• Sonuç bulunamadı

1. KALKINMA SORUNU VE KALKINMA TEORİLERİ

1.2. KALKINMA TEORİLERİ VE STRATEJİLERİ

1.2.1. Dengeli Ve Dengesiz Kalkınma Yaklaşımları

1.2.1.2. Dengesiz Kalkınma Yaklaşımları

Dengesiz kalkınma yaklaşımlarının ortaya çıkışı dengeli kalkınma yaklaşımlarından daha öncedir. Dengesiz kalkınma yaklaşımlarının ilk temsilcileri D. Ricardo, J. S. Mill, A. Marshall’dır. Bu iktisatçılara göre kalkınma ancak ülkenin mukayeseli üstünlük sağladığı sektörlere yatırımlar yapması yoluyla mümkün olmaktadır ki bu teori “mukayeseli üstünlükler teorisi*” olarak da ifade edilmektedir. Bu teori aynı zamanda kaynakların optimal dağılımını da temin etmektedir (Savaş, 1986:122-126).

Ancak burada az-gelişmiş ekonomiler için “mukayeseli üstünlükler teorisi”nin uygulanması bazı faktörlere bağlı olacaktır. Bu faktörler:

• Gelişme içinde ölçekten istifadelerin önemi,

• Tamamlaşmalar ve buna bağlı olarak “dışsal ekonomiler”,

• Üretim faktörlerinin miktar ve mahiyetlerinin zamanla değişebilirliği ve • Piyasa fiyatlarının fırsat maliyetlerini aksettirmemeleridir.

Az-gelişmiş bir ekonomide yeni bir sanayi dalı kurulurken bu kuruluşun üretim maliyetinin uluslararası maliyetlerle karşılaştırılması(mukayeseli üstünlükler teorisine göre) kesin bir gösterge olamamaktadır. Maliyetler daha yüksek bile olsa, yukarıda

* D. Ricardo, A. Smith’in “mutlak üstünlükler teorisi”ndeki açıklamalarının yetersizliğinden hareketle “mukayeseli üstünlükler teorisi” ni ortaya atmıştır. Bu teori özetle, iki mal ve iki ülkenin bulunduğu bir modelde, her iki malda da mutlak üstünlüğe sahip olan bir ülkenin, bu iki mal arasında mukayeseli üstünlüğe sahip olduğu malı üreterek diğer malı başka ülkelerden ithal etmesi gerektiğini öngörmektedir

sıralanan dört unsurun durumları da göz önünde tutularak, söz konusu sanayi dalının kurulmasına karar verilebilir. Örneğin, A endüstrisinin kurulması mukayeseli üstünlüğe sahip olmasa bile bu endüstri ekonomi içinde oluşturmuş olduğu dışsal ekonomiler ile söz konusu maliyet yüksekliğini fazlasıyla telafi edebilir. Diğer taraftan B endüstrisi uluslararası piyasaya oranla mukayeseli üstünlüğe sahip olsa bile ekonomi içinde hiçbir dışsal ekonomi oluşturma imkanı olmayabilir (Manisalı, 1971:135). Aşağıda “dengesiz kalkınma yaklaşımları”na ilişkin Hirschman’ın yaklaşımı incelenirken hangi sektörlerin öncü sektör olarak seçilmesi gerektiği konusu daha iyi anlaşılacaktır.

Daha önceki kısımda açıklanmaya çalışılan dengeli kalkınma modellerine bazı eleştirilerin getirilmesi mümkündür. Dengesiz kalkınmayı savunan iktisatçıların başında bulunan Hirschman dengeli kalkınma modeline en kapsamlı eleştiriyi yapan iktisatçıların başında gelmektedir. Hirschman, dengeli kalkınma modeline alternatif olarak, ekonominin kendini besleyen bir kalkınma sürecine girebilmesi için izlenmesi gereken yolun, yatırımların ekonominin sektörleri arasında bir denge gözetilmeden gerçekleştirildiği, “dengesiz kalkınma modeli” olduğunu ileri sürmektedir (İşgüden, 1995:155).

Hirschman’ın yaklaşımı sektörlerarası ilişkilere ve sektörlerin durumuna dayandırıldığından bu durum ilk bakışta yaklaşımın dengeli kalkınma yaklaşımına benzetilmesine neden olmaktadır. Yalnız ne var ki, Hirschman’ın sektörlerarası ilişkiyi ele alış biçimi dengeli kalkınma yaklaşımlarından farklıdır. Çünkü ekonomi içinde öyle sektörler vardır ki, az-gelişmiş ekonomilerde bu sektörlere, “dengesiz bir biçimde de olsa” ağırlık verilmesi az-gelişmiş ekonomide bir sıçrama, bir büyük itiş gerçekleştirebilir. Diyelim ki, ekonominin sahip olduğu yirmi sektörden başlangıçta iki tanesine ağırlık verilmesi, ekonomide bir itiş gücü sağlar. Oysa, yirmi sektör birden ve birbirini tamamlayacak şekilde planlanarak hepsine uygun ağırlıklar verilmesi;

a) Bir taraftan iç piyasanın sınırlılığı(hem arz hem talep yönünden) nedeniyle, b) Öbür taraftan az-gelişmiş ekonominin sahip olduğu mali olanakların yetersizliği

Birkaç sektöre ağırlık verilerek sağlanacak “kalkış”, sektörlerarası ilişkiler (tamamlaşmalar) dolayısıyla, diğer sektörlerin de gelişmesine yol açar. Piyasa ekonomisine dayandırılarak meydana getirilen bu sıçrama niçin dengesiz bir gelişme olarak tanımlanmaktadır? Dengesizlik, öncelik verilen sektörler ile diğer sektörler arasındaki tamamlaşmanın, başlangıçta gerçekleştirilmemiş olmasındandır (Manisalı, 1975:77).

Hirschman’ın dengesiz kalkınma yaklaşımında üzerinde durulması gereken bir diğer konu öncü sektörler olarak hangi sektörlerin seçileceğidir. Hischman’a göre alınacak yatırım kararlarında ve devlet müdahalesinde temel kriter “tamamlayıcı etkiler” olarak ortaya çıkan dışsal ekonomilerdir. Diğer bir deyişle, bu dengesizlik sürecinde öne çıkarılması gereken endüstriler, genişlemeleri diğer endüstrilerde yeni yatırımları teşvik edebilecek niteliğe sahip olmalarıdır. Bu durumu Hirschman, “ileri ve geri bağlantılar” olarak tanımlamaktadır. Bir endüstrinin ileri bağlantısı, bu endüstrinin çıktılarını kullanan yeni endüstrilerin ortaya çıkmasını sağladığı zaman söz konusu olmaktadır. Geri bağlantılar ise bir endüstrinin kullandığı girdileri üreten endüstrilerde yatırımları artırıcı etkisi olduğunda ortaya çıkmaktadır (İşgüden, 1995:156). Yani sonuç olarak, ekonominin diğer sektörlerini harekete geçirebilecek ileri ve geri bağlantılara sahip sektörlerin seçilmesi azgelişmiş bir ülkeyi kalkınma sürecine sokabilecektir.

Hirschman’ın “dengesiz kalkınma yaklaşımı” ile ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir diğer husus yapılacak yatırımlarda altyapı yatırımları ile prodüktif

yatırımlar arasında yapılacak tercihtir. Söz konusu tercihin asıl nedenini yukarıda da

izah edildiği üzere, az-gelişmiş ekonomilerin sahip olduğu sermaye birikiminin yetersizliği olgusu oluşturmaktadır (Savaş, 1986:129).

Altyapı yatırımlarının kalkınmada temel bir faktör olduğu bir gerçektir. Ancak burada önemli olan nokta altyapı yatırımları ile prodüktif yatırımlar arasındaki ilişkidir. Prodüktif yatırımların gerçekleştirilmesi öncellikle beli oranda altyapı yatırımının yapılmış olmasını gerektirmektedir. Çünkü prodüktif yatırımların üretim maliyetleri eğer altyapı yatırımları yetersiz ise daha yüksek olacaktır. Aynı zamanda altyapı yatırımlarının yetersizliği yabancı sermaye akımını da büyük ölçüde engelleyecektir. Bu

yüzden öncellikle altyapı yatırımlarının yapılması kaçınılmaz olmaktadır. Ancak öbür taraftan altyapı yatırımlarına öncelik verilmesi durumunda ise prodüktif yatırımların gerektiği ölçüde yapılamaması sonucuyla karşı karşıya kalınabilmektedir. Birinci durumda “yetersiz altyapı ile kalkınma”, ikinci durumda ise “atıl kapasiteli altyapı ile kalkınma” bahis konusu olmaktadır (İlkin, 1974:115).

Yukarıdaki ifade az-gelişmiş ekonomilerin sahip olduğu bir çelişkiyi ortaya çıkarmaktadır. Kaynakları kıt olan bu ekonomiler, diğer sektörlerin gelişmesi nedeniyle sık sık atıl kapasite oluşturmak durumunda kalmaktadırlar. Şöyle ki; ekonomide öncellikle altyapı yatırımlarının yapılması ve bir süre sonra prodüktif yatırımların ortaya çıkması, ekonomide altyapı yatırımlarının bir süre atıl kalmasını zorunlu kılmış olacaktır. İkinci alternatif seçildiğinde(prodüktif yatırımlara öncelik verilmesi) ise ekonomide altyapı yatırımlarının yetersizliğinden doğan aksaklıklar ortaya çıkacaktır. Bu durumda altyapı yatırımlarına duyulacak şiddetli ihtiyaç neticesinde devlette bu yatırımların yapılması için baskı yapılacaktır. Bu tür kalkınmaya “yetersiz altyapı ile kalkınma” adı verilir. Sonuç itibariyle her iki kalkınma yolunun da birbirine benzer sonuçlar doğurduğuna dikkat etmek gerekir. Bir kere, her iki alternatifte de, belli bir zaman sonra, diğer tip yatırımın yapılmasının da zorunluluğu ortaya çıkmakta, adeta yapılan yatırım, dolaylı yoldan karar verme görevini üstlenmektedir. Bu tip karar verme; altyapı yatırımlarının bol olduğu dönemlerde prodüktif yatırımları teşvik ederken (uyarıcı yönde); altyapı yatırımlarının kıt olduğu dönemlerde de gerek duyulan altyapı yatırımlarının yapılmasını zorunlu kılarak (emredici yönde) karar ünitelerine yol gösterir (Savaş, 1986:132).

Dengeli kalkınma ile Hirschman’ın yukarıda izah edilen dengesiz kalkınma yaklaşımı arasında temelde bazı ayrılıklar bulunsa da, birleştikleri bir ortak nokta da bulunmaktadır. Bu ortak nokta, sektörlerarası bağlarla ilgilidir. Sektörlerarası bağ, dengeli kalkınma yaklaşımında “başlangıçtan itibaren dengeli ve ahenkli bir kaynak dağılımı politikası” olarak ele alındığı halde, Hirschman’ın yaklaşımında geri ve ileri bağlantılar sonucunda oluşan dinamik bir süreç olarak tanımlanmaktadır (Manisalı, 1975:78).

Sonuç olarak Hirschman, az-gelişmiş ekonomilerin karşı karşıya bulundukları kalkışa geçme sorununun, ekonomide belirli sektörler lehine oluşturulacak dengesizliklerin niteleyeceği dinamik bir süreçle aşılacağını ileri sürmektedir. İleri ve geri bağlantılara sahip endüstrilerin ekonominin diğer sektörlerini harekete geçireceği bu süreç ile birlikte, az-gelişmiş bir ekonomi kalkınma sürecine sokulabilecektir (İşgüden, 1995:156).