• Sonuç bulunamadı

1.2.3.1 İşçi Sendikaları ve İşçi Sendikalarının Tarihsel Gelişim

İşçi sendikaları ilk kez İngiltere’de, mesleki çıkarları korumak ve gözetmek amacı ile kalfalar arasında oluşturulan ve geliştirilen dostluk birliktelikleri şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu meslek örgütleri bugünkü anlamını ise 1839 yılında “sendika odaları” kavramı ile kazanmıştır. Genel olarak tanımlanacak olursa sendikalar, aynı ya da birbirine benzer mesleklere mensup kişilerin bir araya gelmesi ile oluşturulan, üyelerinin amaç ve çıkarları doğrultusunda faaliyette bulunan ve üyelerini temsil ederek onların çalışma yaşamlarına dair çıkarlarını koruyup gözeten tüzel kişiliğe haiz örgütlerdir. Sendikal yapılanma, sanayi devrimi öncesinde çalışanların çalışma ilişkilerini düzenleyen, usta-kalfa-çırak arasında çıkar farklılıklarını çıkar birlikleri haline getirmeye dair faaliyet gösteren ve o zamana kadar süregelmiş olan lonca sisteminden daha farklı bir örgütsel yapıyı ortaya koyan bir yapı olarak da görülebilmektedir.19

Sendikalar, mesleki ve ekonomik hak ve çıkarların korunmasında birlikte hareket edilmesinin öneminin kavrandığı ortamda, 1824 yılında koalisyon yasaklarının kalkması ile İngiltere’de ve ardından da Almanya ve Fransa’da kurulmuşlardır.20 İngiliz işçi hareketinin altında, işçi ve burjuva sınıflarının karşı

karşıya geldiği 1789 Fransız devrimi mevcuttur. Fransız devriminin yol göstermesi ile de birlikte, tarihte ilk bağımsız işçi hareketi olan Londra Corresponding Society

      

19

 Aysen TOKOL, Endüstri İlişkileri ve Yeni Gelişmeler, Bursa 2001, s. 16-17  20 Sami GÜVEN, Sosyal Politikanın Temelleri, Bursa 1995, s. 61

(Londra Yazışma Derneği) kurulmuştur. Bu dernek aynı zamanda sınıf bilincinin gelişmesine de neden olarak 1830’lu yıllar itibari ile başlayan yasal sendikal örgütlenmelerin kurulmasında etkili olmuştur. İngiltere’den sonra sendikaların serbestçe kurulmasına diğer ülkelerde de olanak tanınmıştır. Bu doğrultuda, 1842’de ABD’de, 1884’te Fransa’da ve 1869’da Almanya’da sendikaların kurulabilmesine dair özgürlük tanınmasını sağlayan yasalar çıkartılmıştır. Yine de sendikaların işverenlerce taraf olarak kabul edilmeleri yasaların çıkmasından çok daha sonralara dayanmaktadır. Sendikacılık hareketi 19. yüzyıl boyunca fazla yaygın bir gelişme göstermemiştir. Bunun en önemli nedeni sendikaları zararlı birer kurum olarak gören liberal görüşlerin olumsuz etkileridir. Yüzyıl ilerledikçe toplumun gelişmesi ve devletlerin bu konuya bakışının değişmesi sendikaları toplum tarafından benimsenen ve çoğulcu toplumlar için önemli bir sivil toplum örgütü haline getirmiştir.21

Sanayi devrimi ile birlikte, el işçiliği yerini fabrika işçisi olarak tanımlanan çalışanlara devretmiştir. Sanayi devrimi akabinde oluşan fabrika üretimi düzeniyle ortaya çıkan bu işçi sınıfı, yeni üretim metodları ile çalışan ve dolayısıyla da vasıf düzeyi daha yüksek olan kişileri içermektedir. Yeni sanayii hareketi, ihtiyacı olan vasıf düzeyi yüksek işgücünü küçük zanaatçılardan, geri kalanını da kırsal kesim çalışanlarından temin etmiştir. Böylece “sanayii işçi sınıfı” olarak adlandırılacak yeni bir sosyal sınıf ortaya çıkmıştır. Bu sınıfın içinde bulunduğu kötü çalışma koşulları (zor çalışma şartları, uzun çalışma saatleri, düşük ücretler), fabrikaların sayısında yaşanan hızlı artış sonucu emek sahiplerinin de sayısının hızla artması sınıf dâhilindekilerin zamanla kendi aralarında birleşmelerine ve uzun vadede bu birleşmeler işçi sendikalarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.22 Sanayileşme ile birlikte işçi çıkarlarının diğer grupların çıkarlarından farklı olduğu bilincine varılmıştır. Bu farklılık neticesinde bir süre sonra işçi ve işveren arasında artan çıkar uyumsuzlukları beraberinde bu ilişkilerde artan gerginlikleri de getirmiştir. Bu ortamda örgütlenme işçileri belli bir düzen altında tutacak yönetim yapılarına duyulan gereksinim, sendikaların kurulmasına engel teşkil edecek kanunların

      

21

 Sami GÜVEN, Sosyal Politikanın Temelleri, Bursa 1995, s. 61 

olmaması ve demokrasinin de varlığı ile ilk kez XVIII. yüzyılda, yukarıda da değinildiği gibi, İngiltere’de ortaya çıkmıştır.23

“Endüstri devriminin yarattıklarını oluşturan yeniçağın işçileri, emek gücünü satarak günü gününe yaşayan, tek geliri ücret olan, işverenin tek yanlı saptadığı çalışma koşullarını kabul etmek zorunda kalan, yersel ve mesleki hareketliliği çok sınırlı olan, bağıt serbestliğine sahip olması nedeni ile görünüşte özgür sayılan, ancak gerçekte ekonomik açıdan işverene büyük ölçüde bağımlı olan ve bu statüsünü değiştirme gücü çok sınırlı bulunan, toplumun en geniş sınıfını oluşturmaktadır.”24

Eylemsel anlamda işçi hareketleri mesleki olarak sendikacılık ve ekonomik olarak da kooperatifçilik şeklinde kendisini göstermiştir.

Endüstri devriminin yaşandığı İngiltere, Almanya, Fransa ve İsveç gibi ülkelerdeki fabrikalarda mevcut olan ağır çalışma şartları ve düşük ücretler, giderek büyümekte olan işçi sınıfı içerisinde güçlü bir birlik ve sınıf bilincinin oluşmaya başlamasına neden olmuştur. Sermaye sahibi kesim ise bu birliğe karşı anamalcı sınıfı oluşturmuştur. Batı toplumlarında ortaya çıkan ve gelişen bu iki sınıf arasında sınıf savaşları ortaya çıkmıştır. Bu ortamda toplumsal barışı, bütünleşmeyi, dengeyi sürdürmek ülkeler açısından oldukça zorlaşmıştır. İşçiler bu ortam dâhilinde kader birliği etmelerinin önemini kavramıştırlar.25

Sendikal hareketin doğuşu endüstri devrimine dayanmaktadır ancak gelişmeleri ve toplumda kabul ve saygınlık görmeleri demokrasi sayesinde mümkün olmuştur. Özellikle çoğulcu demokrasinin mevcut olduğu toplumlarda sendikalar sosyal politikanın en önemli aracıdır. Sendikal hareketin gelişimi, özellikle endüstri devriminin yaşandığı ülkelerde, oldukça zahmetli olmuştur. “Başlangıçta işverenler, sendikaların ücret ve çalışma koşulları üzerine müzakereye girişmelerini, kendi

      

23

 Aysen TOKOL, Endüstri İlişkileri ve Yeni Gelişmeler, Bursa 2001, s. 18  24

 Sami GÜVEN, Sosyal Politikanın Temelleri, Bursa 1995, s. 35  25 Sami GÜVEN, Sosyal Politikanın Temelleri, Bursa 1995, s. 40-41 

otoritelerine ve işletmelerin yönetimine bir müdahale şeklinde algılamışlardır, sendika yönetimini tanımamışlar ve müzakereden kaçınmışlardır. İşçi tabanına gözdağı verme ve sendikadan ayrılmaya zorlama girişimlerinde bulunmuşlar, sendikalarla açıkça kişisel savaşa girmişlerdir. Buna karşılık işçi hareketleri direniş ve ani grevler şeklinde gelişmiştir. Bu grevler, elverişli olmayan koşullarda ve iyice düşünülmeden yapıldığı için, gereken etkinliğe ulaşamamıştır. Bu nedenle işveren karşısında geri adım atılması ya da işverenin sözlü vaatlerine kanılarak, eylemden vazgeçilmesi şeklinde sonuçlanmıştır.”26

Başlangıçta yaşanan karışık dönemim sona ermesinin ardından işçi sayılarının ve dolayısıyla üye sayılarının artması ile birlikte sendikalar toplumsal ve mali güçlerini artırmış, süreklilik kazanmış ve karşılıklı diyalog yöntemleri geliştirmiştir. Sonuçta da sendikaların işçilerin yasal temsilcileri olmaları durumu işverenlerce kabul edilmiştir. Böylelikle taraflar arasındaki savaş sona ermiştir. İşçi sendikalarında yaşanan gelişmeler ve bunların giderek güçlenmesi, işverenlerin de kendi sendikalarını kurmaya gerek duymalarına neden olmuştur. Bunun sonucunda işçi-işveren sendikaları arasında emeğin ve sermayenin uyumlaştırılabildiği ve çalışma koşullarının belirlenebildiği araç olan toplu iş sözleşmelerinin yapılabilmesi olanağı da doğmuştur. Bunun yanı sıra, işçi sendikaları başlangıçta pazarlık güçlerini daha yüksek tutabilmelerini sağlayan nitelikli işgücünü örgütlemiş devamında ise niteliksiz işgücünü de bu örgütlenme kapsamına alarak işkolu sendikacılığına dönüşmüştür.27

I. Dünya Savaşı ve 1929 ekonomik krizi sendikaları olumsuz biçimde etkilemiştir. Özellikle kriz sonrası ortaya çıkan otoriter devletçi uygulamalar sendikalara karşı olumsuz tutumlar sergilemiştir. Avrupa’da görülen bu tutuma karşılık özellikle ABD’de başkan Roosvelt’in uyguladığı yeni dönem politikaları sendikalara destek içermiştir. II. Dünya savaşı ertesinde ise sendikalar 1970’lerin sonlarına kadar altın çağlarını yaşamışlardır. Uygulanan Keynesyen politikalar, refah

      

26

 Sami GÜVEN, Sosyal Politikanın Temelleri, Bursa 1995, s. 61  27 Sami GÜVEN, Sosyal Politikanın Temelleri, Bursa 1995, s. 62 

devleti uygulamaları ve Fordist üretim şekilleri ile birlikte sendikalar gelişmeleri için en uygun ortamı bulmuşturlar. Bu ortamda sendikalar kurumsal ve hukuki bünyelerini de güçlendirerek siyasal ve toplumsal baskı grubu haline de gelmiştirler. Ayrıca elde ettikleri bu gücü kullanarak bu dönemde sendikalar kamu politikalarının ve çalışma koşullarının belirlenmesinde de söz sahibi olmuşlardır. Küreselleşme, artan rekabet, değişen ekonomik ve sosyal politikalar neticesinde 1970’li yıllarda ve özellikle 1980 sonrasında sendikaların bu altın çağı son bularak güçlerini kaybetmeye başlamışlardır.28

1970’lerin ortalarında başlayan ekonomik durgunluklar endüstri ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir. Bu etki doğrultusunda endüstri ilişkilerinde ve toplu pazarlık sisteminde değişimler meydana gelmiştir ve bu değişimlerden önemli ölçüde etkilenen taraf da sendikalar olmuştur. Yukarıda da bahsedildiği üzere, 2. Dünya savaşından 70’li yılların ortalarına kadar olan dönemde yaşanan olumlu gelişmeler (gelir artışları, ekonomik büyüme, istihdamda yaşanan artışlar, ekonomik istikrarın sağlanması, v.b.) endüstri ilişkileri sistemini ve dolayısıyla sendikaları olumlu biçimde etkilemiştir. Bu gelişmeler akabinde endüstri ilişkileri sisteminde uzlaşma kolaylaşmış, sendikal yapılanmalarda ve toplu pazarlıklarda gelişmeler yaşanmıştır. Ayrıca, özellikle Avrupa’da devlet de istihdam ve refah politikaları uygulamaları ile ekonomik büyümenin sürdürülmesine destek olmuştur. Tüm bunlar göz önüne alındığında bu dönem toplu pazarlığın ve sendikaların en güçlü olduğu dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik istikrarın ve diğer kazanımların işgücü piyasasında yarattığı etki, sendikaların da güç kazanmasını ve altın çağlarını yaşamalarını sağlamıştır.29

70’li yılların ortaları itibari ile yaşanan ekonomik duraklamalar hem Avrupa’da hem de Amerika’da sendikal yapılanmaları olumsuz yönde etkilemiştir. Bu durgunluk sendikaların altın çağının sona ermesine neden olmuştur. İç pazarların doyuma ulaşması, dış pazarlarda yaşanan durgunluk ve yeni endüstrileşen ülkelerin

      

28

 Aysen TOKOL, Endüstri İlişkileri ve Yeni Gelişmeler, Bursa 2001, s. 18-19 29 Meryem KORAY, Değişen Koşullarda Sendikacılık, İstanbul Temmuz 1994, s. 71

daha ucuz fiyatlarla pazarlara girerek rekabeti artırmaları gelişmiş ekonomiler üzerinde olumsuz etkiler yaratmıştır. Bu durum ekonomi politikalarında değişikliğe ve liberalizme dönüşe neden olmuştur. Bu yeni-liberalizm endüstri ilişkileri ve sendikalar için de büyük önem taşımaktadır ve değişimlere yol açmıştır. Bu dönemde ekonominin içerisinde bulunduğu durgunluğun ve yüksek enflasyonun öneli nedenlerinden bir tanesi ücretlerin verimlilik artışının üzerinde olması ve emek lehine uygulanmakta olan kamu müdahaleleridir. Bu durum aynı zamanda uluslararası pazarlarda rekabet gücünü de olumsuz etkilemekteydi. Hem enflasyonun düşürülmesi hem de pazarda rekabet gücünün artırılması için işgücü maliyetlerinin düşürülmesi gerekmekteydi. Bir diğer unsur ise teknolojik üstünlüklerin elde edilmesi gerekliliğiydi. Bu iki durum o dönemde endüstri ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir. İşgücü maliyetlerinin düşürülmesi için işten çıkarmalar, ücret düşüşleri gibi uygulamalar; teknolojik gelişmelerle birlikte ise yeni üretim tarzları, yüksek düzeyde kalifiye işgücü, esnek işgücü kullanımı ve yeni yönetim politikaları endüstri ilişkileri sistemi ve dolayısıyla sendikal yapılanmalarda köklü değişiklikler manasına gelmekteydi.30

“Sendikacılık hareketi önceleri işçilerin ekonomik çıkarlarını korumak ve çalışma koşullarını iyileştirmek şeklindeki klasik işlevleri hedef alırken, çağdaş sendikacılık hareketi, bu işlevlerin ötesinde daha geniş ve yeni işlevler yüklenmiştir. Bu, toplumun bütününü ilgilendiren sorunlarla daha yakından uğraşan ve kendi payına düşen sorumluluğu üstlenmeyi ve paylaşmayı esas alan bir sendikacılık anlayışıdır.”31

Endüstri ilişkileri sistemi kolektif ilişkileri muhteva ettiğinde, sistemin en temel aktörleri olan işçiler, ağırlıklı olarak mensup bulundukları işçi sendikalarınca temsil edilirler. İşçilerin endüstri ilişkilerinin temel aktörleri olmalarının başlıca nedeni; bir yandan işgücü maliyetleri ve verimlilik açısından işvereni etkilerken diğer yandan ortak çıkarlarına dair istek ve beklentileri ile mensup bulundukları

      

30

 Meryem KORAY, Değişen Koşullarda Sendikacılık, İstanbul Temmuz 1994, s. 72-74  31  Sami GÜVEN, Sosyal Politikanın Temelleri, Bursa 1995, s. 62 

sendikaların taleplerinin oluşmasını sağlamaları ve bu sendikaların güçlenmelerine ve gelişmelerine katkıda bulunmalarıdır. İşçi sendikaları da örgütledikleri işgücünün temsilcisi olarak ve onların çıkarları doğrultusunda, çalışma hayatına ilişkin kararlarda gerek toplu pazarlık gerekse grev gibi yollarla, devletin yanında söz sahibi olmaktadırlar. Günümüzde değişen koşullar işçilerin bireysel bazda, endüstri ilişkilerinin aktörleri olmalarına dair kapasiteyi artırmış olsa da, bu durumun işçi sendikalarını tamamen ortadan kaldırdığı söylenemez. Her ne kadar güçlerinde bir azalma görülse de, işçi sendikaları da halen endüstri ilişkilerinin aktörleri arasında yerlerini korumaktadır.32