• Sonuç bulunamadı

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Türkiye’deki Siyas

Siyasal gelişmelerle iktisadi gelişmeler arasında bir bağ olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu nedenle konunun açıklamasına girmeden bu hususa değinmekte fayda olduğu düşüncesindeyim. Çok partili düzene geçişte ve sonrası dönemde önemli rol oynayan liberal düşüncenin dinamikleri üzerinde ayrıntılı bir analiz yapmak, bu çalışmanın sınırlarını zorlayacağından, teorik açıdan bazı temel hareket noktalarını belirtmekle yetineceğim.

Liberalizm, bireyin ve toplumun üstünde sınırsız ve mutlak güçle donatılmış bir siyasal iktidar anlayışını reddeden ve bireysel özgürlüklerin ve toplumsal rızanın temel alınması gerektiğini savunan bir sistemdir. İktidarın bozucu, mutlak iktidarın mutlaka bozucu olduğunu savunan liberalizm bu iktidarın sınırlanması gerektiğine inanmaktadır.

Liberalizme göre bireyin özgürlüğüne yönelebilecek en büyük tehdit devlettir. Devletin bireylerin özgürlüğünü hiçe sayan, yok eden bir despot olması önlenmelidir. Bunun da yolu devletin birey için var olduğuna inanmak ve onu sınırlamaktır. Hiç kimse insanların mallarına ve sivil haklarına tecavüz etme yetkisine sahip değildir.274

Liberallerin savunduğu bireycilik, iktisadi anlamda toplum refahının bireysel servet kazanımından daha önemsiz olduğu anlamında olup, bireylerin dizginsiz ve müdahalesiz olarak her türlü girişimde bulunmalarıdır. İktisadi denetim ve düzenlemelere yer veren her türlü sosyal ve siyasal değere karşı çıkar. Bunun için iki kurumun gerekliliğine inanmaktadır: İktisadi özgürlük ve özel mülkiyet.275

Birey insiyatifi siyasal alanın şekillenmesinde en önemli kaynaktır ve liberaller mutlak iktidarlar karşısında konumunu netleştirdikçe, bireysel özgürlük liberalizmin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Liberal düşünce devlet otoritesinin müdahale silahları ile donatılmasına hep kuşkuyla bakmıştır.

Liberal düşünürlere göre; devletin sosyal adalet gibi bir fonksiyonu üstlenmesi yanlıştır. Piyasa ekonomisine güvenmeyip devlet dağıtımını savunmak bireyin haklarına, menfaatlerine ve hayatına müdahaledir. Devletin ekonomik alana müdahalesi arttıkça özgürlük ortadan kalkar ve despotik rejimler doğar.

Demokrasi, liberal devlet anlayışının toplumsal ve siyasal alanda gerçekleşmesi için tek yönetim şeklidir. Her iki sistemin de birbirine benzeyen ve birbiriyle örtüşen özellikleri vardır. Liberalizm kendini ancak demokrasiyle ve demokraside gerçekleştirebilir. Her ikisi de değişmeyen mutlak bir devlet otoritesiyle bağdaşmamaktadır.

Ekonomik liberalizm kavramı, her şeyden önce ekonomik faaliyetin politik kurumlardan bağımsız olarak, kendi yasalarına göre yürütülmesi ile ilgilidir. Buna göre liberal bir ekonomi politikası, devletin piyasa mekanizmasına müdahale etmemesi, yalnızca bu mekanizmanın serbestçe işlemesini engelleyen unsurların ortadan kaldırılmasına katkıda bulunması anlamına gelmektedir. Bu politika çerçevesinde dış ekonomik ilişkilerin de devlet kontrolünden bağımsız yürütülmesi, ihracat ve ithalatı engelleyen politik önlemlerle yabancı sermayeye karşı bir tavıra rastlanmaması söz konusudur. Bu doğrultuda liberal düşünürler politik düzeyle ekonomik düzeyin birbirinden ayrılması gerektiğini, devletin ancak piyasa mekanizmasının rahat işlemesini sağlamak amacıyla ekonomiye müdahale

edebileceğini savunmaktadırlar. Ayrıca liberal düşünce sistemi içinde hem tüketici hem de üretici olarak bireye çok önem verilmekte, bu yüzden de bireysel girişimciliği engelleyebilecek bütün kurumlara karşı çıkmaktadır. Bireyin ekonomik özgürlüğünün savunulması politikaya da yansımaktadır.

276

Liberal düşüncede sınırlanmış iktidara yapılan vurgu ekonomik liberalizmde devletin ekonomiye müdahalesine karşı duyulan karşıtlık ile kendini gösterir. Aslında piyasanın işleyişine yönelik olumlu müdahalelere pek soğuk bakılmaz, ancak bu tutum da sermaye sahiplerini destekleyen politikaların üretilmesi ile sınırlıdır. Devletin fonksiyonları ile piyasa ekonomisi arasında böyle bir bağ kurulduktan sonra, buradan serbest piyasaya uygun hareket eden bir iktidar anlayışına kolaylıkla geçilebilir ve piyasa korunduğu sürece devletin diğer alanlardaki baskıcı müdahaleleri (siyasal özgürlükler, insan hakları gibi) önemini yitirir. Siyasal liberalizmin anayasal düzeyde sınırlanmış iktidar anlayışı ekonomik liberalizmde oldukça muğlaklaşır ve kapitalizm bir devlet ideolojisi biçimine dönüşür. Ekonomik liberalizmde, toplumsal düzenin kendiliğinden oluşacağı yer ise piyasadır. Girişim serbestiyeti ve devletin ekonomiye müdahale etmemesinin doğal bir sonucu olarak piyasa tüm toplumsal süreçlerin odağı konumuna gelir. Siyasal liberalizmden, ekonomik liberalizme geçişte, bireysel özgürlükler, girişim özgürlüğüne; bireyin mutlak iktidar karşı korunması anlayışı, devletin ekonomiye müdahalesinin önlenmesine; toplumsal süreçlerin belirleyici olacağı düzen anlayışı, piyasa güçlerinin dengeyi kendiliğinden sağlayacağı inancına yerini bırakır.277

Özetle liberal ekonomide kişinin serveti, onun kendi kişiliği üzerindeki mülkiyetidir. Bu mülkiyet onu hür yapar ve mülkiyetin özel sahipliği kişinin servet edinme hakkını içerir. Servetini nasıl kullanacağı kişinin kendi tasarrufundadır. Genellikle de servetini kendi çıkarları doğrultusunda kullanma eğilimindedir. Böylelikle mülkiyetin hareketi hep onu en üst seviyede kullanabilecek ellere doğrudur.

276 M Akif Özer, “Girişimci Sınıf, İktisadi Hayat ve Siyaset”, G.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı 3, 2001,

s. 171.

277 Haluk Alkan, “Türk İşadamları ve Liberal Düşünce”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:

Liberal düşünceye kısaca göz attıktan sonra bahse konu dönemin baş aktörleri olan burjuva sınıfına da kavramsal olarak da gözden geçirmekte fayda olduğu düşüncesindeyim.

Toplumların siyasi tarihi, egemen sınıflar içinde güçlenen kesimlerin daha ileri gitmek geçmek için, kendilerine uygun yeni dengeler arayacaklarını anlatmaktadır. Savaşla birlikte serpilen ve sınıf safları sıklaşan Türkiye burjuvazisi de, 1945’in ortaya çıkardığı kapitalist ve sosyalist toplumlardan oluşan iki bloklu dünya sisteminde, özlediği tek başına iktidar yolunu kendisine açacak sosyal dayanaklara fazlasıyla sahip olnuştur.278

İlk olarak 1007 yılında Latince’de burgensis biçiminde ortaya çıkan burjuva kavramı, 1100 yılında Fransızca’da da kullanılmaya başlanılmıştır. Fransızca’daki kullanım biçimi olan burgeis, bir bourg’un, yani kentsel bir mekanın özgür sakini anlamını taşımaktadır. 279

Burjuva sınıfının doğuşu ve gelişimi, Avrupa’da gerçekleşmiştir. Özellikle feodalitenin yıkılmasının ardından, yaşanan hızlı toplumsal hareketlilik, burjuvazi olarak isimlendirilen bu sınıfın tarih sahnesinde önemli roller üslenmesine neden olmuştur.

Burjuvazi ekonomik olarak güçlendikçe siyasal ve hukuksal olarak da güçlenme çabası içinde olmuştur.280

Batı Avrupa kalkınması, sermaye sahiplerinin meydana getirdiği burjuvazinin gelişip güçlenmesiyle gerçekleşmiştir. Bu sınıf, her şeyden önce, tarihi ve ekonomik koşullardan ötürü maddeten güçlü bir sınıftır. Zengindir, elinde büyük sermayeler vardır. Avrupa’nın burjuvazisi, ilerici ve ihtilalcidir. Toplumun geri müesseseleriyle çarpışmış, eski düzeni yıkmış ve toplumu ileri bir aşamaya ulaştırmıştır. Mücadelecilik, burjuvazinin sınıfsal özelliğidir. Sonra toplumun normal akışı içinde ve tabii şekilde oluştuğu için, sayıca da önemlidir. Özellikle 18. yüzyılın sonlarında iktidarı alacak kadar güçlüdür. Her bakımdan yüksek bir düzeye erişmiştir. Avrupa’nın bu sınıfa

278 Ali Gevgili, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar, İstanbul, 1989, s. 50.

279 Immanuel Wallerstein, , “11. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kavram ve Gerçeklik Olarak Burjuva”, Irk,

Ulus ve Sınıf, (Ed. E. Balibar-I. Wallerstein), (Çev. N. Ökten), İstanbul, 1995, s. 169.

dayanarak kalkınması burjuvaların açıkgözlülüğünden ve şansından değildir. Burjuva sınıfının bu görevi yüklenebilecek nitelikte olmasındandır.281

Türkiye’deki sermaye sahipleri sınıfı, yaradılışı itibariyle, Batı’daki benzerinin görevini yüklenecek nitelikte değildir. Batı Burjuvazisi, feodal ilişkilerin çerçevesine sığamamasından ötürü, bu bağları koparmak, eski ve tutucu düzeni yıkmak ihtiyacından doğmuştur. Bizde ise, böyle bir ihtiyaç olmadığından şehirli sermaye sahipleri tutucu derebeylerinin bir ürünü, doğal müttefiki şeklinde oluşmuşlardır. Kökleri hemen her zaman büyük topraklardadır. Uzun süre, tarımdaki düzeni şehirlerde temsil etmişlerdir. Hal böyle olunca, bunlar ilkel derebeylik düzenini değiştiren ilerici güçler değil; uzun süre derebeyliğin müttefiki, devamı hatta garantisi olmuşlardır.

Avrupa burjuvazisi milli nitelik taşıyarak doğmuş, bu özelliğini belirli aşamalarda korumuştur. Türk burjuvazisi ise, iç gereklerin sonucu olmaktan çok, yabancı memleketlerin aracı komisyoncu ihtiyacının karşılanması için, bu yabancıların desteğiyle erken doğum yaptırılarak meydana getirilmiştir. Batı, yabancı ülkede kendi işini kolaylaştıracak ve aracılık yapacak bir zümreye ihtiyacı olduğundan, kendi burjuvazisinin bir kopyasını henüz feodalite benzeri bir iktisat dönemi yaşayan Türkiye’de yaratmaya çalışmıştır.282

Gerçi Osmanlı Devletinin son dönemlerinden başlayarak ve Cumhuriyet döneminde büyük bir hız kazanarak, ülkemizde tabandan gelmese bile en azından suni bir girişimci sınıfın oluşturularak, kalkınmada öncü rol oynaması beklenmiştir. Geleneksel devlet seçkinleri böyle bir yeni sınıf yaratmak istemişler ancak bunların dizginlerini de bir türlü koyvermek istememişlerdir.283

Bu sınıfın oluşabilmesi için zayıf ve güçsüz devlet mekanizması kullanılmış ve böylece Türkiye’de önemli boyutlara ulaşan bir devlet kapitalizmi doğmuştur. Ancak devlet gücünü ve devlet kapitalizmini kendi gelişiminde kullanan girişimci sınıf, bu türlü mili sanayi kapitalizmine geçme olanağı bulamamıştır.284

281 İsmail Cem, Türkiye’nin Geri Kalmışlığının Tarihi, İstanbul, 1975, 5.b., s. 355-356 282 Cem, a.g.e., s. 357-358.

283 Şerif Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İstanbul, 1994, 4.b., s. 116.

İnsanların devlet halinde örgütlenmelerinden bu yana bir iktidar mücadelesi vardır; ortak çıkarlara sahip insan gruplarının mücadelelerini siyasal hareket toplulukları oluşturarak yürütmeleri de bu mücadelelerin tarihi kadar eskidir.285 Modern devletin ekonomik ve sosyal hayata artan ölçüde müdahalesi, sosyal grupları bunları kendi çıkarlarına uygun yönlere yöneltmek amacıyla siyasal planda örgütlenmeye teşvik eder.286 Savaş sonunda Türkiye’de de durum bundan ibaret olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’nın darlık koşullarının bir yandan mevcut toplumsal yapı ile, öte yandan siyasi kadrolara ve yüksek bürokrasiye çok geniş yetkiler veren iktisat politikaları ile birleşmesi, bu dönemde gelir dağılımdaki çok önemli değişikliklere yol açmış ve bu dönüşümler savaş sonunun ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmelerini büyük ölçüde biçimlendirmiştir.

Ne var ki, bu dönemi sadece tüccarlar ile yüksek bürokrasi ve siyasi kadroların nemalarını paylaştıkları başıboş vurgun yılları olarak değerlendirmek yanlıştır. Tek parti rejiminin yönetici kadrolarının bir kanadı, savaş yıllarını, bir yandan haksız kazançlara set vuracak etkin devlet müdahalelerini yerleştirmek, öte yandan ekonomik ve kültürel alanda bazı kalıcı reformlara yönelmek için bir fırsat olarak değerlendirmek istemişlerdir. İktisadi gelişme göstergeleri bakımından bir kesinti ve gerileme dönemi olarak değerlendirilebilecek olan 1940-1945 yılları, 1946’da Türkiye’yi hem iktisat politikaları, hem dünya içindeki konumu, hem de siyasi yapısı bakımından tamamen farklı bir gelişme doğrultusuna yöneltecek yeni güç dengelerinin kurulmasına yol açan dönüşümlerin oluştuğu önemli bir kuluçka dönemi olmuştur.287

Savaş yıllarında CHP’nin uyguladığı politikalar sonucunda, toplumun geniş kesimleri yoksullaşıp sıkıntıya düşerken, belli unsurlar büyük vurgunlar ve zenginlikler elde etmişlerdir. Fakir kesimler tek parti yönetimi altında bunalmıştır. Buna karşılık uyguladığı bazı politikalar nedeniyle CHP iktidarı varlıklı kesimlerin de desteğini kaybetmiştir.288

285 Server Tanilli, Devlet ve Demokrasi, İstanbul, 1996, 8.b., s. 209. 286 Özbudun, Siyasal Partiler, Ankara, 1974, s. 21.

287 Boratav, a.g.m., s. 304-305. 288 Karatepe, a.g.e., s. 84.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, uluslararası politikada beliren yeni güç dengesi, Türkiye’nin yalnızca dış politikasını değil, iç politikasını da yakından etkilemiştir. Müttefiklerin zaferi, otoriter tek partili rejimlere karşı liberal demokrasinin zaferini simgelerken, savaşın barış ve özgürlük adına yürütüldüğünü ilan eden Demokrasi Cephesi, savaş sonrasındaki geçerli rejimin adını da koymuştur. Savaş sonunda gerek uluslararası kuruluş ve ilişkilerde, gerekse Batı kamuoyunda demokratik olmayan ülkelere karşı köklü bir tutum ve davranış oluşmuştur.289 Artık Avrupa’da müttefik orduların da yardımıyla çok partili ve serbest seçim esasına dayalı liberal demokrasiler kurulacaktır. Batı ittifakının içinde yer almak isteyen bir ülkenin de bu önemli siyasal gelişmelerin tamamen dışında kalması elbette mümkün olmamıştır.290

Savaşın bitmiş olduğu 1945 Mayısında bütün dünya sevinç çığlıkları atarken, Türkiye’de siyasal güç ile ekonomik güç arasındaki savaş Toprak Reformu Tasarısı ile yeni boyutlar kazanmıştır.291 Varlık Vergisi ticaret sermayesinin çıkarlarını tehdit eder bir özellik taşırken, 1945 yılında kabul edilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu da CHP ile toprak ağaları arasında daha önce kurulmuş olan ittifakı sona erdirmiştir. Bu gelişmeler çok partili siyasal rejimin oluşumunda belirleyici iç dinamikler olmuştur.

Tek parti yönetimi boyunca kendilerini siyasal alanda meşru bir biçimde temsil ve ifade etme olanağı bulamayan değişik anlayıştaki muhalefet akımları, 1945 yılında, gerek uzun zamandır yönetime karşı oluşan birikimlerden ve gerekse İkinci Dünya Savaşı yıllarında izlenen ekonomik politikaların yarattığı ağır ekonomik ve sosyal sorunlardan dolayı kendilerine geniş bir toplumsal taban bulma olanağına kavuşmuşturlar. CHP’nin o zamana değin desteğini aldığı gruplar da artık partiden uzaklaşmaya başlamışlardır. Muhalefet ise, yeni olmanın verdiği güçle, kısa zamanda değişik toplumsal grupların temsilcisi olma durumuna erişme olanağını elde etmiştir.

289 Ömer Kürkçüoğlu, “Türk Demokrasisinin Kuruluş ve İşleyişinde Dış etkenler” Ankara,

A.Ü.S.B.F Dergisi, Cilt 33, Sayı 1-2, Mart-Haziran 1978, s. 234.

290 Koçak, a.g.m., s. 134.

291 Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-2001), Ankara, 2001, 6.b.,

Ancak, bu muhalif hareketin ne zaman ve ne ölçüde bir siyasal sistem değişikliğine varacağı, hatta varıp varmayacağı muhalefetten çok yine tek parti yönetiminin kendi elinde olmuştur. Öte yandan bizzat CHP ve yönetim içinde bu tür bir gelişmeye karşı önemli ve ciddi bir direnme olmuştur.292

Parti ile devletin özdeşleştiği tek parti rejiminde Milli Şef konumunda bulunan Cumhurbaşkanı İnönü tarafından 1945 yılı başlarında geçiş kararı verilmiş ve bu doğrultuda liberalleşme girişimlerine başlanmıştır. İnönü’nün kararındaki en önemli etkenlerden birisini Sovyetler Birliği’nin tehdidine karşı Batılı devletlerin desteğini kazanmak gibi bir dış politika kaygısı oluşturmuştur.293

Liberalleşmenin ilk belirtileri Nisan ayındaki San Francisco konferansı sırasında görülmekle beraber, ilk resmi işaret, Cumhurbaşkanı İnönü tarafından 19 Mayıs 1945 nutkunda verilmiştir. İnönü bu nutkunda son derece ihtiyatlı bir dil kullanmakla beraber, demokrasi yolunda ilerleneceğini belirtmiş ve bu yönde gösterilen çabalara yeşil ışık yakmıştır. Ondan sonraki adım, 17 Haziran 1945’de altı milletvekilliği için yapılan ara seçimlerde CHP’nin aday göstermemesi olmuştur. İlk kez resmi aday gösterilmemesi, seçimlerin büyük bir ilgi toplamasına ve son derece hareketli geçmesine yol açmıştır. İnönü’nün seçimlerde resmi aday göstermemesi aslında bürokratik kontrol mekanizmasının yeni oluşan burjuva sınıfına karşı etkinliğini kaybetmeye başlamasının bir işaretidir.294 Temmuz 1945 başında ise, Nuri Demirağ, Milli Kalkınma Partisi (MKP) adıyla yeni bir parti kurmak için valiliğe başvurmuştur. Nihayet 5 Eylül 1945’de Başbakan Şükrü Saracoğlu, verdiği beyanatla MKP’nin kurulmasına izin verildiğini açıklamıştır. Bu demeçten sonra siyasal rejim değişikliği kamuoyuna artık iyice mal olmuştur. İnönü de 1 Kasım 1945’de verdiği Meclis açış nutkunda, çok daha açık konuşmuştur. Tek eksiğimizin, hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmaması olduğunu ve bu yolda memlekette geçmiş tecrübeler olduğunu, hatta iktidarda bulunanlar tarafından teşvik edilen girişimler olduğunu

292 Koçak, a.g.m., s. 140.

293 Nihal Kara-İncioğlu, “Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş ve Demokrasi Sorunları”,

(Der. Ersin Kalaycıoğlu-Ali Yaşar Sarıbay), Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, İstanbul, 2000, s. 206-209.

294 Tim Jacoby, Agriculture, The State and Class Formation in Turkey’s First Republic (1923-

söyleyen İnönü, bunların başarılı olamamasının bir talihsizlik olduğunu, ancak memleketin ihtiyaçları gereği hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka bir siyasi partinin kurulmasının mümkün olacağını dile getirmiştir.295

Ayrıca İnönü bir siyasi kurul içinde prensipte ve yürütmede arkadaşlarına taraftar olmayanların hizip şeklinde çalışmalarından fazla, bunların, düşünceleri ve programları ile açıktan durum almaları, siyasi hayatımızın gelişmesi için daha doğru yol, milletin çıkarları ve siyasi olgunluğu için daha yapıcı bir tutumdur296 sözleriyle, CHP’den kopacak bir muhalefet partisinin kurulmasını açıkça teşvik etmiştir.

Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’ni İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok partili rejime götüren süreç, esas seyrini daha 1945 yılında tamamlamıştır.297 Sorun, siyasal muhalefete verilecek izin sorunu olmuştur. Söz konusu izin, gerek dış politika gelişmelerini değerlendiren ve gerekse iç politikada gelişen siyasal muhalefet akımına dikkat eden İnönü tarafından kendi saptadığı zamanda ve kendisinin çizdiği biçimde 1945 yılında ve yıl içinde aşamalı olarak verilmiştir.298

Hükümet kanadında bunlar yaşanırken Demokrat Partinin doğumuna

neden olacak muhalefet, 1945 Mayısında iyice su yüzüne çıkmıştır. 21 Mayıs 1945’de başlayan bütçe görüşmeleri Meclis’te etkin bir muhalefetin

varlığını göstermiştir.299 29 Mayıs 1945’de Başbakan Saracoğlu’nun yedi aylık bütçesi için yapılan oylamada aralarında DP’nin kurucusu olan dörtlünün de bulunduğu beş milletvekili karşı oy kullanmışlardır. CHP içinde başlayan muhalefet hareketi, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun T.B.M.M.’de görüşülmesi sırasında açıkça ortaya çıkmıştır.300

Bu gelişmeler üzerine, savaş yıllarında gittikçe güçlenen tüccarlar ile büyük toprak sahipleri siyasal iktidarı ele geçirmek için harekete

295 Cumhuriyet, 2 Kasım 1945. 296 Cumhuriyet, 2 Kasım 1945.

297 Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, Ankara, 1990, s. 5. 298 Koçak, a.g.m., s. 140.

299 Mehmet Kabasakal, Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlenmesi (1908-1960), İstanbul,

1991, s. 164.

300 Osman Akandere, “Bir Demokrasi Beyannamesi Olarak Dörtlü Takrir’in Amacı ve

geçmişlerdir.301 Çok partili sisteme geçişte ilk kurulan parti olmasının dışında, Türk siyasi hayatında fazla bir önemi olmayan Milli Kalkınma Partisi’nin kurucusunun zengin bir işadamı olması da bunun bir işaretidir. Özellikle sanayiciler ile İslamcı ve milliyetçi kesimin partisi olma iddiasıyla ortaya çıkan MKP devletçiliği reddetmiş ve CHP’yi Rus taraftarı olarak nitelemiştir.

Demokrat Parti’nin doğuş ve yükseliş sebepleri incelendiğinde aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkmaktadır.

1946’da CHP’den koparak Demokrat Partiyi kuranlar, İkinci Dünya Savaşı’nın zorluk ve kıtlıkları içinde palazlanan sermayedar ve tüccar kesimlerinin temsilcileridir. DP’nin doğuşu, bir bakıma, CHP’nin bölünmesi olarak nitelenebilir; bu ise, artık kendini daha güçlü ve güvenli hisseden ve köylü kitlelerini peşine takan sermaye sahiplerinin, iktidar bloğu içinde bürokrasinin çeyrek yüzyıllık vesayetini kırması anlamına gelmektedir.302

Demokrat Parti, savaşı demokrasi cephesinin kazandığı ve CHP iktidarının uygulamalarından rahatsız olan büyük toprak sahiplerinin ve tüccarların CHP içindeki temsilcilerinin kendilerine duydukları güvenin arttığı bir dönemde, duydukları tepkileri gün yüzüne çıkarmalarının bir sonucu olarak kurulmuştur.303 Hatırlanmalıdır ki, 1943 başlarında yapılan seçimlerle oluşan CHP grubu, bürokrat, tüccar ve toprak ağası karışımı bir topluluktur. Aralarında, Kurtuluş Savaşı’nın hilafetçi paşalarından, Varlık Vergisi düşmanlarına, büyük toprak ağalarına kadar her kesimden temsilci vardır.304

Türkiye’nin kapitalist kampa katılmasında büyük rol oynayan zihniyeti yansıtan DP, CHP’nin bağrından çıkmıştır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun görüşülmesi esnasında net bir şekilde büyük toprak sahiplerinin yanında yer alan muhalefeti, savaş sırasında palazlanan iş çevrelerinin ve büyük çiftçilerin desteğini alarak adeta örtülü bir sermaye hareketi biçiminde nitelemek mümkündür. Diğer yandan büyük toprak sahipleri ile savaş zengini, karaborsacı, vurguncu tüccar ise CHP’yi kendilerine düşman kabul

301 Hakkı Uyar, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, İstanbul, 1998, s. 196. 302 Neşecan Balkan-Sungur Savran, Sürekli Kriz Politikaları, 2000’li Yıllarda Türkiye,

İstanbul, 2004, s. 22.

303 Uyar, a.g.e., s. 197. 304 Bila, a.g.e., s. 101.

etmişlerdir. Bu toplum katmanları DP’nin maddi ve manevi destekçileri, dayandığı gruplar olmuştur. Bu açıdan bakıldığında DP sermayenin, toprak zenginlerinin partisi olmuştur.305

Parti kuruluşundan sonra Cumhuriyet Gazetesi’nin muhabiri Celal Bayar’la bir görüşme yapmıştır. DP’nin, dayanmayı tasarladığı toplumsal