• Sonuç bulunamadı

1.2. Kavramsal Ve Kuramsal Çerçeve

1.2.1. Üniversitelerin Gelişim Süreci ve Girişimci Üniversitelerin Doğuşu

1.2.1.4. İkinci Geçiş Dönemi

2. Dünya Savaşı’na kadar modern üniversite olarak anılan Humbolt modeli ile devam eden üniversite hayatı, 20. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, globalleşme, yükseköğretime olan fazlaca talep, bilgi toplumuna geçiş gibi değişimler sebebiyle üçüncü kuşak ya da çağdaş üniversite olarak nitelendirilen üniversitelere doğru yön değiştirmiştir (Günay, 2004: 4).

Dünyada yükseköğretim kurumlarının çağdaş üniversite olarak değişimini sağlayan önemli unsurlardan bazılarını aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür (Alkan ve Şahin, 2015:141):

- Artan öğrenci sayısı,

- Bilgi temelli inovasyon ve yeni temel teknolojiler, - Evrenselleşme ile toplumsal taleplerin sürekli değişmesi, - Artan disiplinler arası çalışmaların gerekliliği,

- Giderek önem kazanan bilimsel araştırmalar (Ar-Ge) ve artan maliyetler, - Üniversiteler arası rekabetçi piyasa,

- Sanayi ile zorunlu işbirliği ve kurumsal dışa açılma, - Girişimci paradigmaya doğru dönüşüm,

- Değişen ve gelişen piyasa koşullarına cevap verebilen bir yönetimin benimsenmesi,

Demokratikleşme ve küreselleşmeyle beraber kendi hallerinde olan üniversiteler her kesimden her yaştan ve cinsiyetten gence kapılarını açmıştır. Bu durum öğrenci sayısında önemli artışlar meydana getirmiştir. Avrupa’da 1900 yılında bayan öğrenci sayısı % 14 iken 1940’lı yıllarda bu sayının % 22’ye yükseldiği görülmektedir. Bu artış, üniversitelerin sosyal alanda ne derece etkin olduğunun bir göstergesidir (Perkin, 2007: 175).

Öğrenci sayısındaki yüksek artış, üniversiteleri yapı ve sistemlerini değiştirmeye zorlamış ve etkin yönetim stratejileri bulmaya itmiştir. Öğrenci sayılarında yaşanan patlama yükseköğretimin bilimsel bileşenini zayıflatan kitle eğitimini beraberinde getirmiştir. Bu durumda üniversiteler piyasada iyi bir konum elde etmek için en iyi öğrencileri ve akademik kadroyu cezbetmek ve bilimsel eğitimi yeniden yükseltmek için nitelikli eğitime odaklanmaktadır (Wissema, 2014: 22).

Üniversitelerde küreselleşmeyle birlikte yaşanan bu dönüşüm ve büyüme sürecinde öğrenci yapısı çeşitlenerek yükseköğretime katılanların yaş ortalaması daha fazla artmıştır. Bu bağlamda kadınlar, azınlıklar, farklı sosyal sınıf ve kimliklerden ve düşük sosyo-ekonomik statüden kişiler üniversitelerde daha fazla yer almaktadır (Altbach vd., 2009).

Yükseköğretim sisteminin yaşadığı bu hızlı büyüme ve öğrenci sayısındaki fazlalık ve çeşitlilik kamu harcamalarının oldukça artmasına sebep olmuştur. Buna rağmen, 1980’li yıllarda kamu yönetimindeki anlayış değişimle beraber siyasi iktidarlar, üniversitelerin amacı ve çalışma şeklinin tespitinde daha etkin rol oynamaya ve yükseköğretim sistemini daha fazla denetlemeye ihtiyaç duymuştur. Merkezi otoriteler, topluma karşı daha şeffaf olan, hesap verebilen bir yapı kurmak

ve toplumun ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayan, rekabetçi bir ekonomiye sahip olmak için yükseköğretim sistemine daha fazla müdahale etmişlerdir. Sistemi denetlemeye dönük yapılar da bu nedenle kurulmuştur (Eurydice, 2008; Fielden, 2008; OECD, 2003).

Kamunun yükseköğretim için ayırdığı finansmandaki payın küçülmesi, eğitim kurumları arasında hızla artan rekabet, bilimsel araştırma maliyetlerindeki hızlı büyüme üniversiteleri daha hızlı daha esnek olmak ve yeni finans kaynakları bulabilme konusunda daha girişimci olmak zorunda bırakmıştır (Mowery ve Sampat, 2006: 210). 21. yüzyılda üniversiteler tarafından yürütülen araştırmalar toplumun ihtiyaçlarına paralel olarak boyut değiştirmiştir. Sosyal ve iş çevresinden kopuk eğitim ve araştırma süreçleri olan Humboldt Üniversite yapısı yerini çok sayıda disiplinden bilim insanları, mühendisler ve tasarımcıların birlikte çalışmasını gerektirecek şekilde tek disiplinli boyuttan çok disiplinli bir sisteme bırakmıştır (Wissema, 2014: 24).

Üniversitelerde araştırma laboratuvarlarının kurulması sanayi devriminin başlamasıyla birlikte olmuştur. Teknik bölümler yeniden oluşturularak hızla güçlendirilmesi mühendislik eğitimini profesyonelleştirmiştir. Ancak yüzyılın sonuna doğru büyük işletmeler kendi AR-GE birimlerini kurmuş ve üniversitelere oranla çok daha hızlı sonuca ulaşmışlardır. İkinci Dünya Savaşı boyunca geliştirilen bilimsel araştırma projelerinin başarılı olması bu alana yatırımın artmasının temel sebebidir (Yüksel, 2008: 1).

Özellikle 20. yüzyılın sonlarından bu yana, iş dünyasında meydana gelen değişimler üniversite yapısı üzerinde önemli baskılar oluşturmuştur. Üniversiteleri bilgiyi keşfeden, bu bilgi ve beceriden değer yaratan, bilgiyi kullanılabilir ve para edecek şekle dönüştüren nitelikli bireyler yetiştiren küresel müfredat programları ve ders içerikleri hazırlamaya yöneltmiştir. Bu kapsamda girişimci üniversiteler işletme dünyası ve sanayi sektörü ile etkileşime geçerek piyasanın beklentilerine uygun donanımlı mezun verebilmek için programlarında ve ders içeriklerinde değişimler yaparak sürekli kendini güncellemektedir. Bilginin yeniden yapılandırılması öğrenciler için cezbedici bir durumdur (Razvan ve Dainora, 2009: 874).

Geçmişte çoğu zaman üniversiteden mezun olanlar için iş imkânları sadece kamu ile sınırlı ve yapılan meslek ile mesleki nitelikler arasında bir iş birliği söz konusu iken günümüzde hızla çoğalan mezunlar, bilgi yoğun üretim, inovatif düşünce, ileri teknoloji gibi sebepler üniversiteleri işletme-sanayi piyasasıyla işbirliği yapmaya zorlamıştır (Zhou ve Peng, 2008: 637-638). Bu işbirliği üniversitelere hem fon kaynağı hem de nitelikli mezunlara iş imkânı sunarken işletmelere ise yüksek maliyetli bilimsel araştırmaları daha düşük bütçe ile yapma imkânı tanımaktadır (Lazzeretti ve Tavoletti, 2007: 475).

Çağdaş üniversite modeline geçişle birlikte bilginin paraya dönüştürülmesi, üniversitelerin ticarileştirilmesi, yükseköğretim dünyasında sıkça tartışılan kavram olmuştur. Başka bir deyişle sanayi dünyasında kullanılan bazı terimler (Girişimci üniversite, müşteri, piyasa, piyasa değeri, kar oranı, katma değer, sürdürülebilir ilerleme ve kalkınma, misyon ve vizyon tanımlamaları, inovasyon) yükseköğretim camiasında kullanılan bir dil haline gelmiş adeta işletme bazlı girişimci kültür üniversiteleri etkisi altına almıştır (Xiong, 2012).

Globalleşen bir dünyada bilgi edinme, konuşma, tartışma, haberleşme Google, Facebook, Twitter gibi ulusal ve uluslararası alanda iletişim ve etkileşim olanakları sunan sosyal medya ağları ile gerçekleşmektedir (Gürdoğan, 2013: 1). 1800'lü yılların sonlarında MIT ve Stanford gibi araştırmacı ve yenilikçi ABD üniversitelerinde akademik personelin sanayi ve ticaret alanında danışmanlık hizmeti vermesi Girişimci Üniversite modelinin başlangıcı sayılabilir (Sakınç ve Bursalıoğlu, 2012: 94).

1.2.1.5. Bilgi Toplumu Çağın Üçüncü Kuşak ve Girişimci Üniversiteleri