• Sonuç bulunamadı

Ekonomik Bunalım ve 1980 Dönüşümü

2. TÜRKİYE’NİN SANAYİLEŞME SÜRECİ

2.1.5. Ekonomik Bunalım ve 1980 Dönüşümü

İthal ikameci Sanayileşme Stratejisinin azgelişmiş ülkelerin tarımsal bir görünüm arzeden ekonomilerinin sanayileşme yörüngesine oturmasında önemli bir yere sahip olduğu gerçek olmakla birlikte, gerek yapısından kaynaklanan ve gerekse uygulamadan doğan çeşitli sorunlar nedeniyle stratejiyi uygulayan ülkelerin bir kriz ortamına girmeleri söz konusu olmuştur. Esas olarak döviz darboğazına bağlı olarak ortaya çıkan bu olumsuzluk, ithal ikamesinin uzmanlaşmayı engellemesi, iç pazar darlığına yol açması, kaynak israfı ve işsizliğe yol açması, ödemeler dengesi açıklarını doğurması, enflasyon ve dışa bağımlılık oluşturması gibi etkileriyle birleştiğinde, bu stratejiyi uygulayan ülkelerin bir kısmında zaman içerisinde sanayileşme stratejisinde İhracata Yönelik Sanayileşme Stratejisi yönünde bir değişimi doğurmuştur (Balkanlı, 1991:42). Türkiye’nin sanayileşme sürecinde, 1980 öncesinde uygulanan İthal İkameci Sanayileşme Stratejisinin 1970’lerin ikinci yarısından sonra bunalıma girmesi strateji değişikliğini gerektirmiştir. Kuşkusuz yukarıda da ifade edildiği gibi bu bunalımın temel nedeni dış ödeme güçlükleri ve döviz darboğazıdır. Özellikle iç pazarın başlangıçtaki büyüklüğünün giderek daralması, verimlilik artışlarının yetersiz oluşu ve bu dönemde yaygın dış şokların yol açtığı maliyet artışlarının sürmesi, diğer taraftan bu dönemde bölüşüm ilişkilerinin çalışan kesimler lehine dönmesinin sonucu olarak ortaya çıkan ücret artışlarını telafi edecek ve sınai kârlardaki düşüşü önleyecek mekanizmaların geliştirilememesi, ithal ikameci birikim rejimini bunalıma götüren etkenler olmuştur (Boratav ve Türkcan, 1994:17).

Gerçekten de Türkiye Birinci ve İkinci Kalkınma Planları dönemlerinde dayanıklı tüketim mallarının ithal ikamesini gerçekleştirerek, sanayileşme sürecinde en zor aşamaya girmişti. Bu aşama ara ve yatırım mallarının ithal ikamesi aşaması idi. Bu aşamada ekonominin döviz talebi artmış, ithalat, sanayileşme sürecine paralel olarak ara ve yatırım mallarından oluşmuştu. Çünkü, ekonomi henüz ihtiyacı olan ara ve yatırım mallarını üretecek aşamaya gelmemişti. Mevcut üretim kapasitesinin işlemesi bu malların ithaline bağlı idi. Bu nedenle, ekonominin dövize bağımlılığı hem nicel hem de

nitel olarak artmıştı. Nicel olarak artmıştı. Çünkü ekonominin üretim kapasitesi genişlemişti. Dövize bağımlılık nitel olarak artmıştı. Çünkü ithalat nihai tüketim için değil, kurulu üretim kapasitesini işletmek için gerekliydi (Şahin, 1997:168).

Buna karşılık, mevcut sınai üretim yapısı iç talebi karşılamaya yönelik idi. İthal ikameci Sanayileşme Stratejisinin adeta tamamlayıcı öğesi olarak uygulanan aşırı değerlenmiş kur politikası ihracatı özendirici değil, caydırıcı bir rol oynuyordu. Aşırı değerlendirilmiş kur politikası ihracat üzerinde caydırıcı etki yapmakla kalmıyor, yerli sermaye malları yerine yabancı sermaye malları kullanımını da özendiriyordu. Bu durumda ekonomide döviz talebi artarken, ithal kapasitesinin genişlemesi dış kredi imkanlarına bağlı kalıyordu. Bu arada, Türkiye için şans sayılacak bir faktör, 1970’li yılların başından itibaren işçi dövizlerinin önemli bir kaynak olarak devreye girmesi idi. Ancak 1974’den itibaren, petrol fiyatlarındaki artışa ve onun harekete geçirdiği ithal malları fiyat artışlarına bağlı olarak, ithalat ödemelerinin çok süratli bir biçimde yükselmesi cari işlemler bilançosu açıklarını kısa sürede birkaç katı yükseltti. Bu açıkları kapatmak için işçi dövizleri de yetersiz kaldı (a.g.e, 169).

Yukarıda da ifade edildiği gibi uygulanan sanayileşme politikaları sanayi sektörünün nitel yapısında da bazı olumsuzluklara sebep olmuştur. Bunların başında mutlak korumanın ve iç rekabet eksikliğinin neden olduğu verimsiz ve uluslararası fiyatlardan yüksek fiyatlarla üretim yapan bir sanayinin ortaya çıkmış olması gelmektedir. Gerçektende imalat sanayii ürünlerinin tümü, satın alma gücü yükseltilmiş iç pazara yönelik üretilmekte, korumanın sürekli olacağı yönündeki beklentilerle birlikte verimliliği ve kaliteyi artırmaya yönelik bir çaba görülmemektedir. Ayrıca kurulan sanayi birimlerinin çoğu maliyetleri düşürecek bir optimum ölçekte olmamış ve düşük ölçeğin neden olduğu yüksek fiyatlar imalat sanayinin en önemli özelliği durumuna gelmiştir. Birçok sektörde yapılan yatırımlar atıl kalmış ve belirli bir üretim seviyesine ulaşılamadığı için teknoloji yoğun yatırımlar pahalı kabul edilerek emek yoğun yatırımlar ön plana çıkmıştır (Kepenek ve Yentürk, 1994:319). Uygulanan İthal İkameci Sanayileşme Stratejisi üretimin etkin ölçekte yapılmamasını, rekabetin gelişmesini engelleyecek boyutlara ulaşmış olması yanında bir çok sanayi dalında ileri teknoloji kullanımını da sınırlamıştır. Aşırı değerlenmiş döviz kurlarıyla yapay olarak düşük

tutulan makine-teçhizat ithalat fiyatları bu malların ithalini büyük ölçüde uyararak sanayiyi belli bir yönde teknoloji seçimine de zorlamıştır. Zaten planlı dönemin başında dışarıdan alınan ve genellikle eski, modası geçmiş ve geldiği ülkelerde artık kullanılmayan teknolojiye sahip olan sanayi, yetersiz verimlilik artışından dolayı dünya pazarlarında rekabet edememiştir. Sermaye birikimi zayıf, teknolojisi geri, verimliliği düşük ve döviz sorunu olan sanayi yapısıyla, 1970’lerin sonlarına gelindiğinde ithal ikameci birikim süreci tıkanma noktasına gelmiştir (Eser, 1993: 66-67).

İmalat sanayinin verimlilik artışından ve rekabet edebilirlikten uzak kalmasında yukarıda sıralanan olumsuzluklar yanında devletin diğer bazı makro politikaları da etkili olmuştur. Sanayi kesimi özellikle devletin para politikaları sayesinde çeşitli rantlar elde etmişlerdir. Bunlardan biri, nominal faiz oranlarını enflasyon oranının altında tutarak reel ölçülerde negatif faiz politikası uygulanmasıdır. Bu faiz oranlarında kredi kullanmak kârlı olduğundan yatırımlarını öz sermaye yerine borçla finanse eden firmalar ucuz finansman olanağı elde etmişlerdir. Mali sistemin büyük ölçüde oligopolist özellikler gösteren bankacılık sistemine dayalı olması ve esas olarak sanayi sermayesi tarafından denetlenmesi bu birikim rejiminin rant oluşturan bir diğer özelliğidir. Döviz kuru ve faiz oranlarının düşük tutulmasının ve ithalata getirilen kısıtlamaların oluşturduğu rantlara ilave olarak, kamu kesimi kuruluşlarının(KİT’lerin) ürettiği ve çoğu aramalı niteliğinde olan ürünlerin düşük fiyatla satılması ve devletin doğrudan veya dolaylı sağladığı mali ve parasal kolaylıkları da (düşük vergileme vb.) bu birikim rejiminin özel kesim lehine rant oluşturmasının mekanizmaları arasında saymak mümkündür. Devletin sermaye birikim süreçlerinde makro politikalar aracılığıyla gerçekleştirdiği bu düzenleme biçimleri sanayide verimlilik artışları düşük kaldığı sürece kârların sürekli yüksek kalmasını sağlamıştır. Koruma rantlarından bu dönemde alabildiğine yararlanan az sayıdaki firma kısa zamanda tekelci konuma gelmiş, özellikle imalat sanayiinde koruma altındaki firmalar bu piyasa yapısında tekelci fiyat oluşumu yoluyla olağanüstü kazanç sağlamıştır. Sanayi üretimi yaygın tekelci piyasa koşullarında gerçekleştiği ve tekelleşmeyi özendiren koruma rantlarının avantajları sürdüğü için verimliliği ve rekabet gücünü artıracak teknolojik değişim etkinlikleri bu birikim rejiminde firmalara cazip görünmemiştir. İhracatın artırılması ise zaten bu verimlilik düzeyinde gerçekleşemezdi. Türk sanayi sermayesi kendisini

uluslararası rekabetten koruyacak olan önlemleri alan ve önemli koruma rantları sağlayan devletin desteğini yanına aldıktan sonra verimlilik sorununa kayıtsız kalmıştır (a.g.e, 69).

Yukarıda sıralanan olumsuzluklara ek olarak 1974’de gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatının askeri harcamaları olağanüstü boyutlarda artırması ve arkasından gelen ABD’nin silah ambargosunun dış ekonomik ilişkilerde var olan sorunları artırması, yabancı sermaye girişinin yavaşlaması, yeni kredi bulmanın güçleşmesi, siyasal istikrarsızlık nedeniyle gerekli ekonomik tedbirlerin zamanında alınamaması, Terörün tırmanışı ve toplumda sosyal barışın bozulması, politik grevler ve işi bırakmaların üretimi olumsuz yönde etkilemesi gibi etmenler bunalımın derinleşmesine neden olmuştur (Şahin, 1997:173).

Sonuç olarak, hem içten hem de dıştan kaynaklanan şoklara ve değişen dünya konjonktürüne uyum sağlayacak makro ekonomik politikaların uygulanamaması bu bunalım sürecini hızlandırmıştır. Bunalım kendisini üretim darboğazları, büyüme hızının düşmesi, birikimin ve yatırımların yavaşlaması, dış açıkların artması ve yüksek bir enflasyon şeklinde göstermiştir. İthal ikamesine dayanan birikim rejiminin krize girmesi son derece hassas dengelere oturan toplumsal ilişkileri bozmuş ve krize bağlı gelir çekişmesi ortaya çıkmıştır. Verimlilik artışlarının yetersiz olması ve yaygın dış şokların yol açtığı maliyet artışlarının sürmesi, buna karşın ücret artışlarını telafi edecek ve kârları yeterince yükseltecek düzenlemelerin gerçekleştirilememesi bunalıma bağlı çekişmelerin esas nedenini oluşturur. Çünkü, geçmişte iç pazar için yapılan üretimle toplam talep arasındaki uyumu sağlayan ve sanayide kârların yüksek kalmasına olanak veren ücret artışları, büyüme hızının düştüğü ve verimliliğin arttırılamadığı bir konjonktürde kârları ve sermaye birikimini ciddi biçimde tehdit etmeye başlamıştır. Bunalımın giderek derinlik kazandığı 1970’lerin son yıllarında sınai katma değer içindeki ücret paylarının artması ve sermaye kesiminin payı olan kâr oranlarının düşük gerçeklemesi sanayi sermayesinin hoşnutsuzluğunu artırdı ve tepki göstermeye yöneltti. Artık verimsiz bir sanayi yapısıyla ve varolan düzenleme biçimleriyle bu birikim rejiminin kendisini sürdürmesi olanaksızdı. Bunun için ise, bir yandan sanayide dışa açık, dünya fiyatlarıyla rekabet edebilen bir üretim yapısını oluşturacak, diğer yandan

ücret artışlarını sınırlayacak ve serbest piyasa ilkelerini yerleştirecek rekabetçi yeni düzenleme biçimleri gerekiyordu. Ancak bu şekilde sanayide verimlilik artışı sağlanabilir ve bunalıma yol açan döviz darboğazı sorunu çözülebilirdi (Eser, 1993:71).

2.2. 1980 SONRASI DÖNEM (İHRACATA YÖNELİK SANAYİLEŞME)