• Sonuç bulunamadı

Dürüst ve Güvenilir Olmak

3. BÖLÜM

4.1. Dürüst ve Güvenilir Olmak

D

oğruluk ve dürüstlük kavramları sıklıkla birbirinin yerine kullanılan kavramlardır. İnsanın hem bir birey olarak hem de toplumun bir parçası olarak sahip olması gerektiği en temel özelliklerden bir tanesi belki de birinci sırada gelenidir. İnsan kendi gelişimi içerisinde kendisiyle barışık olması lazım gelen varlıktır.

Dolayısıyla bu barışıklık insanın kendi hayatına dair duygu, düşünce ve tercihleriyle eylemleri arasındaki tutarlılığa bağlıdır. Bu durum insanın toplumla olan münasebetlerinde de geçerlidir. Toplumun çoğunluğunun itibar ettiği duygu, düşünce, tercih ve eylemlerle;

bireyin duygu, düşünce, tercih ve eylemleri arasındaki uyum kişiye toplum içerisinde saygınlık sağlar.

66 Türker Göksel, (2009), Hayat Kaybedeni Olmayan Bir Oyun Kurmaktır, Kümbet Yayınları, Afyonkarahisar, s. 106-108

Burada önemli olan doğrunun ne olduğu ve herkesin kendisine ait doğrularının olup- olmayacağı ya da doğruların toplumdan top-luma değişip-değişmeyeceği gibi sorulardır. Aslında insan, dünyaya geldiğinde başta aile çevresinin sonra eğitim/öğretim kurumlarının ve içinde yaşadığı toplumun değerleriyle tanışır. Bu süreç insanın kendi kimliğinin oluşumu sürecidir. İnsan, eskilerin tabiriyle akıl baliğ oluncaya kadar ya da aklî melekelerini kullanma kabiliyetini kazanıncaya kadar bu üçlü organizasyon tarafından hayata hazırla-nır. Kendisine iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış gibi birçok temel kavram öğretilir. Bizatihi aklî melekelerini kullanmaya başladıktan sonra bunlar hakkında kendisi değerlendirmeler yapmak ve bu suretle daha önce kendisine öğretilenleri terk etmek, yerine bu kavramları tanımlayıcı başka ölçütler koymak ya da onaylamak ve hatta öğre-tildiği doğrultuda zenginleştirmek imkânına sahiptir.

Bu açıklamadan da çıkarılacağı üzere doğru olarak nitelene-bilecek durum bireyim hem iç dünyasında hem de toplumla olan ilişkilerinde duygu, düşünce ve tercihleriyle, bunların somutlaşması olan davranışları arasındaki ahenk, uyum, tutarlılıktır. Demek ki her insan kendi kafasına estiği gibi hareket etmekle doğru davranmış olmaz. Davranışların diğer toplum üyeleri tarafından da onaylan-ması gereklidir. Mesela “Bir insanın ben istediğim zaman yatarım istediğim zaman da kalkarım. Bu benim için doğru bir davranıştır”

demesi o davranışı doğru yapmaz. Dünyanın her tarafında ortalama akla sahip olan her birey, meslekî ya da kabul edilebilir bir başka zorunluluk yoksa gece uyunması gündüz de diğer yükümlülükler-le meşgul olunması gerektiğini doğru bir davranış olarak kabul eder. Bu örnek, aklın, doğrunun/doğruluğun ne olduğu konusunda önemli bir değer olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte insan, içinde yaşadığı toplumun değer yargılarından - Bunlar genellikle inanç kaynaklıdır- hareketle de doğruyu/doğruluğu tanımlar. Çünkü inançlar da kendi bağlılarına neyin doğru neyin de yanlış olduğuna dair bilgiler sunar ve bunlara uyulmasını isterler. Mesela İslâmiyet anne-baba ve çocuk ilişkilerine dair bir takım kurallar getirmiştir.

Her ne kadar çocuk 18 yaşından sonra fiil ehliyetine sahip olsa bile

İslam toplumlarında çocuk, yaşına bakılmaksızın ebeveyn tarafından çocuk olarak değerlendirilir ve ilişkiler ona göre sürer. Tersinden anne-baba yaşlandıklarında da onların huzur evine terk edilmesi, onlarla ilgilenilmemesi doğru bir davranış olarak kabul edilmez.

Değer yargılarının farklılığı ölçüsünde doğrunun tanımlanması da toplumdan topluma değişebilmektedir. Diğer bir deyişle bir toplum-da yapıldığıntoplum-da doğru kabul edilen veya itiraz edilmeyen bir toplum-davranış diğer bir toplumda da doğru bir tutum olarak değerlendirilebilir, en azından bir muhalefetle karşılaşmaz. Örneğin alkol kullanmak, sağlığa verdiği zarar tıbben kanıtlanmış olması sebebiyle her toplumda yanlış bir davranış olarak kabul edilir. Ancak İslam toplumunda Müslüman bir birey böyle bir tercihte bulunduğunda yanlış yapmanın yanında ahlâksızlıkla yaftalanırken, Batı toplumlarında böyle bir tercihte bulunan bir bireyin yanlış yaptığı kabul edilebilirken, değerlerinden kaynaklı olarak, bu davranışı ahlâksızlık olarak algılanmaz.

Bu izahlar göstermektedir ki, bir kişinin doğruluğu/dürüstlüğü, onun aklî ve de aşkın değerlere uygun duygu, düşünce, tercihlere sahip olması ve bunlarla ters düşmeyecek davranışları düzenli olarak tekrar edebilme becerisidir. Yalan konuşmamak, hile yapmamak, mesaiye ve sözüne sadık olmak, işini özenle yapmak, ayrımcılık yapmamak, emanete sahip çıkmak vb. tutum ve davranışlar kişinin doğru/dürüst olduğunun alâmeti olarak kabul edilir.

Güven ise bir insanın muhatabına karşı geliştirdiği duygudur. Bu açıdan bir sebep olmaktan çok sonuç olarak durmaktadır. Her ne kadar potansiyel olarak önümüze gelen her insana güvenle yaklaşmamız beklenirse de, karşı tarafın, zamana bağlı olarak güvenilir olduğunu duygu, düşünce, tercihleriyle ve de bunlarla orantılı davranışlarıyla teyit etmesi diğer bir deyişle ispat etmesi gerekmektedir. İşte tam da bu noktada kişinin doğru/dürüst olması önem kazanmaktadır.

Zira dürüst bir insan, muhatabında kolaylıkla güvenilir hissi oluş-turabilmektedir. Mevlana Celaleddin Rumî’nin “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün” demesinin sebeplerinden biri bu ola-bilir. Böylece güven duyulan kimsenin muhatap olduğu bireylere ve

topluma karşı olumlu tutum ve davranışlar sergileyeceği varsayılır.

Aksi durumda yani duygu, düşünce ve davranışlarıyla güven hissi oluşturmayan bireylerin diğer insanlar açısından potansiyel bir risk taşıdıkları düşünülür.

Güvenilir bireylerden oluşan toplumda ilişkiler daha düzeyli olmakta ve düzeyli ilişkiler sayesinde düzen daha kolay korunabil-mektedir. Bunun da sebebi insanların güvendikleri insanlarla bir arada olmayı arzu etmeleri, güvenmedikleriyle ilişki kurmaktan kaçınmalarıdır. Bu da bize güven unsurunun insanlarda ortak bir yaşam alanını paylaşma, karşılıklı etkileşimler yoluyla bu yaşam alanını düzenleme gibi işlevleri olduğunu da göstermektedir.67

İlim, ancak ahlâkî noksanları giderebildiği derecede fayda-lıdır. Aksi takdirde ilim, kötü temayülleri teşvik edip arttırmaktan ve zarara sebep olmaktan başka bir şeye yaramaz. İnsanın hareket yolunu çizen, akıl ve bilgisinden daha çok ahlâkıdır. Bir hain, kötü ahlâkının kendisine gösterdiğinden başka bir şeye aldırmaz. Akıl ve bilgi kuvvetini, ancak cinayetini başarmak ve kendini kurtarmak için ötekini berikini kandırmakta kullanır. Azim ve iradesinin azlığı sebebiyle hayatta başarı elde edememiş olan bir kimse, bu ahlâkî noksanlığını örtmeye ve gizlemeye çalışır. Akıl ve bilgisini, çoğu zaman, kendini teselli etmek için başkalarına iftira etmek veya hak-sızlıklara hedef olduğu iddiasında bulunmak üzere, hayali suçlular uydurmak için kullanır. Velhasıl, ferdin hareketlerinin yolunu çizen, fiil ve işlerini ona telkin eden, fenalıklardan onu men eden, ruhi ve içtimai intizamı yani ahlâkıdır. Zekâ ve bilgi, ancak ikinci derecede tesir sahibi olan vasıtalardır.68

Doğruluk veya dürüstlük, ahlâklı olmanın bir sonucu olarak kazanılan şahsiyet vasfıdır. Burada ahlâklılık derken, insanın kuv-vetli bir vicdan sahibi olması kastedilmektedir. Vicdanlı insan, kendi

67 Hatun Boztepe, (2013), “Halkla İlişkiler Perspektifinden Güven Kavramı: Ka-tılımcılık, Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik İlkelerinin Kamu Kurumlarına Yönelik Güvenin Oluşmasındaki Rolü”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı 45, s. 56

68 Düzdağ, a. g. e. , s. 125

içinde kendi davranışlarını idare ve kontrol eden bir mekanizma kurmuştur. Bu mekanizma gelişigüzel değil de, sistemli olduğu için, davranışlarda tutarlılık meydana gelir. İnsan, aynı ahlâk prensiple-rini her zaman ve her yerde uygular. İşte doğruluk bu prensiplerden şaşmamak demektir.69

Emaneti ehline veren, başkalarına yardım eden, doğru şahitlik yapan bir kimsenin, güvenilir ve söz verdiğinde sözünü yerine getirir olması, dini ve ahlâkî bir ödevdir. İslam’ın terfi ettirdiği fert, elinden, belinden, dilinden emin olunan kimsedir. Güvenilir olmakla insan neyi elde eder? Hiç şüphe yok ki, güvenilir bir insan toplumda saygın bir konuma sahip olur. Başkalarına örnek teşkil etmede inandırıcı olur;

güvenilir olmayan, sözünde durmayan kimseler, ona bakarak kendi durumlarını gözden geçirirler.70

Fikirleriyle yaşantısı uyuşmayan kişinin ne ahlâkından ne de özgürlüğünden söz edilebilir.71 Ticari hayatta da dürüstlük bir nesneyi üretirken veya alıp satarken en değerli sermaye, dünyada itibar, ahirette saadet kazandıran en kıymetli erdemdir. Tersi yalan ve aldatmadır. Ticarette dürüst olmak ve dürüst kalabilmek o kadar büyük çabayı gerektiren bir mücadele olmalı ki Hz. Peygamber’in:

“Alış-verişlerinde doğru davranan, dürüst, güvenilir (emin) Müslüman tacirlerin ahiret yurdunda peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle bir-likte bulunacaklardır.” hadisi ticarette dürüstlüğün sağladığı yüksek mertebeyi müjdelemektedir. Kurtubî gibi bazı âlimler Müzemmil suresinin 20. Ayetinde yer alan “Allah bilmektedir ki içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere yer-yüzünde yol tepecekler, diğerleri de Allah yolunda çarpışacaklardır”

ifadesinden hareketle helal rızık için çaba sarf eden ticaret erbabı ile cihada çıkan mücahidin mertebelerinin Allah katında denk olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bu da az önceki hadise uygun bir netice-ye işaret etmektedir. Aynı anetice-yette gece namazına (teheccüd) önem veren ve hastalık, ticaret için sefer, cihat gibi ağır yükümlülüklerin

69 Güngör, a. g. e. , s. 68

70 Aydın, a. g. e. , s. 129

71 Nazan Bekiroğlu, (2017), Yerli Yersiz Cümleler, Timaş Yayınları, İstanbul, s. 238

doğurduğu meşakkat sebebiyle bu namazı kılmakta zorlananlara gösterilen kolaylık hususunda tacir ile mücahidin de zikredilmiş olması onların değerine bir işarettir. Allah’ın onların durumlarını ve gece namazı kılmaya olan arzularını bildiğini ifade etmesi niyetleri sebebiyle onların da bu namazı kılmış gibi kabul edeceklerini gös-termektedir. Ticari hayatın doğası gereği dürüstlüğünü kaybeden bir esnafın hem bu dünyada hem de öteki dünyada iflası kaçınılmazdır.

Çünkü insanlar aldatıldıklarını anladığında fıtrî olarak bu ortamdan uzaklaşırlar. Aldatma eylemi sadece aldatılan kişi bunu fark edinceye kadar devam edebilir. Aldatma ve yalan işin tabiatına aykırılık arz ettiği için bir gün mutlaka kendisini hissettirir. Aldatma ve yalan gibi ahlâksız tutumlar da çabuk yayılma özelliğine ve bu yüzden büyük bir etkiye sahiptir. Dolayısıyla hızlı bir müşteri kaybını beraberinde getirir. Müşterisini kaybeden de ticari hayatını bitirir.72

Bu bağlamda Sani Konukoğlu’nun “İşin hilesi dürüstlüktür”, sözü ile Edmund Burke’nin “Şeytanın bir şeyler yapabilmesi için ge-rekli tek şey, dürüst insanın hiçbir şey yapmamasıdır” sözleri oldukça manidardır. Ancak bu minvalde Silivrili Cemil- Şükriye Metin çiftinin başlarından geçen şu hatıra daha da kıymetlidir:

“Cemil-Şükriye Metin çifti Vanlı depremzedeler için bir yardım kolisi hazırladılar. Şükriye Hanım, koliye koyduğu nevresimin içerisinde daha önce eşinin kitap baskısı için ayırdığı 5 bin lirayı unutmuştur. Yardım kolisi kendisine teslim edilen bir Vanlı depremzede nevresimin içerisin-deki parayı fark edince, olayda bir yanlışlık olduğunu anlayacak ve parayı sahibine gönderilmek üzere Bü-yükçekmece Belediyesi Yardım Komitesi Başkanı Coşkun Tanış’a teslim edecektir. En zor zamanda ve durumda sergilenen bu dürüstlük ve ahlâkî hassasiyetten ancak ve ancak gurur duyulabilir.”

72 Saffet Köse, (2017), İslâm İş ve Ticaret Ahlâkı, Genişletilmiş 3. Basım, İGİAD Yayınları, İs-tanbul, s. 72-73

İşini iyi yapan insanlar dünyanın her tarafında kıymetlidirler.

İnsanlar, işlerini titizlikle yapma ahlâkına sahip olmakla toplumsal düzenin temini ve devamına katkı sağlamak kadar yer yer hayatların kurtulmasına da vesile olurlar. Aşağıda verilen hadise bu durumun gerçek hayattan alınmış bir misalidir:

“Carlos Plump, ABD deniz kuvvetlerinde genç subaylara öğretmenlik yapıyordu. Vietnam’da jet pilotu olarak savaşmıştı. 76. uçuşu sırasında uçağı yerden havaya fırlatılan bir füzeyle vurulmuş, ancak son anda uçaktan atlamış, paraşütle yere inmişti. Ne var ki komünistlerin eline esir düşmüş, 6 yılını bir hapishanede geçirdikten sonra tekrar ülkesine dönmüştü. Şimdi genç öğrencileriyle bu paha biçilmez deneyimlerini paylaşıyordu. Bir gün, bir lokantada eşiyle birlikte yemek yerken yakındaki masadan bir adam kendisine yaklaştı:

- Siz Yüzbaşı Plump’sunuz değil mi? dedi. Plump’un cevap vermesine fırsat vermeden konuşmasını sürdürdü:

- Vietnam’da Kitty Hawk savaş gemisinde savaş pilotuy-dunuz. Uçağınızı vurmuşlardı. Plump şaşkınlıkla adama bütün bunları nereden bildiğini sorunca, Adam.

- Sizin paraşütünüzü ben katlamıştım. (Bir taraftan eliyle ustaca katlama hareketleri yaparken) Umarım paraşütünüz hemen açılmıştır, dedi. Plump minnettarlık duygusu içerisinde:

- Elbette. Katladığın paraşüt açılmasaydı, bugün burada olamazdım, şeklinde cevapladı.

Adam tevazu ile Plump’un elini sıkıp müsaade istedi ve yerine oturdu. Plump, o gece uyuyamadı. Hep adamı düşündü. Bir paraşütün katlanma biçimi bir pilotun ölüm kalım meselesi olacak kadar incelikli bir işti. Bir jet pilotu olarak bu detayı hiç düşünmemişti. Kim bilir Kitty Hawk’ta kaç kez yüz yüze gelmişlerdi de sıradan

bir memur olarak görmüştü adamı. Sözüm ona, bir jet pilotunun yaptığı ile sıradan memurların yaptığı işler kıyaslanır şeyler değildi! Hep sıradan biri gibi görmüş olmalıydı adamı. Hayatında yeri olmayan önemsiz bir dekor gibi. Çok büyük bir ihtimalle ona bir “Merhaba”

demeyi bile çok görmüştü. Saatlerce onun yaptığı işi düşündü. Yüzlerce paraşütün iplerini birbirinden itina ile ayırışını, kumaşı inceden inceye katlamasını hayal etti.

Elinin her hareketinde hiç tanımadığı birinin hayatını ellerinde tuttuğunu fark etti. Plump, ertesi gün dersine şu beklenmedik soruyla başladı:

- Paraşütünüzü kim katlıyor? Bir süre susup cevap bekledi.

Anlaşılan o ki, herkes kendi işine odaklanıyor, kendi işinin detaylarında kritik katkıları olan insanları hesaba katmıyordu. Hâlbuki hayatımızın her anında kullandığı-mız bir paraşüt muhakkak vardır. Bizi hayatta tutan, öz güvenimizi sağlayan, ayaklarımızı yere sağlamca bastıran ya da havada asılı kalıp öteleri görmemizi sağlayan nice küçük, fakat önemli detayın arkasında kimler var acaba?”