• Sonuç bulunamadı

1. KALKINMA SORUNU VE KALKINMA TEORİLERİ

1.2. KALKINMA TEORİLERİ VE STRATEJİLERİ

1.2.1. Dengeli Ve Dengesiz Kalkınma Yaklaşımları

1.2.1.1. Dengeli Kalkınma Yaklaşımları

Dengeli kalkınma yaklaşımları Friedrich List tarafından açıklığa kavuşturulmuştur. F. List, tarım kesimi, imalat kesimi ve ticaret kesimleri arasında ve imalat kesiminin alt kesimleri içinde dengeli bir gelişmenin önemini belirtmiş, tüketim ile üretim arasındaki ilişkileri göstermiştir. F. List’den sonra Alleyn Young, Rosenstein-Rodan, Nurkse, T. Scıtovsky, A. Lewis gibi yazarlar tarafından da bu konu incelenmiştir (İlkin, 1974:88). Dengeli kalkınmayı savunan iktisatçılar, gelişmekte olan ekonomilerde optimum kaynak dağılımına ulaşma çabası içinde bulunurken, piyasanın tek düzenleyici ve gösterge olduğu fikrine karşı çıkarak, değişik derecelerde piyasaya müdahale edilmesi görüşünü savunurlar. Çünkü gelişmekte olan ekonomilerde piyasa mekanizmasının tek başına iktisadi kalkınmaya yeterli olacağı kabul edilmemektedir. Dengeli kalkınmayı savunan görüşler arasında, karma ekonomiden kamu kesimine öncelik veren görüşlere kadar değişik dereceleri saymak mümkündür. Planlı kalkınma görüşü, en azından, dengeli gelişme teorisinin ilk şartı olarak belirtilebilir (Manisalı, 1975:59).

Dengeli kalkınma ile ilgili yaklaşımların özetlenmesine geçilmeden önce, iktisatçıların buradaki denge kavramı ile neyi kastettiklerini kısaca açıklamak gerekmektedir. Sözkonusu kavramla ilgili tek bir tanım bulmak güç ise de, şöyle bir ortak anlayış

bulmak mümkündür: Az gelişmiş ekonomilerde kıt kaynakları kullanırken ve bunların ekonomi içinde dağılımını gerçekleştirirken, “kesimler arasında” bir uygunluk, bir tamamlaşma söz konusu olmalıdır. Örneğin, sosyal sabit sermaye yatırımları(veya bu kesimin arzı) ile direkt prodüktif yatırımlar arasında bir tamamlaşma söz konusu olmalıdır veya uygunluk bulunmalıdır (a.g.e, 59). Tanımdan da anlaşılacağı üzere dengeli kalkınmayı savunan iktisatçılar ülke ekonomisi içinde kaynakların etkin dağılımı sorununu ön plana almakta ve kaynakların bütün sektörler arasında dengeli bir şekilde dağıtılmasına vurgu yapmaktadırlar.

Dengeli kalkınmayı savunan iktisatçılar dengeli kalkınmanın zorunluluğunu gelişmekte olan ekonomilerin sahip oldukları bazı yapısal özelliklerinde aramaktadırlar. En başta az gelişmiş ülkelerde alt yapının yetersizliği ve gelir seviyesinin düşüklüğünden kaynaklanan talep yetersizliği, tekil yatırımların verimli olma şansını ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla da müteşebbisi harekete geçirecek bir sosyo-ekonomik ortam mevcut olmamaktadır. Sonuçta müteşebbis yapacağı yatırım sonucu piyasaya süreceği mallara bir alıcı bulacağı konusunda karamsardır ve bu durum yatırım yapma isteğini engellemektedir (Başkaya, 1997:53-54).

Gelişmekte olan ekonomilerin dengeli kalkınmayı gerektiren bir diğer özelliği de bu ülkelerde yatırımların düşük seviye ve düşük hızda artması; bu yüzden de ekonominin İçsel ve dışsal ekonomilerden yararlanamamasıdır. Azgelişmiş ekonomiler bir anda büyük ve çeşitli yatımlara girişemezlerse, ekonomik kalkınmayı başlatmaları mümkün olmayacağı gibi, içsel ve dışsal ekonomilerden yararlanamayacakları için de katlanacakları zahmet yani tasarrufları arttırmak için girişecekleri çabalar daha da artacaktır (Savaş, 1986: 121).

Gelişmekte olan ekonomilerin dengeli kalkınmayı gerektiren diğer bir özelliği de bu ülkelerde düşük seviyede gerçekleşen gelir seviyesinin ancak belli bir seviyeden sonra tasarruf yapılmasına imkan vermesi ve bunun da ancak ekonomide tüm sektörlerde yatırım seferberliği başlatılması ile mümkün olabilmesidir. Bu görüş nedeniyle Dengeli Kalkınma Yaklaşımı “Büyük İtiş Teorisi” olarak da ifade edilmektedir (a.g.e, 121). Ancak “büyük itiş” sistemin kendi dinamikleri ile mümkün olmayacaktır. Burada

“büyük itiş” sürecini hızlandırmak amacıyla ülkenin dışa açık bir yapıya bürünüp, dış yardımlar veya yabancı sermaye transferi şeklinde bir yönteme başvurması kaçınılmaz olacaktır. Bu yolla sermaye birikiminde sağlanacak olan bir yükselme gelir düzeyi, ve de tasarruf düzeyinde yeterli ölçüde artışlar sağlayacak, öbür tarafta gelir düzeyindeki artış pazara dönük talebi olumlu yönde etkileyecek ve yeni yatırımları uyaracaktır. Böylece fakirliğin kısır çemberi kırılmış olacaktır (İşgüden, 1995:144).

R. Rodan gibi R. Nurkse’de gelişmekte olan ekonomilerin kalkınma sorunlarına çözüm getirirken dengeli kalkınmayı savunmuş ve özellikle “dışsal ekonomiler” konusuna vurgu yapmıştır. Nurkse’nin dengeli büyümede sözünü ettiği dışsal ekonomiler, A. Marshall’ın dışsal ekonomilerinden bazı noktalarda ayrılmaktadır: Marshall’da dışsal ekonomiler, esas olarak bir endüstri dalının gelişmesi sonucu, o endüstri içindeki firmaların birbirleri üzerinde oluşturacakları istifadelerdir ve dolayısıyla dengesiz kalkınma durumunda da ortaya çıkabilmektedir. Oysa Nurkse'nin dengeli kalkınmasında, tek bir üretim dalının geliştirilmesi değil, birkaç üretim dalının birlikte geliştirilmesi ve birbirleri üzerinde dışsal ekonomi oluşturması söz konusudur. Burada dengeli kalkınma görüşünün arkasında dengeli kalkınmanın nicel etkileri ve dengeli kalkınmanın nitel etkileri olmak üzere iki temel faktör ortaya çıkmaktadır: dengeli kalkınma nicel etkileri bakımından gerek iç piyasayı genişletme, gerekse verimlilik arttırma gibi etkiler ile az–gelişmiş ekonomiyi kalkınma süreci içine sokabilmektedir. Nitelik bakımından ise dengeli kalkınma, iç piyasaya bir dinamizm getirmekte, yatırım müşevviklerini arttırmaktadır (Manisalı, 1975:63).

R. Rodan ve N. Nurkse’den başka dengeli kalkınmayı savunan diğer iktisatçılar(J.M. Fleming, Scitovsky, H. Leibenstein, A. Lewis, A. Young gibi) da, içsel ve dışsal ekonomileri göz önüne alarak kaynakların etkin bir şekilde sektörler arasında dağıtılması sonucunda kalkınma olgusunun gerçekleştirilebileceğini savunmaktadırlar* Yukarıdaki açıklamalar ışığında dengeli kalkınma yaklaşımı özetlenecek olunursa; yaklaşımı benimseyen iktisatçılar gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sorununu temelde “fakirliğin kısır döngüsü” ile ilişkilendirmektedirler. Bu kısır döngünün temel nedenleri

ise, talep yetersizliği, içsel ve dışsal ekonomilerden yararlanma imkansızlığı ve tasarruf

eksikliği olarak sıralanabilmektedir. Bu döngünün kırılabilmesi için ekonominin sahip

olduğu her sektörün birlikte ve aynı anda geliştirilmesi gerekmektedir. Ancak, “fakirliğin kısır döngüsü”nü kırmaya çalışan az-gelişmiş ekonomi, yeterli sermaye birikimine sahip olmadığı için gerekli olan sermayeyi dış yardım veya dışarıdan sermaye ihracı şeklinde temin edebilecek ve bu kaynağı dengeli bir şekilde ekonominin sektörleri arasında dağıtarak “fakirliğin kısır döngüsü”nü kırabilecektir.