• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.1.3 Yükseköğretiminde Yayılma ve Yayılmanın Dayandığı Gerekçeler

2.1.3.2 Yükseköğretimin Yayılma Gerekçeleri

2.1.3.2.3 İdeolojik Açıdan Gerekçeler

İdeoloji, öğretim elemanlarının, yöneticilerin, grupların, örgütlerin ve toplumların eylemlerini ve inançlarını şekillendiren bir dizi prensip, amaç ve stratejiyi ifade etmektedir. İdeolojiler kısmen ya da tamamen bilinçli eylemleri ifade etmektedir (Stier, 2004, s. 85). Bauman (2000, s. 77), ise modern toplumların daha önce hiç olmadığı kadar tüketici bir toplum olduğuna değinerek tüketici toplum yaratma ideolojilerini vurgulamaktadır (Stier, 2004, s. 86). Toplumlar ve kurumlar yükseköğretim aracılığıyla tüketici bir toplum yaratma ideolojilerini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Stier (2004, s. 86), yükseköğretimi bu noktada iki tarafı keskin bir ‘kılıca’ benzetmektedir. Yükseköğretim bir taraftan öğrencileri müşteri olarak gören tüketici bir ideolojiyi empoze ederek var olan

yapısını yeniden inşa etmekte diğer taraftan ise kritik denetleme ve ölçme yöntemleri ile toplumu etkilemektedir (Stier, 2004, s. 86). Ölçme yöntemlerinin çoğunun fikirlerde, eğitim sistemlerinde ve ideolojilerde uluslararası ve küresel olarak bir noktada birleşme amacı taşıması çelişki yaratmaktadır (Stier, 2004, s. 89). Bu genelleme hali ve standartlaşmış uygulamalar yükseköğretimin yayılması süreçlerini de etkilemektedir. Yükseköğretimin yayılması, toplum ve eğitimin küresel modelinin açık birer parçasıdır. Dünya toplumlarının benzer olmasından dolayı değil hedeflerinin benzer bir şekilde odaklanmasından ve eğitimin istenen süreçleri başarmak için tüm dünya ideolojilerinde en belirgin hedef olarak görülmesinden dolayı dünya çapında bir boyutta güç kazanmaktadır. (Meyer ve Schofer, 2006, s. 58).

Sosyo-kurumsalcılar (Meyer, vd., 1997; Meyer ve Ramirez, 2000) üniversitelerin yayılmasında yatan ideolojik gerekçelere değinmekte ve Meyer ve Schofer (2006, s. 52) ise ilk olarak, dünya çapında küresel yayılmanın özelliklerini, ikinci olarak küresel değişimin yayılmacı özelliğini açıklamaktadır. Sosyo-kurumsalcılar, değişimin küresel özelliklerini açıklarken, dünya çapında ülkelerin sosyo-ekonomik ve bireysel gelişimine körü körüne olan bağlılıklarına ve bu süreçte eğitimin en önemli etken olduğu yönündeki ideolojilere vurgu yapmaktadır. Ancak en sofistike ampirik ve teorik analistler bile eğitimde değişim ve sosyo-ekonomi arasındaki nedensel ilişkiyi oldukça anlaşılmaz bulmaktadırlar (Chabbott ve Ramirez, 2000). Aynı zamanda ideolojik ve ekonomik bir gerekçe sayabileceğimiz yükseköğretimin ekonomide fonksiyonel yararlar sağladığı ve böylece devletler için yayılmanın sürdürülmesinin oldukça akla yakın olduğu gerekçesi literatürde eğitimin sosyo-ekonomik katkı sağladığını gösteren yeteri kadar çalışma ile ampirik olarak kanıtlanamadığı için eleştirilmektedir (Benavot, 1992; Chabbott ve Ramirez, 2000; Frank ve Meyer, 2006).

Dünyada eğitim alanında ortaya çıkan değişimleri kurumsal teori ideolojik gerekçeler ile açıklayabilmektedir. Kurumsal teoristler, dünyada eğitimin sosyal süreçlerde en önemli kaynak olduğu yönünde ideolojik bir anlaşmanın olduğunu ancak bunun gözle görülebilen bir şey olmadığını savunmaktadırlar. Bu durumun, eğitim sisteminin neye benzeyeceğini gösteren popüler modellerin hızla yayılmasını sağladığını belirtmektedirler. Kurumsal teoristlerden Meyer ve Schofer (2006, s. 52), ‘ülkelerin ekonomik gelişim bakımından farklılıklar gösterse de meşrulaşmış uzun vadede hedeflerinin yoğun olarak aynı olduğunu ve bu hedeflere ulaşmak için ortak amaçların, ortak modelleri takip ettiğini ve eğitimde dünya çapında birbirleriyle benzer ve eş biçimli değişimlerin olduğunu’ öne

sürmektedirler. Dünyadaki benzer ve birbirlerini taklit ederek aynılaşan ve eş biçimli hale gelen kurumlara dikkat çekerek, 1980’lerde Japon eğitim modelinin literatürde yer aldığını ancak şuan günümüzde Amerikan eğitim siteminin, tüm dünya için bir model olarak görüldüğünü vurgulamaktadırlar (Meyer ve Schofer, 2006, s. 52) Bu tarz bir modelin örnek alınarak tüm dünyada kabul görmesi ise üniversitelerin standartlaşmasına yol açmaktadır. Halbuki Frank ve Meyer (2006, s. 40) disipline dayalı yaklaşım yerine pedagojik yaklaşımı, taklit etmek yerine katılımı ve standartlaştırma yerine seçme özgürlüğünü önermektedirler.

Ayrıca Üniversitelerin yayılmasında ideolojik gerekçelerden bir diğeri ise üniversitelerin, gençlerin küresel değerleri kavrayabilmesi için sahip olmaları gereken prensipleri ve sosyal gerçekliği inşa etmesidir (Frank ve Meyer, 2006, s.28). Küresel değerlerin aktarılması ve paylaşılmasında üniversitelerin bir araç olarak kullanılması, üniversitelerin ideolojik olarak yayıldıklarını destekleyen bir bakış açısı sunmaktadır. Bu araçsal (instrumentalist) bakış açısına göre, politika yapıcılar, insanların iş gücü hareketini kolaylaştırmak ve üniversite derecelerini ve kademelerini homojenleştirmek amacıyla ulusların eğitim sistemleri arasındaki şeffaflığı ve geçişi artırmak istemektedirler. Araçsal bakış açısına göre, bu amaç pragmatik ve ekonomik amaçlarla uyuşmaktadır. Araçsal yaklaşım, kârı maksimuma çıkarmak, ekonomik gelişim ve sürdürülebilir kalkınma yaratmak ve hükümetlerin, tüzel kişilerin, çıkar gruplarının ve uluslar üstü rejimlerin istenen ideolojilerini aktarmak için yükseköğretimi bir araç olarak düşünmektedir (Stier, 2004, s. 89). Uluslararası yükseköğretim politikaları gizli ekonomik girişimler için araç olmanın yanında ideo-kültürel amaçları aktarmada da bir araç haline gelmektedir (Stier, 2004, s. 91). İdeo-kültürel amaçların yayılması değerlerin, inançların ve normların yayılması ile doğrudan ilgilidir. Kurumlar, ulus-devletlerin değerlerini aşılayan birer ajan olarak (Selznik, 1957) görülmekte ve eğitim, sağlık ve bürokrasilerin yeniden üretilmesi gibi modernite araçları ile değerleri ve normları yaymaktadırlar (Jepperson ve Meyer, 1991; Meyer ve Rowan, 1977). Bu süreçte bir kurum olarak üniversiteler, ulus-devletlerin milli değerlerini aşılamaya yardımcı olan birer ajan olarak görülebilir. Özetle, yükseköğretim kurumları, ideo-kültürel amaçları aktarmak için bir araç olarak görülmekte ve mevcut yükseköğretim politikaları bu amaçları gerçekleştirmek için işe koyulmaktadır.

Bu konuyu destekleyen kurumsal teoriler, eğitim ve toplumun oldukça rasyonel modellerinin modern olarak yayılmasını vurgulamaktadırlar (Meyer vd., 1977; DiMaggio ve Powell, 1992a; 1992b). Meyer vd., (1977)’a göre, ‘milli siyasi kültür ve ideolojinin

oluşması ve vatandaşlıkların kurulması için siyasi otorite, eğitimin yayılmasına yol açmaktadır’ (s. 243). Bu bakış açıları ve okulların kritik yetenekler ve değerler öğrettiği fikrinden (Meyer, vd., 1977, s. 65) yola çıkarak, siyasi otoritenin Türk yükseköğretiminin ülke boyunca yayılmasına yol açtığını ve ulusal, sosyal, politik ve ideolojik değerleri, normları ve inançları yaymak için yeni üniversitelerin kurulmasının, bir devlet politikası olduğunu söyleyebiliriz.

Avrupa’daki duruma baktığımızda ise etkin Avrupalılaşma ve küreselleşmenin, eğitimde yayılmayı gerektiren modern Avrupa düşünce tarzıyla bütünleştiğini görmekteyiz. Uluslaşma ve ulusal eğitim sistemlerinin meşrulaşması özellikle Avrupa’da çarpıcı bir şekilde görülmektedir. Avrupa’da Savaş sonrası gelişim çabaları kapalı ulusal sistemlerin dışa açılması ihtiyacını doğurmuştur (Meyer ve Schofer, 2006). Bu gelişime paralel olarak dünyadaki yükseköğretimin çarpıcı özelliklerinden birisi olan ve Avrupa’da en çok göze çarpan bir özellik ise ‘yönetimsel örgütsel yeniden yapılanmadır’ (managerialist

organizational reconstruction). Avrupa’da bu örgütsel değişim, planlama ve amaç

bakımından daha az disipline olmuş ülkelerde etkin Bologna süreci ile gerçekleşmektedir (Schofer, 1999; Teichler, 2008; Meyer ve Schofer, 2006). Avrupa’daki mevcut uygulamaların Avrupa vatandaşlığı ve Avrupa kimliği yaratma gibi amaçlarından ve bu amacı destekleyen örneklerinden hareketle, üniversitelerin ‘yönetimsel örgütsel yeniden yapılanma’ ile istenen düşünce, ideoloji ve kimlikleri yaymak ve yaratmak için birer araç olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Örneğin; Avrupa Birliği’nin ‘hayat boyu öğrenme, e-

öğrenme, uluslararası çalışma programları’ gibi politikalarında daha fazla esnek iş gücü

yaratarak, Avrupa’nın küresel pazarda rekabet edebilirliğini artırma çabası yatmaktadır (Stier, 2004, s. 90). Aynı pragmatik nedenlerle, politika yapıcılar, hayat-boyu öğrenmenin, sosyal yeteneklerin, eleştirel düşünmenin ve son olarak kültürler arası anlayışın önemini vurgulamaktadırlar. Buradaki esas amaç; karmaşık, küresel ve çok kültürlü dünyada oldukça yetenek gerektiren işlerde çalışabilecek geniş bir iş gücü yaratmaktır. Böylece yükseköğretim yayılarak, kapitalizmin, küresel ve çok kültürlü dünyanın taleplerini karşılayabilecektir (Stier, 2004, s. 90).