• Sonuç bulunamadı

İffet ve Hayâ Sahibi Olmak

3. BÖLÜM

4.2. İffet ve Hayâ Sahibi Olmak

İ

ffet ve hayâ sahibi olmak ahlâklı kabul edilmenin gereklerin-den bir tanesidir. Bu kavramlar, içinde yaşanılan toplumun değer yargılarından/inançlarından hareketle içleri doldurulan kav-ramlardır. Böyle olmakla birlikte ahlâk hakkında yazılan eserlerde özetle iffetin ““Yeme içme ve cinsi arzu konusunda ölçülü olmak, aşırı istekleri bastırıp dinin ve aklın buyruğu altına sokmak suretiyle kazanılan erdem”73 olduğu ifade edilmektedir. İffet ise Türkçede doğrudan namuslu ve terbiyeli olmak gibi cinsel yoğunluklu anla-şılsa da Arapça kökeninde, makul ve meşru olmayan her tür talebin reddini ifade etmektedir. Bu çerçevede bir ahlâkî kavram olarak iffet,

73 Mustafa Çağırıcı, (2000) , “İffet”, İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Ya-yınları, İstanbul, s. 506

Arap-İslam kültüründe tok gözlülüğü ve eldekilere kanaat etmeyi de anlatan bir kavramdır.74

Günümüz toplumunda iffet kavramı dar anlamıyla yani “Cin-sellikte ölçülü olmak” anlamıyla kullanılmaktadır. İnsan neslinin devamı açısından cinselliğin önemi tartışmadan uzak bir durumdur.

Lâkin insanın hem dişi hem erkek cinsi itibariyle cinsellikte belirli kurallara riayet etmesi gerekmektedir. Burada kuralları belirleyen ana etken o toplumun değerleri/inançlarıdır. Bu anlamda hangi cinsten olursa olsun insan, iffetini korumak ve öngörülen kurallar etrafında bu ilişkiyi sürdürmek durumundadır.

İffetli olmak anlamında insanın öncelikle kendi iffetini koru-mak yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülük, onun kendisine emanet edilmiş bedeninin fizyolojik kabiliyetlerini ulu-orta, keyfe keder kullanmaması/kullandırtmaması anlamına gelir. Aynı şekilde başka bir kimsenin bedeninin bu özelliklerinin kutsallığına saygı göster-mesidir. Bireyin şehvet duygusunun tatmini için öngörülmüş olan yol evlilik kurumudur. Evlilik kurumu vasıtasıyla oluşturulan hukuk bireylerin iffet dairesi içerisinde kalarak hem neslin devamını hem de cinsel duygularını tatmin etmeye uygun bir zemin sunmaktadır.

Bu kuralın ihlal edilmesi halinde tarafların rızası olsa bile evlilik dışı ilişkiler ölçüleri aşmak ve iffetsizlik olarak nitelendirilmektedir.

İffet kavramı geniş anlamda ele alındığında cinsellikten öte bireyin davranışlarında ölçülü olması kastedilir. Her halükârda iliş-kide bulunduğumuz diğer bireylerin haklarına saygı göstermek iffetli olmanın bir neticesidir. Örneklendirilecek olursa bir kimsenin başka bir kimseye şiddet uygulamaması, başkasına ait varlıklara haksız müdahalelerde bulunmaması ya da diğer kişiler hakkında yerli yersiz konuşmalar yapmaması, onlarda olmayan sıfatlarla onları itham etmemesi vb. davranışlar iffetli olmanın tezahürleridir. Bu durumun özlü bir şekilde izahı anlamında Türk tasavvuf geleneğinde Hacı

74 Mustafa Alp, (Şubat 2018) , “Gençliğin İffet Sorunu: Flört Ya da 40 Yıl Sonrası İçin Eylem Planı”, İlim Din düşünce ve Kültür E-Dergisi, Sayı 27, s. 11, http://

www.ilimdergisi.org/FileUpload/as912738/File/ilimdergisi27.pdf, Erişim Ta-rihi 31.05.2018

Bektaşî Veli’nin “Eline, beline ve diline sahip ol” ikazıyla insanları iffetli olmaya davet ettiği düşünülmektedir.

Hayâ kavramı da anlamını inanç değerlerinden alan bir kavram-dır. İslamiyet’in ana kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de hayâ kavramının iffet ve terbiye gereği utanma ve sıkılma anlamlarının yanı sıra çekinme manasında da kullanıldığı görülmektedir.75 Hayâ duygusu sayesinde insan duygu, düşünce ve davranışlarını bir otokritiğe tabi tutar. Bu otokritik sayesinde birey kendisini, yaratıcı ve toplum nezdinde küçük düşürecek duygu, düşünce ve davranışlardan uzak durmaya çalışır. Günlük yaşam içerisinde üstlenilen farklı roller gereği farklı yerlerde bulunulur ve farklı ilişkilerin tarafı olunur. Ancak insan olmak münasebetiyle bu rollerin, yerlerin, ilişkilerin gerektirdiği hassasi-yetleri önceden düşünmek sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk hayâ duygusunun tezahürüdür ve insanın duygu, düşünce ve davranışlarını kabul edilebilir sınırlar içerisinde tutmasına fırsat verir.

Hayâ duygusu tıpkı iffet gibi insanı ölçülü davranmaya iten bir unsurdur. Ölçüsüzlüğün bir toplumun huzuru açısından önemi düşünüldüğünde insanların hayâ duygusuna sahip olmaları ve buna bağlı olarak ölçülü hareket etmelerinin ne denli önem taşıdığı rahat-lıkla anlaşılır. Hayâ duygusundan yoksun olan bireylerin çoğunlukta olduğu toplumlarda sosyal problemlerin giderek yoğunlaştığı ve hatta tek başına hukukî yaptırımların çözüm için yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle hareketlerinde hiçbir kural ve ölçü tanımayan bireyler, arsız, hayâsız kimseler olarak sıfatlandırılır ve kuralsızlıkları, ölçüsüzlükleri temsilî olarak “ar damarlarının yırtıl-mış” olmasına bağlanır.

Kaynağını inançtan alan hayâ kavramı insanda utanma, çekinme gibi kaygıları geliştirir. Bu kaygılara sahip olan insan her şeyden evvel duygu, düşünce ve davranışlarının başta yaratıcı tarafından eksiksiz bilindiği, görüldüğü şuurunda olacaktır. Sosyal hayatta ise duygu, dü-şünce ve davranışların toplum tarafından bilindiğinde, görüldüğünde nasıl bir tepki göreceği de insan için oldukça önemlidir. İşte insan hem

75 Mehmet Ali Aracı, (2011), Kur’an’da Hayâ Kavramı, Süleyman Demirel Üniversi-tesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta, s. 21

yaratıcı nezdinde hem de toplumda tasvip edilmeyen bir durumda olmayı istemeyeceğinden, hayâ duygusunun yönlendirmesiyle arzu edilen duygulara, düşüncelere, davranışlara sahip olmaya çalışır.

Örneğin muhatabına şu veya bu sebepten dolayı küfürler savuran bir kimse veya ancak özel alanlarda yapılacak işleri topluma açık alanlarda pervasızca yapan kimseler hayâsızlık yapmış olurlar. Bu kimselerin bu davranışları sergileyebilmelerinin arkasındaki ana sebep utanma, çekinme duygularının zayıflamış olmaları ya da bu duygulardan tamamen yoksun bulunmalarıdır.

Bu konuda Hazreti Peygamber (sav)’in, “Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır, İslâm’ın ahlâkı hayâdır (Anlatan Zeyd İbn Talha İbn Rükâne)” ve “Edepsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi çirkinleştirir.

Hayâ ise girdiği şeyi güzelleştirir (Anlatan Enes bin Malik).”şeklindeki nakilleri hayâ olgusunun değerini oldukça açıklayıcıdır.

Müslüman bilim adamları keşifleri ve ilmî hizmetlerini insan-lığın saadeti için yaparlarken; Batılı Müşteşrikler (Oryantalistler) ise masumiyet kılıfı altında sömürü yapmak için yapmışlardır. Kendi ahlâklarını İslam toplumlarına aktarırken, onların bozulmalarını iste-mektedirler. Misyonerlik faaliyetlerini yürütürken İslam’ı kullanmakta, henüz İslam’ı tam kavrayamamış çocukların beyinlerini bulandırmak-tadırlar. Bütün bunları yaparken din ile ahlâkı birbirinden ayırmak, böylece ahlâkı yalnızca vicdanlara sıkıştırmak istemektedirler. İslam ahlâkının temelini oluşturan hayâ duygusunu ortadan kaldırıp, yerine kendi hayâ (?!) anlayışlarını yerleştirmek gayretindedirler.76

Güzel ahlâkın en güzel alâmetlerinden bir tanesi vicdan sahibi olmak, yani Allah’ın ve diğer insanların karşısında utanma duygusuna sahip olmaktır. Utanması olmayan kişinin ne imanı ne de vicdanı vardır. Bu kimseler en kötü işleri işleyebilir, daha da kötüsü bu en kötü şeyleri tekrar tekrar işleyebilirler.77

76 Aydın, a. g. e. , s. 25

77 Bayraktaroğlu, a.g. e. , s. 101