• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

4.4. Cömert Olmak

E

ldeki imkânları meşru ölçüler içinde, gönüllü olarak ve karşılık beklemeden başkalarının yararına sunma eğili-mine cömertlik adı verilir.82 Hayat serüveninde insanın eline az veya çok değişik imkânlar geçebilmektedir. Genellikle bu imkânlar maddi birikimler olarak somutlaşır. Bu birikimlerin helal daire içerisinde kişinin emeğinin ürünü olması icap eder. Bu birikimlerden, ihtiyaç sahibi olanlara herhangi bir karşılık beklemeksizin vermek, onların mağduriyetlerinin giderilmesine vesile olmak cömertliğin somutlaş-mış halidir. Burada önemli olan verilenin karşı tarafta psikolojik bir ezikliğe ve bir vesayete sebep olmamasıdır. Bununla birlikte yapılan cömertliğin ifşa edilmesine hiç gerek yoktur. Tâbir-i caizse sağ elin verdiğinden sol elin haberinin olmaması inceliğiyle cömertliğin yapılması gerekir.

İnsan ahlâkî bakımdan belli bir olgunluk seviyesine ulaşmazsa kazandığının sadece kendisine ait olduğu ve sadece kendi geleceği için bu kaynakları kullanması gerektiği gibi bir anlayışın esiri olabi-lir. Hatta daha çok biriktirmek suretiyle kendisini daha da güvence altına alabileceğini düşünebilir. Hâlbuki toplumsal hayatta insanlar birbirine bağımlı bir hayat sürerler. Bu bağımlılığın doğal sonucu olarak da karşılıklı haklardan söz edilebilir. Bu münasebetle İslâmiyet kazancın belli sınırı aşması halinde zekât verilmesini, Ramazanlarda fitre ve sadaka gibi yardımların yapılmasını sistemli hale getirmiştir.

Burada bir mükellefiyetin yerine getirilmesi ile birlikte gönüllülük yani rızaya dayalı bir anlayışın esas olduğu unutulmamalıdır.

Cömertlikten, maddi paylaşımlar anlaşılabileceği gibi manevi paylaşımlar da anlaşılabilir. Bu açıdan bir insanın sahip olduğu bilgiyi, birikimi ve tecrübeyi ihtiyacı olanlarla paylaşması da cömertlik olarak değerlendirilebilir. Tıpkı maddi paylaşımlarda olduğu gibi nasıl mal-lardan cömertlik adına ihtiyaç sahiplerine vermek malı azaltmazsa, bilginin, birikimin ve tecrübenin paylaşılması da bunları azaltmaz

82 Mustafa Çağrıcı, (1998), “Cömertlik”, İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vak-fı, İstanbul, Cilt 8, s. 72

tam aksine çoğaltır. Burada yine ihmal edilmemesi gereken bir diğer husus cömertliğin sadece zengin olanlara mahsus bir huy olmadığıdır.

İmkânımız her ne kadarsa ondan paylaşmak, yardımlaşmak esastır.

Bu durumun en güzel misali bir kimsenin paylaşabileceği ancak bir hurması varsa onu paylaşması cömertlik olarak kabul edilir.

Elimizdeki imkânı diğer insanlarla paylaşmak bir veya birkaç defaya özgü bir tutum olduğu takdirde bu cömertlik olarak de-ğerlendirilmez. Bir yardımın veya bir paylaşımın cömertlik olarak nitelendirebilmesi için bu tip tasarrufların bir alışkanlık, huy haline gelmesi gerekmektedir. Empati yapmak suretiyle paylaşmak insanın psikolojisinde de olumlu etkiler meydana getirir. Vermek kişiliğimizi yumuşatan, bizleri diğer insanlarla sevgi, hoşgörü, barış gibi üstün insanı değerlerde buluşturan ve aramızdaki bağların gelişmesinde etkili olan bir değerdir. İnsan, verme duygusu ile birlikte beslenir ve zenginleşir.83

“Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre: Bir keresinde Pey-gamberimize aç birisi gelerek:

- Ey Allah’ın Resulü, açlıktan zayıfladım, dayanma gücüm kalmadı, dedi. Peygamberimiz onu yedirmeleri için ha-nımlarına gönderdi. Onlar:

- Yanımızda sudan başka bir şey yoktur, diye adamı geri çevirdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz yanında bu-lunanlara:

- Şu açın karnını doyuracak kimse var mıdır? diye sordu.

Ensar’dan bir kişi (Ebu Talha) ayağa kalkar:

- Ben, diye cevap verir ve misafiri alarak evine, eşinin yanına gelir. Eşine:

- Haydi, Peygamberin misafirini ağırla, der. Fakat eşi:

- Çocukların azığından başka evimizde bir şey yok ki,

83 Öznur Özdoğan, “Cömert Olmak”, Vatan Gazetesi, http://www.gazetevatan.

com/prof-dr-oznur-ozdogan-961569-yazar-yazisi-comert-olmak-/, Erişim Ta-rihi:02.06.2018

diye cevap verir. Kocası:

- O yemeğini getir, ışığını yak; çocuklarını da uyut, der.

Kadın da akşam yemek yenileceği sırada yemeğini ha-zırlar, ışığını yakar, çocuklarını da uyutur. Sonra kalkar lambayı düzeltir gibi oynarken söndürür. Bu suretle karı koca kendilerini misafire yemek yiyorlar gibi göstermeye çalışırlar ve her ikisi de aç gecelerler. (Böylece misafir karnını doyurmuş olur.) Sabah olunca ev sahibi Peygam-berimize gider, Peygamberimiz onu görünce: “Bu gece Allah sizin karı koca hareketinizden memnun oldu diyerek

“Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi onları kendilerine tercih ederler.” (Haşr, 9) ayetini gönderdiğini söyler.”

Veren el, alan elden üstün olduğuna göre, muhakkak ki cömert insan, cimriye göre daha faziletlidir. İnsanları saygıya, hürmete layık hale getiren güzel ahlak olduğu gibi, kelimeleri de sevimli kılan onlara yüklenen manadır. İşte “cömert” kelimesini cilalandıran asıl unsur da ihsan ve ikramdaki hazdır. Bu hususta bir dilenci ile İsfahanlı zenginin macerası oldukça ibretliktir:

“Bir dilenci, İsfahanlı zenginlerden birinin konağının önüne gelir. Yüksek sesle sadaka ister. Bunu duyan zengin, kölesi Mübarek’e şöyle emreder:

- Anber’e söyle, Cevher’e seslensin. O da Yakut’a haber versin. Yakut da Firuz’a iletsin. Firuz da kapıdaki dilenciye

“İnayet ola!” desin.

Manzarayı seyreden dilenci, ellerini yukarıya kaldırır ve şöyle seslenir:

- Ya Rabbi! Cebrail’e söyle, Mikail’e seslensin. Mikail de İsrafil’e nakletsin. İsrafil, Azrail’e “Derhal şu pinti adamın konağına git, canını al!” desin.84

İnsanoğlunun yaşam serüveninde “karşılıksız vermek” ve sadece Allah’ın rızasını dilemek en büyük erdem olsa gerektir. İşte

84 Dursun Gürlek, (2016), Çınaraltı Kitap Sohbetleri, Timaş Yayınları, İstanbul, s. 160

bu yolun en büyük yıldızı Hz. Ali’den göz kamaştırıcı bir tavır:

“Bir gün Hz. Ali ve yardımcısı ticaret amacıyla çıktıkları seyahatten hurma yüklü develerle dönmektedirler. Kar-şılarına bir fakir çıkar ve durumu izah ettikten sonra yardımcıdan bir miktar hurma vermesini talep eder.

Yardımcısının, bu talebi, ağırdan alan hareketlerle ge-çiştirmeye çalıştığını fark eden Hz. Ali sorar:

- Neden adamcağızın istediğini vermiyorsun?

Yardımcısı hürmetle cevaplar Hz. Ali’yi ve aralarında şu diyalog geçer:

- Efendim, hurmalar çuvalın içinde.

- O halde, çuvalları da ver.

- Ama çuvallar devenin üstünde.

- O zaman deveyi de ver.

Şaşkınlığını gizleyemeyen yardımcı, korkuya kapılır.

“Devenin ipinin benim elimde olduğunu söylemeye dilim varmadı, korktum” der olayı sonradan paylaştığı arka-daşlarına.85

Konuyu günümüzde yaşanmış bir örnek üzerinden anlaşılır kılmaya çalışalım:

“Almanya’nın bir şehrinde yaşayan vatandaşlarımız Ramazan ayında yerel belediyeden izin alarak şehrin en merkezi yerine Ramazan çadırları kuruyorlar ve ilk iftara şehrin belediye başkanı başta olmak üzere Alman dostlarını da davet ediyorlar. Herkes neşe içinde ve Ramazanın getirdiği güzellikleri soluyarak iftar vaktini bekliyor. İftar vaktine bir iki dakika kalmışken elinde şarap şişesi, bir diğer elinde sokak köpeğinin tasması olan sarhoş bir Alman, çadıra şaşkın bakış-lar içinde giriş yapıyor. Almanbakış-ların tamamı büyük bir utanç yaşıyorlar haliyle. Öyle ya Ramazan çadırına,

85 Göksel, (2010), a. g. e. , s. 82-83

Müslümanların arasına, elinde şarap şişesi ile giren bir Alman. Ve sorduğu soru:

- Siz, Müslümanlar için hiç kimseyi sofralarından geri çevirmezler dediler. Bu doğru mu? Bana da bir lokma ekmek verir misiniz?

Sonuç mu? Sonucu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Türk milletini ve onların mensubu olduğu yüce dinin gerektirdiği estetik değerlerden haberdar olmak, ön yargılı olmamak yeterli. Çadıra en son giriş yapan âdemoğlu sofranın başköşesindedir artık.” 86