarını, onların da kendileri gibi acı çektiklerini biliyorlar. Ne var ki, düşmanları müminlerin Allah'tan ümit ettikleri şeyi ummuyorlar. Ayaklarını ve gönüllerini dirençli kılacak bir destek beklentileri yok Allah'tan. Müminler biraz daha direnecek olurlarsa düşmanları az sonra bozguna uğrayıp dağılacaklardır. İki güzelliğe, yani şehitlik ve zafere sıkı sıkıya bağlı, bunlardan emin olan müminlerin ayakları sarsılır mı hiç? Herhangi bir şey dirençlerini kırabilir mi? Üstelik düşmanları sadece dünya hayatını istiyor, bu hayatın üzerine titriyor. Bu hayatın ötesinde bir arzuları ve bundan başka bir hayatları söz konusu değildir.

Düşmanla karşılaşılırken Allah'ı çokça anmaya gelince; bu müminlere yönelik sürekli direktif ve mümin kitlenin gönlünde yer eden sistematik eğitimin gereğidir. Kur'ân-ı Kerim tarih boyunca süregelen iman kervanında yer alan müslüman ümmetin tarihinden örnekler aktararak bu hususu anlatır.

Bu konuda Kur'ân-ı Kerim'in anlattığı örneklerden biri, gönülleri aniden imana teslim olan, bu yüzden Firavun tarafından azgınca, korkutucu ve iğrenç bir şekilde tehdit edilen Firavun'un sihirbazlarının sözleridir:

"Sen ancak Rabbimizin ayetleri bize gelince inandık diye bizden öç alıyorsun. Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak al canımızı." (A'râf, 7/126)

Calut'un ordusuyla karşılaşan İsrail oğullarından sayıları az mümin bir grubun söyledikleri de bu konuda örnek olarak yer alır Kur'ân-ı Kerim'de: "Talut ve askerleri

Calut ve ordusu ile karşılaştıklarında, ‘Ey Rabbimiz üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirlere karşı bize zafer nasip eyle’ dediler. (el-Bakara, 2/250)

Tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün mü'min toplulukların savaş esnasında söyledikleri de Kur'an'da örnek olarak yeralır:

"Nice peygamber var ki, çok sayıda taraftarı kendisi ile birlikte savaştı. Bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah sabırlıları sever.

Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!" (Âl-i İmran, 3/146-147)

Allah'ı anma bir ilke olarak yer etmiştir müslüman kitlenin gönlünde. Düşman karşısında Allah'ı çokça anmak müslüman kitlenin belirgin özelliğidir, yüce Allah daha sonraları Uhut’ta yenilmiş kitleden söz etmiştir. İkinci gün düşmanı takip etmeleri istenirse, bu prensip içlerinde hazır bulunuyordu.

"O kimseler ki, insanlar kendilerine "düşmanlarınız size saldırmak için yığınak

yaptılar, onlardan korkmalısınız" dediklerinde, bu sözden imanlârı daha güçlenerek "Allah bize yeter, O ne güzel bir vekildir" dediler. (ÂI-i İmran, 3/173)

Düşmanla karşılaşılırken yüce Allah'ı anmak, birçok işlevi görür. Bir kere asla

yenilmeyen bir güçle bağlantı kurmaktır Allah'ı anmak. Dostlarına her zaman yardım eden Allah'a güvenmektir. Bu aynı zamanda savaşı, nedenlerini ve sonuçlarını gerçek

mahiyetiyle zihinde canlandırmayı sağlar. Çünkü savaş Allah içindir. Onun ilahlığını yeryüzünde hâkim kılmak ve bu ilahlığı gasp eden tağutları hayat sahnesinden kovmak içindir bu savaş. O halde bu, Allah'ın sözünün yücelmesi için yapılan bir savaştır, kişisel ya da ulusal egemenlik kurmak, ganimetler elde etmek, kişisel ya da ulusal üstünlük sağlamak için değil. Ayrıca bu durum, Allah'ı anma görevinin zor anlarda, en sıkıntılı durumlarda bile ne kadar önemsendiğini vurgulamaktadır. Bu ilahi direktifin içerdiği bu işaretler savaş alanında çok değerli işlevler görürler.

Allah ve Peygamber'e itaat etmelerine ilişkin buyruk ise, müminlerin daha baştan tüm varlıklarıyla Allah'a teslim olarak savaşa girişmeleri amacına yöneliktir. Böylece "Allah'a

ve Peygamber'e itaat ediniz" buyruğundan sonra işaret edilen çekişmenin nedenleri

ortadan kalkmış olur.

"Çekişmeye düşmeyiniz. Yoksa moraliniz bozulur, hızınız kaybolur."

İnsanlar ancak birden fazla komuta ve direktif merkezine uymak durumuyla karşı karşıya kaldıklarında, görüş ve düşünceleri yönlendirici olarak insan arzusuna itaat

ettiklerinde, çekişmeye düşerler. İnsanlar Allah'a ve Peygamberine teslim oldukları zaman -karşılaşılan soruna ilişkin olarak birbirinden farklı bakış açılarına sahip olsalar bile- aralarındaki çekişmenin en başta gelen sebebi ortadan kalkmış olur. Çünkü çekişmeye

neden olan insanların farklı görüşlere sahip olmaları değildir. Gerçek ortaya çıktığı halde insanı, görüşünde ısrara sürükleyen ihtirastır, arzudur. Bu da, insanın kendi"şahsını" terazinin bir kefesine,"gerçeği" de bir kefesine koyması ve daha baştan "şahsını" tercih etmesidir. Savaşla karşı karşıyayken Allah'a ve Peygamber'e itaat etmeye ilişkin bu direktifin yer alması bu yüzdendir. Hiç kuşku yok ki, bu direktif, savaş esnasında son derece gerekli olan"kontrol" işlemlerinden biridir. Burada en yüce yol göstericilik, en üstün komuta merciine itaat durumu sözkonusu olmaktadır. Kitleye komutanlık eden kişiye itaat de bundan kaynaklanır. Bu, gönülden gelen derin bir itaattir. Allah için cihat etmeyen ve komutana olan bağlılığı Allah'a bağlılıktan kaynaklanmayan ordularda görülen askeri itaat gibi göstermelik bir disiplin değildir. Bu ikisinin arasındaki mesafe korkunçtur.

Sabır ise savaşa girişmek için gerekli olan bir sıfattır. Hangi savaş olursa olsun, ister insanın kendi içinde giriştiği savaş olsun, isterse muharebe meydanında düşmanla giriştiği savaş olsun, mutlaka sabretmek gerekmektedir: "Sabrediniz, çünkü Allah sabırlılar ile

beraberdir."

Allah'ın beraberliği, sabırlılar için başarının, düşmana üstünlük sağlamanın ve kurtuluşun garantisidir. Son direktif de şudur:

"Yurtlarından çalım satarak, halka gösteriş yaparak sefere çıkan ve insanları Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayınız. Şüphe yok ki, Allah onların bütün yaptıklarını bilgisi ile kuşatmıştır."

“Bu direktif mümin kitleyi sahip olduğu maddi güçle büyüklenerek, çalım satarak, azgınlaşarak savaşa çıkmaktan ve Allah'ın bahşettiği gücü onun istemediği biçimde

kullanmaktan koruyor. Mümin kitle ancak Allah yolunda savaşa çıkar. İnsanların hayatına Allah'ın ilahlığını egemen kılmak ve kulların sadece ona kulluk yapmalarını sağlamak için çıkar. Mümin kitle, yüce Allah'ın kulların sadece kendisine ibadet etmeleri hakkını

gaspeden, Allah'ın izni ve hükmü dışında yeryüzünde hâkimiyet kurmak suretiyle yeryüzünün ilahlığını elinde bulunduran tağutların gücünü kırmak, saltanatlarını başlarına yıkmak, egemenliklerini yerle bir etmek için savaşa çıkar. Tüm yeryüzü boyutunda insanın -insanlığını hiçe sayan, onurunu kıran, onu alçaltan- Allah'tan başkasına kulluk zilletinden kurtuluşunu ilan etmek için savaşa koşar. Mümin, insanlığın saygınlığını, üstünlüğünü ve özgürlüğünü korumak için savaşa çıkar, insanlar üzerinde üstünlük sağlamak, onları kendine kul-köle yapmak, Allah'ın bahşettiği kuvvet nimetini böylesine iğrenç bir şekilde kullanarak azgınlaşmak ve şımarmak için değil. Savaşa ilişkin tüm kişisel çıkarlarından soyutlanarak koşar savaş meydanına. Allah'a itaat görevini

yerine getirmenin O'nun cihat emrine olumlu karşılık vermenin, O'nun hayat sistemini uygulamanın, yeryüzü boyutunda O'nun sözünü yüceltmenin, bundan sonra da O'nun lütfunu ve hoşnutluğunu beklemenin dışında zafer ve galibiyet O'nu ilgilendirmez... Hatta savaştan sonra elde ettikleri ganimetler bile yüce Allah'ın onlara yönelik lütfunun

eseridir.”614

Bedir Savaşı hak ile batılın birbirinden ayrıldığı ayrılık savaşıdır:

Kuşkusuz yüce Allah'ın direktifleri, yönetimi ve desteği ile başlayıp biten Bedir savaşı, ayrılık savaşıdır. Kur'ân'ı tefsir edenlerin görüş birliği içinde söyledikleri gibi hak ile batılın birbirinden ayrıldığı ayrılık savaşıdır. En kapsamlı, en geniş, en ince ve en derin anlamda ayrılık...

“Hak ile batıl arasında fiili bir ayrılıktı Bedir... Ancak, göklerle yerin dayandığı, eşya ve canlıların yaradılışının temeli olan ve Allah'ın ilahlıkta, otoritede, planlama ve takdir etmede birlenmesi, göğüyle, yeriyle, eşyasıyla, canlısıyla tüm evrenin bu biricik ilahlığa, bu tek otoriteye, bu ortaksız ve hiç kimse tarafından sorgulanmayan planlama ve takdire kulluk etmesi şeklinde somutlaşan hak ile, o gün için yeryüzünü kaplayan, bu temel ve değişmez hakkın üzerine çıkan, sonradan ortaya çıkmış, yeryüzünde diledikleri gibi Allah'ın kullarının hayatına yön veren tağutların ve hayatı ve canlıları yönlendiren arzuların ayakta tuttuğu temelsiz batılın ayrılığıydı bu. İşte Bedir'de böylesine geniş boyutlu ve büyük bir ayrılık gerçekleşmişti. Bundan böyle hiçbir zaman birbirlerine karışmayacak şekilde bu büyük hakla, azgın batıl birbirlerinden ayrılmış, tamamen kopmuşlardı.”615

“Bedir, boyutları ve mesafeleri aşan bu kapsamlı, geniş, ince ve derin anlamıyla hakla batıl arasında bir ayrılıktı. Şu hak ile şu batıl arasında vicdanın derinliklerinde gerçekleşen bir ayrılıktı. Vicdanda, duyguda, ahlâk ve davranışta, kulluk ve ibadette bütün ayrıntılarıyla her türlü batıl düşünceden soyutlanmış Allah'ın birliği inancı ile vicdanın Allah'ın dışında birtakım kişilere, mesnetsiz kuruntulara, değer yargılarına, rejimlere, gelenek ve göreneklere kul olmasını kapsayan tüm şekilleriyle şirk arasında gerçekleşen

Belgede Kur'ân'a göre azlık ve çokluk (sayfa 111-123)