• Sonuç bulunamadı

Hz. Ali’nin (ra) Şehadeti

Belgede ŞÂH-I VELÂYET Hz. ALİ (RA) (sayfa 173-181)

SIFFIN SAVAŞI, HAKEM OLAYI VE HARİCİ FİTNESİ A- SIFFİN SAVAŞISEBEPLERİ VE SONUÇLARI

C- HAVARİC FIRKASI İNANÇ VE DÜŞÜNCELERİ

4. Hz. Ali’nin (ra) Şehadeti

Resulullah’ın (sav) ilk ve birinci talebesi, “Şâh-ı Velâyet” unvanını bihakkın kazanan züht ve takvada en ileriydi. İlimde “Ben ilmin şehriyim Ali onun kapısıdır” “İçinizde en iyi hüküm veren Ali’dir” hitabına mazhardı. Şecaat ve cesarette “Ali gibi yiğit yoktur” hadisi ile övülen, ilim ve hikmette derya olan Hz. Ali (ra) son günlerde sık sık “Aranızdaki bir eşkıya şu başım ile sakalımı kanımla boyayacak ve siz ona mani olamayacaksınız” diyordu.4

Bir gün namaza giderken bir kaz sürüsü bağrışarak Hz. Ali’ye yaklaştılar. Yanındakiler onları kovmak isteyince Hz. Ali (ra) “Bırakın onları! Çünkü onlar matem kuşlarıdır” dedi.

Ramazan ayı girince Hz. Ali (ra) üç lokmadan fazla yememeye başladı. “Allah’ın ölüm emrinin aç olduğum halde bana ulaşmasını isterim” diyordu.

Hariciler bir araya geldiler ve “Amr b. Âs, Muaviye ve Hz. Ali’nin öldürülmesine”

karar verdiler. Aralarında su-i kast yapacak olanları da seçtiler. Bûrek b. Abdillah Muaviye’yi, Amr b. Bekr et-Temimi Amr b. Âs’ı ve Abdurrahman b. Mülcem el-Hârici de Hz. Ali’yi (ra) öldürmeyi gönüllü olarak üstlendiler. Ramazan’ın 17. Gecesi sabah namazı için sözleştiler. (17 Ramazan 40/24 Ocak 660)

İbn-i Mülcem’ül-Harici yardımcıları Şebib ve Verdan ile beraber Hz. Ali’yi (ra) mescidin kapısında beklemeye başladılar.

Hz. Ali (ra) o gece rüyasında peygamberimizi (sav) gördü. Kalktı ve rüyasını Hz.

Hasan’a rüyasını anlattı. “Oğulcuğum! Bu gece rüyamda Resulullah’ı (sav) gördüm. ‘Ya Resulallah! Ümmetinden nice dertlere uğradım, nice düşmanlıklar gördüm’ dedim. Bana

1 El-Kâmil, 3:369

2 El-Kâmil, 3:388

3 İbn-i Kayyum el-Cevzî, Muntazam, 5:163

4 El-Bidaye ve’n-Nihâye, 7:324

‘Onlara beddua et!’ ferman etti. Ben de ‘Allah bana onlardan hayırlısını versin, onlara da benden daha şerlisini musallat etsin’ dedim” buyurdu. Sonra sabah namazı için hazırlanmaya başladı. Sonra namaz için evinden çıktı.

Cami kapısına gelince pusuda bekleyen Verdan ve Şebib kılıçla üzerine yürüdüler. Hz.

Ali (ra) çevik bir hareketle yana sıçrayınca kılıç kapıya saplandı. İbn-i Mülcem ise zehirli hançerini Hz. Ali’nin kafasına vurdu. Bu arada “Ya Ali! Hüküm ancak Allah’ındır, senin ve adamlarının değil!” diye bağırdı. Hz. Ali (ra) “Bu adamı yakalayın!” dedi. Arkadan gelenler onu yakaladılar. Verdan kaçtı ve akrabasının evine sığındı. Durumu haber verip saklamalarını isteyince akrabaları onu kılıçla öldürdüler. Şebib ise kaçıp kurtuldu. Takdir-i ilâhî olarak Muaviye (ra) korumaları sayesinde hafif bir yara ile kurtuldu. Amr b. Âs (ra) o gün camiye gelmemiş ve böylece su-i kasttan kurtulmuş oldular.

Hz. Ali (ra) namaz kıldırmak için Ca’de b. Hubeyre b. Ebi Vehb’i görevlendirdi.1 Sonra katili öldürmemelerini istedi. “Kurtulursam cezasını ben veririm, ölürsem kısasımı yaparsınız” dedi. Sonra İbn-i Mülcem’in huzuruna getirilmesini istedi.

Sordu: “-Ey Allah’ın düşmanı! Ben sana iyilik yapmadım mı?”

İbn-i Mülcem “-Evet, yaptın.”

Hz. Ali (ra) “-Niçin kanıma girmek istedin?”

İbn-i Mülcem “-Senin şerrinden insanları korumak istedim. Ben kırk gündür bu kılıcı bileyip zehirle ovuyorum!” dedi.

Hz. Ali (ra) evine getirildi. Üç gün hasta yatağında kaldı. Peygamberimiz (sav) ve Hz.

Ebubekir (ra) gibi zehirlenmeden dolayı ıstırap çekti. Bu arada kendisine gelen Müslümanlara, çocukları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e (ra) nasihatlerde bulundu. Şöyle dedi:

“Ey Abdumuttalip oğulları! Şayet ben ölecek olursam katilime kısas yapın, sakın burnunu ve kulağını keserek müsle ve işkence yapmayın. Ölmezsem onun hakkında kararı ben veririm. Sakın haksız yere, kan dökmeyen Müslümanların kanını akıtmayın.

Müslümanların emiri öldürüldü diye insanlara kıymayın. Katilimden başkasına el kaldırmayın.”

Hz. Hasan ve Hüseyin’e döndü: “Evvelâ Allah’tan korkun! Size kötülük de yapılsa iyilikle karşılık verin. İyi insanların elinde iyilik çıkar. Sakın kaybettiğiniz bir şey için ağlamayın ve Hak sözden başka bir söz söylemeyin. Yetime merhamet edin, zayıfa acıyın, ahiretinizi düşünerek orası için amel edin. Zalime düşman, mazluma yardımcı olun.

Rehberiniz Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti olsun. Bu ikisinden başkası ile amel etmeyin ve bu hususta hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmayın ve çekinmeyin.”

Sonra Muhammed Hanefi’ye döndü ve “Abilerin olan Hasan ve Hüseyin’e tabi ol, onlara danışmadan hiçbir işe teşebbüs etme!” dedi. Bu arada Cündüb b. Abdillah “Şayet seni kaybedersek oğlun Hasan’a tabi olalım mı?” diye sordu. Hz. Ali (ra) “Ben bu hususta size ne evet ve ne de hayır derim. Sizler kendi işinizi daha iyi bilirsiniz” diye cevap verdi. Sonra

“Ben bu işi Resulullah’ın (sav) bıraktığı gibi ümmetin reyine bırakıyorum” dedi.2

Sonra Hz. Hasan’a (ra) döndü ve dedi: “Sana dört nasihatten ibaret iki şeyi tavsiye ediyorum. Bunlara uyarsan asla zarar görmezsin. En büyük zenginlik akıldır. An büyük fakirlik ahmaklıktır. En büyük cehalet kendini beğenmektir. En büyük fazilet ve üstünlük güzel ahlaktır. Yine sana diyorum ki; sakın ahmakla arkadaş olma, sana faydalı olacağım derken zarar verir. Cimri ile arkadaş olma, ihtiyacın olan şeyi en muhtaç olduğun zaman senden esirger. Ahlaksız ve fasık ile arkadaş olma, o seni kötülüğe sevk eder, yapmasan da en basit bir menfaate seni satar. Sakın korkak ile arkadaş olma, o düşman karşısında seni terk edip kaçar”3 dedi.

1 Taberi, Tarih, 5:144-145; İbn-i Saad, Tabakat, 3:36; El-Kâmil, 3:400-402

2 Müsned-i Ahmed, 1:141; Taberi, Tarih, 3:83; el-Kâmil, 3:397-400

3 Hayatü’s-Sahabe, 3:370

Hz. Ali (ra) son olarak kendi eliyle bir vasiyetname yazdı. Şöyle:

“Bismillahirrahmanirrahîm. Bu Ali b. Ebî Talibin vasiyetnamesidir. Ben şahadet eder ve tasdik ederim ki kâinatı yaratan Allah birdir ve Muhammed (as) O’nun kulu ve resulüdür.

Oğlum Hasan ile tüm Müslümanlara vasiyetim şudur: Birliği ve beraberliği koruyunuz.

Yetimleri seviniz, komşuya saygı gösteriniz. Allah’ın kitabını daima rehber tutunuz. Namaz dinin direğidir, namazı vaktinde eda ediniz. Dinin yücelmesi için hiçbir vakit cihattan geri durmayınız. Daima doğruluğu meslek edininiz. Peygamberin sünnetine uyun ve onun âline ve ashâbına daima hürmet ediniz. Ve’lhamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn!”

Nihayet 21 Ramazan 40 Cuma gecesi “Kelime-i şahadet” getirerek ruhunu Allah’a teslim etti. Vefat ettiği zaman miladi 61, hicri 63 yaşında bulunuyordu. Peygamberimizin (sav) yaşadığı kadar yaşamış, yolunu ve sünnetini insanlara öğretmekle ömür tüketmişti.

Hz. Hasan (ra) dışarıda bekleyen büyük bir cemaate vefatını şöyle duyurdu:

“Ey İnsanlar! Bu gece öyle bir zat aramızdan ayrıldı ki Resulullah (sav) onu savaşa gönderirdi de Cebrail (as) sağında, Mikâil (as) onun solunda dururdu. Almak istediği şeyi ele geçirene kadar savaşmaktan vazgeçmezdi. O öyle bir gecede şehit olup ruhunu Allah’a teslim etti ki, İsa (as) o gece göklere yükseltildi. Allah benî-İsrail’in tövbesini o gece kabul etti”1 dedi.

Hz. Hasan (ra) Hz. Hüseyin (ra) ve Abdullah b. Câfer (ra) yıkama ve kefenleme hizmetlerini yaptılar. Namazını da Hz. Hasan (ra) kıldırdı.2

Hz. Ali’nin (ra) defin ve cenaze işleri bittikten sonra Hz. Hasan (ra) İbn-i Mülcem’i getrterek Allah’ın emri, babasının vasiyeti üzere kısas yaptırarak öldürdü. Böylece peygamberimizin (sav) istikbale dair verdiği bir haberi mucize olarak gerçekleşmiş oldu.3

Hz. Aişe (ra) onun hakkında “Haşimiler içinde onun kadar Allah’tan korkan ve Allah’a itaat edeni görmedim” diye onu methedecektir.

Hz. Ali’nin (ra) mezarı Kûfe’de olup yeri belli değildir. Vasiyeti üzere bir meçhule defnedilmiştir. Hz. Ali (ra) bununla radikallerin mezarını ziyaret amacı dışına çıkaracaklarını düşünerek tedbir almıştır. Necefte bulunan kabri ona ait olduğu belli değildir. Bazılarına göre bu kabir Muğire b. Şube’ye aittir. Rivayete göre bir deve üzerine yüklenen naaşı çölde kaybolmuştur. Devesini de Tay kabilesi mensupları tarafından başıboş bulunduğu için kesildiği söylenmektedir. Hz. Ali (ra) şahıs olarak fani olmuş, davasında yaşamaya devam etmektedir. Peygamberimiz (sav) onun için “Ya Ali ben Kur’ânın tenzili için harb ettim. Sen de tevili için harb edeceksin” buyurmuş ve öyle olmuştur. Hz. Ali’ye ait kabirler H. 300 seneden sonra ortaya çıkmıştır.

Hz. Ali’nin (ra) vefatı ile “Din ile Siyaset” birbirinden ayrıldı. Diyaneti “Ulemâ”

siyaseti de “Umera” temsil ederek yürütmeye başladı. Hz. Hasan’ın (ra) altı aylık hilafeti sonunda hilafeti Hz. Muaviye’ye devrederek hilafetten ve idarecilikten çekilmesi ve Müslümanlar arasında barışı sağlaması ile de peygamberimizin (sav) haber verdiği gibi “Otuz sene sürecek olan hilafet, saltanata inkılap etmiş oldu.”4 Ortaya çıkan fitneler bahar fırtınası gibi Müslümanların istidatlarını inkişaf ettirdi. Kimisi Kur’anın muhafazasına, kimisi hadisin muhafazasına, kimisi ibadetin ve ahlakın muhafazasına çalışarak siyaset dışında İslamın hayata hakim olmasına, kalplerde ve gönüllerde yerleşmesine, İslam ahlakının hayatlanmasına hizmet ettiler. Böylece herkes İslam’a hizmete koştu ve İslamiyet üç kıtaya hâkim ve hükümran olmaya devam etti.

1 Taberi, Tarih, 6:85; el-Kâmil, 3:402

2 Taberi, Tarih, 5:148

3 Mektubat, 90

4 Mektubat, ????

5. Hz. Ali’nin (ra) Fazileti:

Peygamberimiz (sav) Hz. Ali hakkında şöyle buyurdular: “Ey Ensar topluluğu! Ali bendendir, ben de Ali’denim. Mü’minler onu severler, münafıklar ona buğz ederler.”

(Tirmizi, 6:270, H. No: 3962) Ümm-ü Seleme (ra) der ki “Biz münafıkları Ali’ye düşmanlık yapmalarından tanırdık. Ebu Said el-Hudri (ra) da aynı şeyi söylerdi.

Peygamberimiz (sav) ayrıca “Allah’a yemin ederim ki ehl-i beytimi sevmedikçe kişinin kalbine iman girmez” yani, imanı kemale ermez ve tam olgun bir Müslüman olmaz. Berâ b.

Azîb (ra) anlatıyor: Biz Veda Haccı’na giderken Gadir-i Hum denen mevkide konakladık.

Cemaatle namaz kıldık. Sonra Ali’nin elinden tutarak “Ben mü’minlere nefislerinden daha evlâ değil miyim?” diye sordu. Hep bir ağızdan “Elbette evlâsın!” dedik. Peygamberimiz (sav) bu soruyu üç defa tekrar etti. Sonra Hz. Ali’nin (ra) elini kaldırarak “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” dedi. Sonra “Allah’ım! Ali’ye dost olana sen de dost ol, düşman olana sen de düşman ol!” diye dua etti. (Tirmizi , Menâkıb, H. No:3714; Canan, Kütüb-ü Sitte, 16:485)

Abdullah b. Ömer (ra) anlatıyor Resûl-i Ekrem (sav) “Hasan ve Hüseyin ehl-i cennetin efendileridir, babaları Ali onlardan daha hayırlıdır” (K. Sitte, 16:487) buyurdular.

Peygamberimiz (sav) “Beş kişiyi sevmeyen cennete giremez” buyurmuşlardır. Hadisçiler bu beş kişinin “Ehl-i Beyt” “Hamse-i Âl-i Âbâ” yani, Hz. Peygamber (sav) Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (ra) olduklarını izah etmişlerdir.

Hz. Ebubekir (ra) onun hakkında şöyle der: “Ben Resulullah’tan işittim. Benden sonra güneşin üzerine doğup battığı en hayırlı insan Ali’dir” buyurdular. Hz. Ömer (ra) “Ali olmasaydı Ömer helâk olurdu” dedi. Hz. Ali’ye hitaben de “Yâ Ebu’l-Hasen! Senin bulunmadığın bir cemaat içinde bulunmaktan Allah’a sığınırım.” Hz. Osman b. Affan (ra) der ki “Ben hazret-i Resul-i Ekrem’den (sav) işittim. ‘Aliye bakmak ibadettir’ buyurdular. Hz.

Muaviye (ra) da “Ali’nin ölümü ile ilim ve fıkıh bitmiştir” demiştir.

SONUÇ

Tarihten alınacak ve olaylardan çıkarılacak dersler:

1. Fitne zamanında hakka taraftarlık ve hizmet hicret gibidir.

2. Hak ve batıl ortasında bi-taraf kalan bertaraf olur ve batıla hizmet etmiş olur.

3. Muhalefette ittifak edenler, iktidara gelince ihtilafa düşerler.

4. Muhalifleri bir arada tutan menfaat ve düşmanlıktır.

5. Bir imama biat eden, biatında sebat etmeli ve itaat etmelidir.

6. Fikrî bir temeli ve iddiası olmayanın istikbali de olmaz.

7. Menfaati ve korkuyu esas alanlar hakkı esas alanlardan daha çok birliği sağlarlar.

8. İslamiyet öncelikle ulu’l-emre itaati esas alır. Siyasi başarı itaatten kaynaklanır.

9. Tarihe hükmeden ya din veya asabiyettir.

10. İntikam duygusu ile hareket edenler adil olamaz, adaletle iş göremezler.

11. Farklı amaçlarla bir araya gelenler müspet bir iş ve faydalı hizmet yapamazlar.

12. Devletin temeli asabiyete dayanır.

13. Devlet müesseseleşir ve istişareye dayalı bir sistem kurarsa asabiyetten kurtulur.

14. Fitne ve kargaşanın hikmeti hakkı tespit ve dini tahkim etmektir.

15. Dahili ihtilaflar harici düşmanlardan daha tehlikelidir.

16. İmanı zayıf, mütereddit ve korkak insanlarla hakka hizmet edilmez.

17. İki nevi hizmet vardır. Biri ilahi ve semavi, diğeri aklî ve arzîdir. Arzî olan başarıyı, gücü ve iktidarı esas alır, başarıyı bunlarda görür. Semavi olan ise hakkı rızay-ı ilâhiyi ve ahireti esas alır.

18. Bütün ihtilaflar saflıktan ve oyuna gelmekten, iyi niyetten kaynaklanır. Kurnazlar iyi niyetli ve saf insanları çok iyi aldatırlar. Bu nedenle Hz. Ömer (ra) peygamberimizin (sav) “Medine kötüleri dışarı atar” hadisine istinaden saf ve aldatılabilir mizaca sahip sahabelerin Medine dışına çıkmasını yasaklamıştı. Hz.

Osman (ra) müsaade ettiği için kötü niyetliler o sahabeleri kullanarak pek çok fitneye sebep oldular.

19. Hürriyet her nevi gelişme ve terakkinin buharı ve enerjisidir. İstidat tohumları hürriyet havasında inkişaf eder. Bu nedenle Bediüzzaman Meşrutiyet için “Yarı milelti feda etmiş olsak yine ucuz düşerdi” demiştir.

20. Hz. Ali’ye (ra) en çok zarar verenler “ahmak dost” tabir edilen “Cahil müçtehitler, ilimden yoksun kurralar ve siyasetten mahrum abidler” olmuştur.

21. Hz. Ali (ra) ile Hz. Muaviye’nin mücadelesi bir yönüyle iktidar ve muhalefet mücadelesine benzemektedir. Muhalefet saltanatı savunduğu ve şartlar da buna uygun olduğu için hilafeti müdafaa eden Hz. Ali’ye galip gelmiş ve hilafet saltanata dönüşmüştür. Ahmak dost düşman kadar zarar verir.

22. Hariciler “Radikal İslam’ı” temsil ediyorlardı. Onlar dinde hassas muhakeme-i akliyede noksan olup dinin zahirine göre hükmeden ilimden ve medeniyetten yoksun bedevilerdi.

E- Hz. ALİ (RA) DÖNEMİNDE İDARİ VE İKTİSADİ DURUM 1. İDARİ DURUM

Hz. Ali (ra) halife seçme yetkisi olan “Eshab-ı Bedir” tarafından halife seçilerek hilafet makamına oturmasından sonra ilk olarak Mescid-i Nebevî’de açıktan biat aldı.1 Şurâ üyelerinden Hz. Zübeyir, (ra) Hz. Talhâ (ra) ve Sa’d b. Ebi Vakkas (ra) dâhil sahabelerin çoğu kendisine biat ettiler.2

Hz. Ali (ra) ilk icraat olarak valileri değiştireceğini, “Beytü’l-Mâli” denetim altına alacağını söylemiş ve “Millete ait olan bir tek dirhemi kimsede bırakmam” demişti. Hz.

Osman’ın (ra) evindeki bütün silahlara el koydu. Zekât malı olarak toplanan hayvan sürülerini Beytü’l-Mâle devretti. Hz. Osman’ın (ra) bir kısım akrabalarının ellerinde bulunan toprakları ellerinden aldı.3

Benî Ümeyye’den Hz. Muaviye b. Ebi Süfyan (ra) Şam’da, Abdullah b. Âmir (ra) Basra’da Abdullah b. Sa’d b. Ebi Sarh (ra) Mısır’da ve Ya’lâ b. Ümeyye (ra) Yemen’de valilik yapıyorlardı. Hz. Ali (ra) valileri değiştireceğini söylediği zaman hepsi telaşlandılar.

Bu nedenle Hz. Ali’nin (ra) seçilmesi ile Benî Ümeyye’de bir telâş baş gösterdi.4 Hz.

Osman’ın (ra) müsamahalı yönetiminden yararlanarak devletin kilit noktalarını ele geçirmiş ve aristokrat bir tabaka teşkil etmişlerdi.

Biat için Medine’ye gelen Velid b. Ukbe Hz. Ali’ye (ra) biat ederken “Yâ Ali! Sen hepimize zarar verdin. Bedir’de babamı öldürdün. Mervan’ın babasına hakaret ettin. Daha önce biriktirdiğimiz mallar ile şu anda elimizde bulunan servetimize dokunmazsan sana biat ederiz” dedi. Hz. Ali (ra) bu söze son derece öfkelendi ve “Size zarar verdiğimi dile getirdin.

Hâlbuki size yapılanlar Allah’ın emri gereği yapılmıştır. Ele geçirdiğiniz mallara dokunmamamı istersin. Allah’ın hakkını size bırakmak benim yetkimi aşar. Şu anda elinizde bulunan mallara gelince bilin ki, Allah’a ve müslümanlara ait olan mallar konusunda adalet

1 İbn-i Kuteybe, el-İmâme, 1:46; Taberi, Tarih, 4:428

2 İbn-i Kuteybe, el-İmâme, 1:47; Belâzurî, el-Ensâb, 1:559-560; Taberi, Tarih, 4:427-428

3 Müberred, el-Kâmil, 2:240; İbn-i Abdi’l-Berr, el-İstiâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, 3:599-600 (Mısır-1328); El-Mesûdî, Bürûcu’z-Zeheb, 2:362 (Mısır-1958)

4 Yakubî, Tarih, 2:154

yerini bulacaktır. Sizleri Allah’ın kitabı ve peygamberin sünneti ışığında idare edeceğime söz veririm. Kimi hak rahatsız ederse, batıl daha da rahatsız eder. Buna rağmen hepiniz serbestsiniz. İstediğiniz yere gidebilirsiniz”1 dedi.

Hz. Ali (ra) Medine’de ayrıca Beytü’l-Mâl’de biriken malları Arap ve Mevâli, erkek ve kadın ayırmaksızın eşit olarak dağıtma usulünü getirmesi de Medine’lileri gücendirmişti.2 Bu durum Hz. Zübeyir (ra) ve Hz. Talhâ’nın (ra) da tepkisini çekmişti.3 Bu tatbikatlar Hz. Ali’nin (ra) takip edeceği iktisadî politikayı yansıtıyordu.

1.1. Vilayetlerin İdaresi:

İslam’dan önce Irak ve Fars Sasanî’lerin, Şam ve Mısır ise Bizans’ın egemenliği altındaydı. Yemen’de Main, Sebe ve Himyer isimli küçük devletler kurulmuş, son dönmede de Habeş’in taht-ı idaresine girmişlerdi. Hicaz bölgesinde ise kabilelerin idaresine dayanan oligarşik bir yapı ve Mekke site/şehir devleti vardı. Bizans Suriye topraklarını on bir bölgeye ayırmış hepsine birden “Şark Vilayeti” adını vermişti. Her bölgenin bir merkezi olup her birinde bir asilzâde vali bulunuyordu.

Peygamberimiz (sav) Medine’ye hicretinden sonra kendisine bağlı bir yönetim sistemi oluşturunca İslam dinini öğretmek üzere bazı seçkin sahabeleri Hicaz ve Yemen bölgesine gönderdi. Bunların idarî ve siyasi bir yetkileri olmayıp vazifeleri dini tebliğ, inananlara namaz kıldırıp farz olan zekâtlarını almaktan ibaretti.4 Peygamberimiz (sav) ilk olarak H.8 yılında Mekke’nin fethinden sonra Attab. b. Üseyd’i (ra) vali olarak atamış ve kendisine 30 dirhem maaş bağlamıştır.5

Hz. Ebubekir (ra) halife seçildikten sonra önce karışıklıkları bastırdı. Sonra Arap yarımadasını idarî bakımdan çeşitli vilayetlere ayırdı, sonra her vilayete bir vali atadı.6 Bu dönemde Mekke, Taif, San’a, Hadramut, Necran, Coraş ve Bahreyn vilayetlerine vali ataması yapılmıştır.

Hz Ömer (ra) döneminde ise fatihler çoğaldığı için bu vilayetlerin idaresi için askerî bir bölgeye ihtiyaç hâsıl olmuştu. Bu nedenle Irak’ta Basra ve Kûfe, Mısır’da ise Fustat şehrini kurdu.7 Ayrıca Suriye, Irak ve Mısır’ı çeşitli vilayetlere böldü ve buralara namaz kıldırmak ve halkı aydınlatmak için imamlar, haraç ve zekât toplamak için de memurlar tayin etti.

Orduların idaresini, polis teşkilatının kurulmasını ve kadıların tayinini ise bu vilayetlerin valilerine bıraktı. Vilayetlere atanan valiler de fethettikleri bölgelerdeki idarî sisteme dokunmadılar. Sasanî ve Bizanslıların idarî sistemini ve vergi toplama usulünü islâmî ölçüler içinde muhafaza ettiler.

Hz. Osman (ra) bu vilayetlere yenilerini kattı; ama bazı vilâyetleri de idarî kolaylık için birleştirme yoluna gitti. Azerbaycan ve Ermenistan’a yeni valiler atarken Kıbrıs’ı Şam vilayetine bağladı.8

Hz. Ali (ra) halife seçildikten sonra siyasi gelişmelere bağlı olarak idarede bazı düzenlemeler yapmak durumunda kaldı. Çünkü önce Şam, sonrasında Mısır Hz. Ali’nin (ra) idaresi dışında kalmış ve İslam devleti ikiye bölünme görüntüsü vermişti. Hilafeti zamanında Basra, Kûfe, Mekke, Taif, Medine, Yemen, Bahreyn, Mısır, El-Cezire, Horasan, Fars, Kirman, Hemedan, Isfahan, Rey, Destuba, Sicistan, Azerbaycan ve Ermenistan gibi bölge ve

1 Yakubî, Tarih, (Necef-1358) 2:154-155

2 İbn-i Ebi’l-Hadid, Nehcü’l-Belâğa Şerhi, (Beyrut-1954) 2:272-273

3 İbn-i Hişam, Sire, 1:115

4 Bakır, Yard. Doç. Dr. Abdülhâlık, Hz. Ali Dönemi, (Ankara-1999) s. 52

5 Vakidî, Megâzi, (Kahire-1965) 3:889

6 Bakır, Hz. Ali Dönemi, s.52

7 Taberi, Tarih, 3:590-591

8 Taberi, Tarih, 4:262-263

şehirler birer vali ile idare edilmekteydi.1Hz. Ali (ra) döneminde birçok şehir ve kasabayı içine alan Mısır, Yemen, Horasan benzeri vilayetlerde valiler merkezde kadı, ordu, polis, beytü’l-mal gibi kurumlara memur tayin ettiği gibi, kendisine bağlı diğer şehir ve kasabalara da memur tayin edebiliyordu. Bu husus Hz. Ali (ra) tarafından valilere gönderilen

“Emirnâme”lerde açıkça ifade edilmektedir.

1.2. İdarî Kurumlar:

Hz Ali (ra) dönemine kadar devlet kurumları genel manada oluşturulmuş ve bilhassa Hz. Ömer (ra) döneminde Bizans ve İran idari teşkilatları örnek alınarak idarî yapılanma ve kurumlar oluşturulmuştu. Bunların en önemlileri adlîye, ordu, polis, maliye ve hac emirliği gibi kurumlardır.

1.2.1. Adlî Teşkilat: (Kadılık / Kazâ)

İnsanlar arasındaki ihtilaflara bakan, şikâyet konusu olan meseleleri Kitap ve Sünnet ölçüleri içinde aklını da kullanarak hükme bağlayan, haklıyı ve haksızı belirleyerek haksızı cezalandıran ve hak sahibine hakkını teslim eden kurumdur. Peygamberimiz (sav) bizzat Hz.

Ali (ra) ve Muaz b. Cebel’i (ra) kadılık görevi ile Yemen’e göndermiştir. Hz. Ebubekir (ra) döneminde valiler kadılık görevini de yaparlarken Hz. Ömer (ra) “Yürütme” ve “Yargıyı”

birbirinden ayırmış ve valiler yanında ayrıca kadıları da bizzat görevlendirmiş, kadılara tam yetki vererek valilerin siyasi baskı ve tahakkümünden korumuştur.2

Hz. Ömer (ra) Medine’ye Ebu’d-Derdâ’yı (ra) Kufe’ye Şureyh el-Kindî’yi (ra) Basra’ya Ebu Musa el-Eş’âri’yi (ra) Mısır’a Osman b. Kays el-Âs’ı (ra) kadı olarak atamıştır. Ayrıca kazaî sistemin temelini oluşturan kazâî kuralları da kanunlaştırmış ve yasa haline getirmiştir.

Hz. Ali (ra) ise, kazâ konusunda Hz. Peygamberin (sav) “Ashabım arasında en iyi hüküm vereniniz Ali’dir” hadisine mazhar olmuş,3 Hz. Ömer’in (ra) “Ebu’l-Hasan’ın bulunmadığı bir davada hüküm vermekten Allah’a sığınırım”4 dediği büyük bir şahsiyettir. Bu nedenle kazâ konusuna çok büyük önem vermiştir. Mahkemede gayr-i Müslim ile müslimi eşit tutmuş, halifeliği döneminde Kadı Şüreyh’in huzurunda bir Yahudi ile eşit şartlarda mahkeme olmuş ve hüküm aleyhine sonuçlanmıştır. Bundan dolayı da Kadı Şüreyh’in adaletinden memnun olarak ona ayrıca Kufe’de Teravih Namazı kıldırmak üzere tayin etmiştir.5

O dönemde muhakeme usulü ve kuralları şöyleydi. “Delil davacıya, yemin de dava

O dönemde muhakeme usulü ve kuralları şöyleydi. “Delil davacıya, yemin de dava

Belgede ŞÂH-I VELÂYET Hz. ALİ (RA) (sayfa 173-181)