• Sonuç bulunamadı

İthal İkameci Sanayileşme Stratejisi

1. KALKINMA SORUNU VE KALKINMA TEORİLERİ

1.2. KALKINMA TEORİLERİ VE STRATEJİLERİ

1.2.3. Dış Ticaret Teorisi Açısından Sanayileşme Stratejileri

1.2.3.1. İthal İkameci Sanayileşme Stratejisi

İthal ikamesi, en dar anlamıyla; ithal edilen malların yurtiçinde üretilmesini sağlamak amacıyla koruma önlemlerinin uygulanması veya daha başka bir deyişle ithalatın kısmen veya tamamen kısıtlanarak yurtiçi pazardan, yabancı üreticilerin uzaklaştırılması olduğu söylenebilir. Geniş anlamıyla ithal ikamesi iç pazara (talebe) dönük sanayileşmedir (Oksay/a, 1981:20).

İthal ikamesi ile dış koruma daima el ele gider. Kurulan endüstriler, her türlü dış ticaret ve kambiyo politikalarıyla dış piyasanın rekabetinden korunmaya çalışılır. Bu tip sanayileşme modelinde Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisi’nin yol göstericiliğinden yararlanılmaz. Seçici değil, dengeli bir sanayileşme söz konusudur. Başka bir deyişle, kalkınma felsefesi, ilerde gelişip rekabetçi duruma geçecek, dinamik karşılaştırmalı üstünlüklere sahip endüstrilerin seçilip bunların geçici bir süre korunması ilkesine

dayalı değildir. Aksine, beklenen talep artışlarına göre, endüstrilerarası ileri ve geri bağlantıları dikkate alarak yatırım fonlarının dengeli bir biçimde dağıtımı esas alınır (Seyidoğlu, 1988:424).

İthal ikamesi stratejisinin seçiminde en tutarlı görüş bebek endüstri tezidir. Temeli F. List’e kadar dayanan bu görüşe göre, sanayileşmenin başlangıcında sınai üretimde parça başına maliyetlerin yüksek olması kaçınılmaz olduğu için yeni kurulan sanayilerin belli bir süre dış rekabetten korunması gerekir. Fakat zamanla, optimum ölçekli işletmeler kurulup kitlesel üretime geçilince içsel ve dışsal ekonomilerden yararlanılarak parça başına maliyetlerin düşeceği ve bir müddet sonra da ihracata yönelik stratejiye geçileceği umulur (Düğer ve İsgender, 1999:18).

Yukarıda ifade edilen bebek endüstri tezinin başarı şansı içsel ve dışsal ekonomilerin ortaya çıkmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Daha önce “Dengeli Kalkınma Yaklaşımları” konusu içerisinde de ele alınan bu ekonomiler özetle, artan tecrübe sayesinde başlangıçtaki güçlüklerin yenilmesi ve kurulan sanayilerin verimli hale gelmesini ifade etmektedir. Bebek endüstri tezinin işlemesi öncellikli olarak himayesi düşünülen sanayinin kurulmuş olmasını gerektirir. Sözkonusu sanayi kurulduktan sonra iki testten başarı ile geçmesi önemlidir. İlk olarak, gümrük himayesinden yararlanan endüstriler, teknik bilgi ve tecrübe yönünden süratli bir gelişme göstermeli ve ileri ülkelere göre kaybedilen zamanı, mümkün olan en kısa süre içinde telafi etmeleri gerekir. İkinci olarak ise, gümrük himayesinden yararlanan sanayilerin en kısa sürede dışsal ekonomilerden yararlanır hale gelmesi ve üretim maliyetinin; “öğrenme süresi”nin yüksek masraflarını telafi edecek ölçüde azaltılmasını şart koşar. Bu iki başarı sağlandıktan sonra ise himayenin kaldırılması ekonomideki kaynak dağılımının optimal olmaktan uzaklaştırılmaması ve gelir dağılımında adaletsizliğin artırılmamış olması açısından önemli olmaktadır (Savaş, 1986:226-227).

Bebek endüstri tezinde uygulanan himaye politikası, azgelişmiş ekonomilerde sanayileşmeyi yaygın biçimde öneren politikalarla birleşmektedir. Yaygın sanayileşme, belirli endüstri alanlarında, bütün endüstrileri birden geliştirmeyi hedef alan stratejidir. Sözkonusu strateji daha önceki bölümlerde incelenen “Dengeli Kalkınma Yaklaşımı” ile

bağdaşmaktadır. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında bebek endüstri tezindeki himaye politikasının sadece karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olunan sanayi dallarında değilde, sanayi sektörünün birçok dalına birlikte uygulanılacağı anlaşılacaktır. Daha önceki bölümlerde “Dengeli Kalkınma Yaklaşımı” çerçevesinde de incelendiği üzere karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olunmayacak endüstri dallarının da geliştirilmesi uzun dönemde gösterecekleri olumlu etkilere bağlı olacaktır. Bu etkiler özetlenecek olunusa; başlangıçta bu endüstrilerde, üretimin birim maliyeti uluslararası maliyetlerin üzerinde olsa bile, uzun dönem içinde sözkonusu endüstri gelişerek uluslararası maliyetler düzeyine inebilir. Ayrıca sözkonusu endüstriler uzun dönemde uluslararası maliyetlerin üzerinde bulunsalar bile katma değer, istihdam ve teknolojik gelişme açısından oluşturacakları olumlu etkiler nedeniyle bunların kurulması ekonomi için daha yararlı olacaktır (Manisalı, 1975:111-114).

Yukarıda izah edilen bebek endüstri tezine ek olarak sanayinin himaye edilmesi konusunda 1950’li yıllarda da yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Bu konuda en güçlü yorumlara E. Hagen ve K. Mandelbaum’da rastlanmaktadır. Hagen özet olarak gizli işsizliğin varolduğu tarım sektöründe durumu incelemekle işe başlamaktadır. Az gelişmiş bir ekonominin tarım sektöründe emeğin prodüktivitesi(hem ortalama hem de marjinal olarak) sanayi sektörüne oranla çok düşük seviyede bulunduğundan emeğin sanayi sektörüne aktarılması gerekmektedir. Emeğin tarım sektöründen sanayi sektörüne aktarılması hem ekonominin üretimini artıracak hem de gelir seviyesini yükseltecektir. Fakat sanayi sektöründe ücretlerin yüksek olması(bunun sebepleri piyasa aksaklıkları, sendikaların etkisi vs. olabilir); kaynakların tarım ve sanayi sektörleri arasında yeniden dağıtımını başarabilmek için, sanayi sektörünü gümrükle himaye etmeyi gerektirir (Savaş, 1986:228). Çünkü ücretlerin yüksek seviyede bulunması üretim maliyetlerini artırdığından yeni kurulan sanayi dalının dış sanayiyle rekabet edebilmesi başlangıçta oldukça güç olacaktır. Mandelbaum ise, genç endüstri veya bebek sanayi gibi adlarla tanımladığı korumacılık tezinin başarıya ulaşabilmesi için kısaca şu fikirleri ileri sürmektedir: Ona göre korumanın bir sınırı olmalıdır. Örneğin ülke başlangıçta kendi iç talebinin tamamını veya tamamına yakın bir kısmını karşılayabilecek bir yerli sanayie sahip ise ve bunun yanında nüfus artışı ve tüketim harcamaları düzeyi çok yüksek değil ise ülke bir süre daha kendi kendine yeterliliğini

sürdürebileceğinden sorun çakmamaktadır. Bunun aksi koşullarında ise, örneğin nüfus artışı çok fazla ise oluşacak fazla işgücü massedilemeyeceğinden korumanın devam ettirilip yeni sanayilerin kurulması gerekmektedir (Oksay/a 1981:20-21).

Gerçekte Hagen’in ve koruma lehindeki tüm tezlerin yeni ifadeleri, korumacılık politikasını, bu politikanın uygulanmadığı durumla karşılaştırarak, reel üretim ve reel geliri daha fazla artıran bir araç olarak öneren tüm tezleri kapsamaktadır. Bu yeni tezler arasında, en önemlileri imalat sanayiinde varolduğu sayılan, dışsal-ekonomiler ile ilişkili olanlar ve emeğin sanayideki marjinal veriminin tarımdaki marjinal verimden fazla olması ile karakterize edilen bir dengesizlik olgusu üzerine geliştirilen tezlerdir. Sonuç olarak, tarım ve sanayii sektörü arasındaki bu çarpıklıkların sanayi mallarına tarifeler konulmasıyla giderilmesi gerektiği ileri sürülür. Böylece koruma yoluyla sanayide teşvik edilen üretim artışı, karşılaştırmalı üstünlükler teorisi tezinin aksine gerçekleştirilebilir (a.g.e, 21).

İthal ikameciliğin dünya ekonomisindeki yansımalarına bakıldığında en çok tartışıldığı yıllar 1929 krizinden sonraki döneme rastlamaktadır. Ancak bu dönemdeki ithal ikamesi ile 1950’li yıllarda tartışılan ithal ikamesi farklı sebeplerden kaynaklanmaktadır. 1930’lu yıllarda bazı büyük az gelişmiş ülkeler (Latin Amerika ve Türkiye gibi) de ortaya çıkan ithal ikamesi, dünya pazarındaki aşırı daralma ve temel mal fiyatlarının çökmesi sonucu, ekonomide ortaya çıkan kopukluğu gidermek için gündeme geldi. Bilinçli ve kapsamlı bir stratejiye dayanmıyordu. İhraç ürün fiyatlarının çökmesiyle, tüm sosyal sınıflar bu durumdan olumsuz yönde etkilenmişti. Dolayısıyla doğrudan devletin varlığını tehdit eden bir durum ortaya çıkmıştı. Bu yüzden ekonomide ortaya çıkan kopukluğu gidermek, içe yönelik bir üretim yapmakla mümkün olabilecekti. 1950’li yıllarda kapitalist dünya ekonomisi krizi atlatıp, yeniden “genişleme” dönemine girmesiyle, yeni dönemin ihtiyaçlarına ve hakim konumdaki ekonomilerin çıkarına işleyen yeni bir “tamamlayıcılık” ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla 1950’lerdeki ithal ikamesi ticaretin yapılmamasından değil tam tersine ticaretin genişlemesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Zaten az sayıdaki ülke dışında, azgelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunda ithal ikamesi 1950’li yıllarda başlamıştır. Yani belirleyici olan, sanayileşmiş ülkelerdeki gelişmelerdir (Başkaya, 1997:100-101).

İthal ikameci sanayileşme iki aşamada gerçekleştirilmektedir. Birinci aşamada amaç ithal edilen temel tüketim mallarının yurtiçinde üretimini sağlamaktır. Daha sonraki aşamada ise ara malı ve yatırım mallarının ithal ikamesi gerçekleştirilir.

İthal ikamesinin birinci safhasında giyim, ayakkabı ve ev eşyası gibi dayanıksız tüketim malları ile bunların girdileri ithalatını, yerli üretimle ikame etmek üzere, yüksek korumacılığa gerek duyulmamaktadır. Çünkü bu malların üretimi iyi eğitilmiş işgücü ve ileri teknoloji gibi gelişmekte olan ülkelerin sahip olmadıkları olanakları gerektirmemektedir. Gelişmekte olan ülkelerin, bu mallar konusunda sahip oldukları mukayeseli üstünlükler, çoğunlukla, ithal ikamesinin birinci aşamasının niçin kolay bir aşama olarak düşünüldüğünü açık şekilde ifade etmektedir. Aynı zamanda bu malların iç üretiminin, iş gücü eğitimi, teşebbüs kabiliyetinin geliştirilmesi ve teknolojinin yaygınlaştırılması şeklindeki dışsal ekonomiler sağladığı ölçüde, ılımlı bebek endüstrisi korumacılığından ve bunların geliştirilmesinden söz etmek mümkün olabilecektir. İthal ikamesinin kolay aşamasında döviz tasarrufuna yol açtığı için, gelişmekte olan ülkelerde kronik sorun olan dış ödemeler bilançosu açıklarına çözüm getireceği ve döviz kaybını azaltacağı düşünülmektedir (Düğer ve İsgender, 1999:18-19).

İthal ikamesinin ikinci aşaması ithal edilen ara malları ile yatırım mallarının yurtiçi üretimle ikame edilmesidir. Bu mallar, birinci aşamada ikame edilenlerden farklı özellikler taşımaktadır. Petro-kimya ürünleri, çelik gibi ara malları, yüksek oranda sermaye yoğun mallardır. Burada önemli ölçüde ekonomik ölçekli olma sınırlaması söz konusudur. Etkin fabrika büyüklüğü ölçeği, gelişmekte olan ülkelerin iç ihtiyaçlarına kıyasen büyüktür ve düşük hasıla seviyelerinde maliyetler hızla artmaktadır. Üstelik, maliyet fiyatı ile satış fiyatı arasındaki fark, nispeten düşüktür. Örgütsel ve teknik verim düşüklükleri, yüksek maliyetlere yol açmaktadır. Öte yandan bu endüstrilerde yüksek oranlı ithal girdisi ihtiyacından dolayı döviz tasarrufu imkanlarını da azaltmaktadır. Neticede bu sanayi dallarında üretimin iç girdi maliyetini korumak için aşırı korumanın devamlılığını zorunlu kılmaktadır (a.g.e, 19).

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere üretim kaynaklarının sanayi kesimine tüketim malları üreten kesimlerden başlayarak yayılmasını öngören ithal ikameci stratejide devlete önemli görevler düşmektedir. Sanayileşmiş ülkelerin varolduğu bir dünyada azgelişmiş ülkelerin sanayileşmelerini sağlayabilmeleri ve bunu pür bir piyasa mekanizmasıyla gerçekleştirmeleri doğal olarak gerçekçi olmayacaktır. Bu ise sanayileşme sürecinde devletin ekonomiye müdahale etmesi gereğini doğurur. Strateji ile bütünleşen devlet müdahaleciliğinin birincil olarak iç pazarı dış rekabetten korumak üzere gümrük tarifeleri, kotalar, kambiyo denetimi ve ithal yasakları etrafında toplandığı görülür. İkinci olarak, devlet her ne kadar tasarrufları düşürücü bir etkiye sahip olsa bile, yatırımları teşvik etmek üzere reel negatif faiz politikası izleyerek sanayi kesimine ucuz finansman imkanları sunar. Üçüncü olarak, döviz tahsisi yoluyla geliştirilmek istenen sanayi kesimlerine ekonomide kıt kaynak olan dövizi dağıtır. Bu yöntem ile ekonominin ithal kapasitesi sanayiinin emrine verilmiş olur. Bunlardan daha da önemlisi, hızla sanayileşmenin sağlanması için devlet özel teşebbüsün yanı sıra kendisi de açık finansman yöntemini de bilinçli olarak kullanarak yatırımlara yönelir (Balkanlı, 1991: 42).

İthal İkameci Sanayileşme Stratejisinde devlet iç pazarı dış rekabetten korumak için koruma politikası uygularken, bunda amacı, uzun dönemde iç talebin desteğinde tüketim malları sanayilerinden başlayarak yatırım malları sanayilerine doğru sanayileşmeyi gerçekleştirmektir. Süreç bu şekilde gelişmekle birlikte, bu strateji uygulamalarından beklenen başarının sağlanabilmesi için bazı şartların gerçekleşmesi gerekir: Öncelikle sanayileşme sürecinde girdiler ve yatırım malları ithalatında bir darboğaz yaşanmamalıdır. İkinci olarak, sanayileşmenin ileri aşamalarına doğru gidildikçe, üretim sermayesinin payı yükselirken, buna bağlı olarak verimliliğinde yükselmesi gerekir. Üçüncü olarak, kurulan sanayilerin yapısı gereği ilk aşamada dışa açılamadığı çerçevede üretimleri artarken, iç talep de bu artışa uyum göstermelidir. Bunların yanı sıra dördüncü bir konu da ekonomik gelişme sürecinde tasarruf darboğazı ile karşılaşılmamalıdır. Ancak temel kabul edilebilecek bu şartların gerçekleşmesiyle, strateji kendisinden bekleneni gerçekleştirebilecek, ülke ekonomik gelişme sürecinden kopmayacaktır (a.g.e, 42).

İthal ikameci Sanayileşme Stratejisi bazı dezavantajları ve çelişkileri de beraberinde getirmektedir. En başta ithal ikamesi politikası uygulandığında, firmalar gümrük duvarları arkasına gizlenme imkanı bularak dış kaynaklı rekabet karşısındaki avantajlı pozisyonları nedeniyle, modern üretim tekniklerini benimseme gereği zorlayıcı olmayacak ve maliyetlerini düşürme yönünden sistematik çabalara girmeyeceklerdir. Bu durum teknolojik gelişmeyi engelleyecektir. Öte yandan bu firmalar, ithal ikamesi politikasına bağlı olarak, verimlilik artışı çabalarını göz ardı etmelerine neden olacak biçimde yüksek düzeyde teşvikler elde edebileceklerinden dolayı, sahip oldukları kaynakları da etkin bir biçimde kullanmayacak ve bu durum kaynak israfına neden olacaktır (Duran, 1997:36).

Bir diğer dezavantaj, ödemeler bilançosundaki açıklar şeklinde kendini gösterecektir. Çünkü yurtiçinde üretim bir kısım girdinin dışarıdan ithal edilmesini gerekli kılmakta ve ihracat yetersizliği dış ödemeler bilançosunda açıklar oluşturmaktadır. Bu durum çokuluslu şirketlerin politikalarıyla ilgilidir. Uluslararası planda faaliyet gösteren büyük şirketler, azgelişmiş ülkelere transfer ettikleri makinaları bir mal olarak değil, sermaye olarak transfer etmeyi yeğlerler. Dolayısıyla bunlar azgelişmiş ülkelere yüksek fiyatlarla intikal eder. Bu çelişkiyi aşmanın yolu sanayi ürünleri ihracatını artırmak şeklinde olabilir. Ama bu alanda da bir dizi olumsuzluk sözkonusu olmaktadır. Bir kere sanayileşmiş kapitalist ülkelerin korumacı önlemleri sözkonusu, ikincisi daha önce sözü edilen sanayi ürünlerinin dünya pazarında rekabetçi olmayışı, üçüncüsü de eşit olmayan değişimin “hafif” sanayi ürünleri içinde de sözkonusu olmasıdır. Fakat asıl zorluk ihracı söz konusu olan malların sanayileşmiş ülkelerdeki malların benzeri olmasından kaynaklanmaktadır. Ödemeler bilançosundaki açıklar sonucunda oluşan bu darboğazların diğer nedenleri arasında yabancı sermayeye yapılan kar transferleri ile dış borç faiz ödemeleri de gösterilebilir (Başkaya, 1997:102-115) .

İthal İkameci Sanayileşme Stratejisinin azgelişmiş ülkelerin tarımsal bir görünüm arzeden ekonomilerinin sanayileşme yörüngesine oturmasında önemli bir yere sahip olduğu gerçek olmakla birlikte, gerek yapısından kaynaklanan ve gerekse uygulamadan doğan çeşitli sorunlar nedeniyle stratejiyi uygulayan ülkelerin bir kriz ortamına girmeleri söz konusu olmuştur. Esas olarak döviz darboğazına bağlı olarak ortaya çıkan

bu olumsuzluk, bu stratejiyi uygulayan ülkelerin bir kısmında zaman içerisinde sanayileşme stratejisinde ihracata dönük sanayileşme yönünde bir değişimi doğurmuştur (Balkanlı, 1991:42).