• Sonuç bulunamadı

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Belgede ŞÂH-I VELÂYET Hz. ALİ (RA) (sayfa 119-142)

Hz. ALİ’NİN (RA) HİLAFET DÖNEMİ

1. Hz. Ali’nin (ra) Halife Seçilmesi: (H. 19 Zilhicce 35/M. 18 Haziran 656)

Hz. Ali (ra) Medine’nin işgal altında olduğu ve halifenin işgalciler tarafından şehit edildiği anarşi ortamında halife seçilecektir. Dolayısıyla halife seçilmesi diğer seçimlerden çok farklı olmuştur. Hz. Ali (ra) dönemindeki şartlar “Şeyheyn” yani Hz. Ebubekir (ra) ve Hz.

Ömer (ra) döneminden çok farklıydı. İşgalciler Medine’de sahabelerin çoğu da Hac görevi için Mekke’de bulunuyordu.

Hz. Osman’ı azletmek için Medine’ye gelen işgalciler ondan sonra kimin halife olacağı konusunda ittifak edememişlerdi. Mısırlılar Hz. Ali’yi, (ra) Kûfeliler Hz. Zübeyr’i (ra) Basralılar da Hz. Talha’yı (ra) halife adayı olarak düşünüyorlardı. İşgalciler Hz. Osman’ın onlara karşı çıkmak isteyenleri engellemesinden dolayı Medine’ye hâkim durumdaydılar.

Medine’de bulunan sahabeler hiçbir işe karışmıyorlar, yanlış bir iş yapmaktan, hislerine kapılarak zulüm ve haksızlığa sebep olmaktan Allah’a sığınıyor ve Allah’tan korkarak ortalığın yatışmasını ve aklın hâkim olmasını bekliyorlardı.

Hz. Osma’ın (ra) katledilmesinden sonra Müslümanlar lidersiz kalmış oldular. Halife yerine bir halef tayin etmemiş, aday da göstermemişti. Hilafet merkezi işgal altında bulunuyordu. Medine halkında şaşkınlık, işgalcilerde de büyük bir panik başlamıştı. İşgalciler kısa zamanda yeni bir halife başa geçmezse bütün olumsuzluklardan ve yaşanan bütün sıkıntılardan tüm dünya Müslümanlarının kendilerini sorumlu tutacağından ve herkesten büyük bir nefret görmelerinden korkmaya başladılar. Bu şartlar içinde Medine’de birkaç gün tam bir kargaşa yaşandı. Sonra işgalcilerin ileri gelenleri bir heyet halinde Hz. Ali (ra) Hz.

Zübeyir (ra) ve Hz. Talha’nın (ra) yanlarına gittiler. Üçünden de hilafete geçme konusunda ret cevabı alınca çok şaşırdılar. Hiç de beklemedikleri bir durumla karşı karşıya kalmışlardı. Bu defa Şurâ üyelerinden Sa’d b. Ebi Vakkas’ın (ra) yanına gittiler. O da gelenleri huzurundan kovdu. Oradan kovulunca Abdullah b. Ömer’in (ra) yanına gittiler. O da gelenleri kapıdan geri çevirdi. Hiç beklemedikleri bu durum karşısında telaşa kapıldılar. Kendi kendilerine

“Şayet bir halife seçmeden Medine’den ayrılırsak ümmet arasında büyük bir fesat yayılır, biz de büyük bir nefrete maruz kalırız” dediler. Bu nedenle Medine’nin ileri gelenlerini ve halkını toplayarak “Sizler ehl-i şûrâsınız. Ümmet sizlerin vereceği kararı kabul eder. Sizler halifeyi seçin biz de size uyarız. Yoksa Ali’yi, Zübeyr’i ve Talha’yı ve birçok kimseyi öldürürüz” diye tehdit ettiler.

Bu durum Medine halkını korkuttu. O sırada Medine’de “Aşere-i Mübeşşere”den beş kişi vardı. Onlar da Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyir, Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas ve Said b. Zeyd (rae) Said b. Zeyd (ra) idarecilikten çekinen ve inzivayı ihtiyar eden bir sahabeydi. Sa’d b. Ebi Vakkas (ra) da Hz. Osman’ın şehadetinden sonra bir köşeye çekilmiş ve hiçbir şeye karışmamaya söz vermişlerdi. Geriye Hz. Ali (ra) Hz. Zübeyir (ra) ve Hz. Talha (ra) kalmıştı.

Sahabeler defalarca Hz. Ali’nin (ra) yanına gittiler. Hz. Ali (ra) her defasında onlara

“Bu hilafet işi halka aittir. Halkın görevlendirdiği kişinin dışında halifeliğe kimsenin hakkı yoktur” diyordu.1 Böylece gelenleri halkın iradesine yönlendiriyordu. Hz. Ali (ra) onlara

“Benim hilâfet işlerinde herhangi bir müdahalem olamaz. Sizler kimi uygun görürseniz ona uyarım ve ondan razı olurum” dedi. Sahabeler “Biz senden başkasına razı olmayız” dediler.

Bunun üzerine Hz. Ali (ra) “Benim vezir olmam emir olmamdan iyidir” dedi.

Sahabeler “Bu işe sizden daha ehil olanı yoktur. Zira senin Resulullah’a yakınlığın ve ilk üç halifenin veziri ve şura üyesi olman yönüyle herkesten daha üstün yönlerin vardır. Bu anarşi ve kargaşa döneminde fitneyi ancak sen durdurabilir, huzur ve asayişi ancak sen temin edebilirsin. Ümmet de ancak senin hilafetine razı olur” dediler.

1 Taberi, Tarih, 5:152; İbnü’l-Esir, El-Kâmil, 3:82

Sahabelerin bu ısrarı üç gün devam etti. Hz. Ali (ra) hilafet görevinden kaçamayacağını ve kaçtığı zaman ortaya çıkacak hukuksuzluktan tarih önünde ve Allah’a karşı sorumlu olacağını düşünerek Cuma günü mescide gitti, Cuma namazını kıldırmadan önce hutbeye çıktı ve şöyle dedi: “Ey Nâs! Halife olarak sizin tayin edeceğiniz zat dışında hiç kimsenin hakkı yoktur. Sizin bana yüklemek istediğiniz bu göreve kesinlikle talip değilim ve taraftar değilim.

Sizlerin ısrarını görüyorum. İsterseniz bu görevden hemen vazgeçerim”1 dedi. Sonra Hz.

Zübeyir (ra) ve Talha’yı (ra) gördü ve onlara dönerek şöyle dedi: “Dilerseniz ben size biat edeyim. Kabul etmezseniz siz bana biat ediniz” dedi. Onlar da “Biz bu cemaat huzurunda sana biat ediyoruz” dediler.2

Cuma namazından önce Hz. Ali’ye ilk biat eden Hz. Talhâ (ra) olmuştur. Bunu gören Habib b. Züeyb “İnnâ lillah! Bu biata ilk başlayan çolak bir el oldu. Bu iş herhâlde hayırla sona ermez” dedi. Hz. Talhâ’nın (ra) bir savaşta koluna ok isabet etmiş ve elini çolak hale getirmişti. Sonra Hz. Zübeyir (ra) biat etti. Daha sonra bütün sahabeler biat ettiler. Hz. Ali (ra)

“Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab!” dedi.

Hz. Ali (ra) sonra hutbeye çıktı ve şöyle hitap etti: “Cenab-ı Hak doğru yolu gösteren hayrı ve şerri gösteren bir kitap inzal buyurmuştur. Sizler bu kitapta yazılı olan hayırları alınız, açıklanan kötülüklerden de uzak durunuz. Farzları yapınız ki onlarla cennete giresiniz.

Haramlardan kaçınız ki cehennemden korunasınız. Şunu biliniz ki haramların içinde en büyüğü haksız yere Müslümanın kanının dökülmesidir. Müslümanlığın hakkı ve Müslümanın görevi birbirleriyle kenetlenmek ve samimiyetle dinin emirlerine uymaktır. Müslüman, Müslümanın elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Müslümanın kanı ancak üç durumda helal olur: Evli olduğu halde zina eden, kasten adam öldüren ve Müslüman olduktan sonra dininden dönen. Bu üç durum dışında hiçbir şekilde Müslümanın kanı dökülmez. Öyle ise insanların hukukuna riayet ediniz. Özellikle ölümü hatırlayarak Allah’tan korkunuz. Sizin önünüzde bir ölüm, bir de kıyamet vardır. Dünya malından yükümüz ne kadar hafif olursa sizden öncekilere o kadar çabuk yetişirsiniz.

Ey Nâs! Allah’ın kullarının hakları konusunda Allah’tan korkun. Her şeyinizden hatta hayvanların haklarından sorguya çekileceksiniz. Bir yerde hayır görürseniz onu mutlaka alınız. Şer gördüğünüz zaman da mutlaka ondan uzak olmaya çalışınız. Sonra Enfal Suresi’nin 26. Ayetini okudu. “Şunu hatırlayın ki, siz yeryüzünde az ve zayıf idiniz.

İnsanların sizi imha etmelerinden korkuyordunuz. Sonra Allah sizi Medine’ye yerleştirdi.

Yardımıyla sizi te’yid ve takviye etti. Helal ve temiz nimetlerle rızıklandırdı. Ta ki O’na şükredesiniz” Ve ilâve etti: “İmama istikamet, halka teslimiyet gerekir” dedi ve hutbeden indi.

Hz. Ali (ra) halife olarak kabul edildikten sonra Cuma namazını kıldırmak için mihraba geçti ve Cuma namazını kıldırdı. Bu olay H.24 Zilhicce 35 Cuma/M. 31 Mayıs 656 günü vaki oldu.

Hz. Ali (ra) diğer sahabeler gibi “Sahabenin İcması” ile değil, “Çoğunluğun Rızası” ile halife oldu. Hz. Ali’yi Şurâ ehlinden hayatta olanlar aday gösterdiler. Bedir sahabeleri ve Medine’de bulunan diğer sahabeler biat ettiler, halk da onların biat ettiğini görünce biat etti.

Bir kısım sahabeler Hz. Aişe (ra) dahil Hac vazifesi için Mekke’de bulunuyordu. Bu nedenle biat merasiminde bulunamadılar, döndükleri zaman Hz. Ali’yi halife buldular isteyen biat etti.

Biat için hiç kimse zorlanmadı ve biat etmeyenler de horlanmadı ve kınanmadı. Hz. Aişe (ra) Hz. Osman’ın öldürülmesine kızdı, Hz. Ali’ye buna engel olamadığı için öfkelendi ve biat etmemek için yoldan geri Mekke’ye döndü. Bir kısım sahabe de onunla döndüler. Sa’d b. Ebi Vakkas (ra) Aşere-i Mübeşşereden olduğu ve Medine’de bulunduğu halde tarafsız kaldı biat etmedi. Fukaha-i sahabeden Abdullah b. Ömer (ra), Usame b. Zeyd (ra) Muğire b. Şube, Ka’b

1 İbn-i Kuteybe, El-İmame ve’s-Siyase, 1:47

2 İbnü’l-Esir, El-Kâmil Fi’t-Tarih, 3:191

b. Ucr, Ka’b b. Malik (ra) Numan b. Beşir (ra) Hassan b. Sabit (ra) Fudale b. Ubeyd (ra) Hz.

Ali’ye biat etmediler.1

Suriye ve Şam halkından hiç kimse Hz. Ali’ye biat etmemiştir. Bunun sebebi siyasete hile ve yalanın girmiş olmasıdır. Bir başka husus da Medine dışındakilerin Hz. Ali’ye biatlerinin alınmamış olmasıdır. Bunun da sebebi taşradan gelen isyancıların ve Medine’de bulunan sahabelerin Hz. Osman’ı korumadığı yalanının yayılmış olması, Hz. Muaviye’nin (ra) bunu kendi siyaseti için propaganda vasıtası yapmasıdır. Yine de Suriye bölgesi ve Şam halkı menfi ve yıkıcı propagandanın etkisi altında kalarak Hz. Ali’ye biat etmemişlerdir. Buna bir örnek verecek olursak Abbasiler Şam’ı ele geçirdikleri zaman kendilerini peygamberin yakını olduklarını söylediklerinde halk şaşırmış ve Şam halkının büyükleri “Biz şimdiye kadar Hz. Peygamberin en yakınları olarak Emevileri biliyorduk”2 demeleridir.

Ümmetin çoğunluğu ise Hz. Ali’nin hilafetine razı olmuş ve fiilen olmasa da sözle biatlarını yapmışlardır.

2. Hz. Osman’ın (ra) Katillerinin Araştırılması:

Hz. Ali (ra) biat işi tamamlandıktan sonra ilk iş olarak Hz. Osman’ın (ra) katillerini araştırmaya başladı. İlk olarak Hz. Osman’ın hanımı Naile Hatun’un ifadesini aldı. Nâile Hatun iki kişinin hücum ettiğini ama onları tanımadığını, onların arkasında üçüncü olarak Muhammed b. Ebubekir olduğunu söyledi.

Hz. Ali (ra) hemen Muhammed b. Ebubekri çağırttı. Onun ifadesini aldı. Muhammed b.

Ebubekir “Nâile’nin sözü yalan değil. Ben de içeri girmiştim. Osman bana babam Ebubekir’i hatırlattı. Ben tövbe ettim ve pişman olarak dışarı çıktım. Ne Osman’ı öldürdüm, ne de onu öldürenleri gördüm” dedi.3

Hz. Ali birçok kişinin ifadesini aldı. Hiç biri katili ele vermedi. Hiç kimse katilleri tanımıyordu. Hz. Ali (ra) evine gitti. Bir müddet sonra Hz. Zübeyir (ra) ve Talha (ra) geldiler ve “Görüyoruz ki isyancılar bir Müslümanı öldürmüşler ve kısası hak etmişlerdir. Halife olarak bunu yerine getirmen gerekir” dediler.

Hz. Ali (ra) “Kardeşlerim! Sizin bildiğinizi ben de biliyorum. Ancak şu durumda bozguncular tüm güçleriyle bize hâkim durumdadırlar. Biz onlara hâkim değiliz. Bedeviler ve sizin köleleriniz de onlara karışmışlardır. Sorarım size, bu durumda istediğinizi gerçekleştirmem mümkün mü?” dedi.

Hz. Zübeyir ve Talha (ra) dediler: “Evet, bu mümkün değil!”

Hz. Ali (ra) devam etti: “Sizin istediğinizi ben de istemekteyim. Ama ne var ki şu anda cahiliye dönemini hatırlatır bir hava hâkim olduğu görülmektedir. Müslümanlar sizin istediğiniz yönde zorlansa bir kısmı size uyar, bir kısmı ise size muhalefet eder. Sizin uygun gördüğünüzü bir başkası farklı görür. Bir kısmı da ne onu ne de öbürünü uygun görür. Bu sebeple kalpler iyice sükûna erinceye ve hak yerini buluncaya kadar bekleyiniz. Sonra gelin beraberce hareket edelim” dedi.4

Bunun üzerine Hz. Zübeyir (ra) ve Talha (ra) oradan ayrıldılar.

Hz. Ali’nin (ra) amacı bozguncuları Medine’den uzaklaştırmaktı. Bunu onlardan istediği zaman büyük bir tepki ile karşılaştı. Bilhassa Abdullah b. Sebe’nin iğfal ettiği

“Sebeiyye”5 grubu Hz. Ali’ye (ra) karşı çıktılar. Ortadaki karmaşanın devam etmesi ve Medine’yi işgal eden bozguncuların Medine’yi terk etmek istememeleri üzerine Hz. Zübeyir

1 İbn-i Haldun, Mukaddime, 1:542

2 Mesudi, Mürücu’z-Zeheb, Şam-1979, 3:43

3 İbn-i Saad, Tabakat, 3:73

4 El-Kâmil, 3:200

5 Sebeiyye, İbn-i Sebe’nin aldattığı bir gruptu. Bunlar Hz. İsa dünyaya geri dönecek de Hz. Muhammed

dönmeyecek mi? O da dönecek ve kendisine ihanet edenlerden intikam alacak” diyorlardı. Bunların amaçları Hz.

Muhamed’in (sav) son peygamber olduğu konusunda şüphe uyandırmak ve yeni peygamber beklentisi ile Müslümanların inançlarını bozmaktı.

(ra) Kûfe’ye, Hz. Talha (ra) da Basra’ya giderek asker toplayıp gelmek için Hz. Ali’den (ra) izin istediler. Hz. Ali (ra) onların Medine’den çıkmaları halinde fitneye düşebileceklerini ve düşüncelerini değiştirebileceğini düşünerek yanından ayırmak istemedi ve onlara müsaade etmedi.

Hz. Osman’ın katillerini araştıran Hz. Ali (ra) onların ileri gelenlerini topladı ve “Hz.

Osman’ın katillerini sizler biliyorsunuz. Onları içinizde saklamayın bana teslim edin. Böylece Allah’ın kısas emrini uygulayalım” deyince onların hepsi mızraklarını kaldırdılar ve “Biz hepimiz Osman’ın katilleriyiz. Kim kısas uygulayacaksa hepimize uygulasın!” diye bağırdılar.1 Bu durumda kısas uygulamanın imkânı yoktu.

Hz. Ali (ra) kısas uygulanması için hukukî yolların açılmasını istiyordu. Bunun için öncelikli olarak mirasçıların dava açmaları, delillerin toplanması ve suçluların tespiti, hâkimin bunları değerlendirerek hükmünü vermesi gerekiyordu. Ama ne var ki bunların hiçbiri yapılmıyordu. Ortada suçluyu bulmak mümkün değildi. Hz. Ali’nin (ra) bunun için görevlendirdiği memurlar da işin içinden çıkamıyorlardı. Hz. Osman’ın öldüren bir kitleydi ve bunda az çok pek çok kimsenin dahli vardı. Nitekim Hz. Muaviye (ra) Hz. Osman’ın kanını dava edecek ve bunu iktidarı ele geçirmek için kullanarak Hz. Ali’yi (ra) suçlayacaktı ama halife olup tam bir hâkimiyet sağladıktan sonra Hz. Ali’nin haklılığını kabul etmek zorunda kaldı. Bunun için gerekli olan yasal süreci başlatmasına rağmen hiçbir sonuç alamadı.

Katilleri tespit edemedi ve bunun şer’î, yani yasal delilerini bulamadı. Bütün çabaları sonuçsuz kaldı. En büyük iddiası olan Osman’ın katillerinin kısasını kendisi de yapamadı.2

3. Hz. Ali’nin (ra) Usul-i Siyaseti ve Adalet-i Mahza Anlayışı:

Hz. Ali (ra) peygamberimizin (sav) takip ettiği “Adalet-i Mahza” yani “Kur’an ve Sünnetten” asla taviz vermeden uygulamak için halife olmuştu. Kendisini halife olarak seçenler de bunu ancak sen yapabilirsin” diye ona biat etmişlerdi. Bu nedenle dinden ve adaletten asla taviz vermeden, dini siyasete alet etmeden, siyaseti dine dost ve hizmetkâr yapmak için bu görevi kabul etmişti.

Siyasetin dâhilerinde kabul edilen ve insanları yönetmenin ve başarılı olmanın yollarını çok iyi bilenler Hz. Ali’ye (ra) pek çok taktik verdikleri halde o bunlara asla itibar etmemiştir.

Hz. Ali (ra) “Dinin” yani “Hukuk Sisteminin” dışına çıkmadan “Adalet ve Hakkaniyet”

ölçülerini aşmadan ve dinin sınırları dışına çıkmadan halkı idare etmek istiyordu. Hz. Ali (ra) siyaset için dinden taviz verilemeyeceği konusunda ısrarlı idi. Hayatı boyunca da bu yolu takip etmişti. Bunu yaparken “İstişare ve Şura” prensibine de büyük önem veriyordu.

Herkesle istişare ediyordu. Siyaset dâhilerinden Muğire b. Şu’be Medine’ye gelmişti.

Hz. Ali (ra) onun fikrini almak için yanına çağırdı. Valiler konusunda fikrini sordu. O da Hz.

Ali’ye şöyle dedi: “İtaati istemek senin hakkındır. Sen hayatta kalan iyilerden birisin. Hz.

Osman’ın (ra) valileri olarak bilinen Muvaiye’yi ve İbn-i Âmir’i yerinde bırak. Halkın heyecanının yatışmasını ve gelip sana biat etmelerini bekle. İleride istediğini azleder, istediğini de naspedersin” dedi. Daha pek çok şey söyledi.

Abdullah b. Abbas (ra) Hac Emiri olarak Mekke’ye gitmişti. Kafilesinde hacca gitmiş olan Hz. Aişe (ra) da bulunuyordu. Hac görevini tamamlayıp Medine’ye döndüğü zaman Hz.

Ali’yi (ra) halife olarak bulmuştu. Hz. Ali’nin yanına geldiği zaman onu Muğire ile konuşurken buldu. Sesini çıkarmadan bir müddet dinledi. Sonra Muğire huzurdan ayrılınca Hz. Ali’ye “Bu adam ne diyor?” diye sordu.

Hz. Ali (ra) “Dün Medine’ye geldi. Ben de çağırdım görüşünü aldım. Bana Hz.

Osman’ın atadığı valileri yerinde bırak, halk sakinleşsin, onlar da gelip sana biat etsinler.

Sonra onlarla ilgili dilediğini yaparsın dedi. Ben kabul etmedim. Bu gün yeniden gelmiş, ağız değiştirmiş, beni haklı buluyor ve sen asi ile mutiyi bilirsin diyor” buyurdu.

1 Nedvî, Hz. Ali, 178

2 İbn-i Hacer el-Askalânî, El-İsabe fî Temyîzi’s-Sahabe, 508

Abdullah b. Abbas (ra) Hz. Ali (ra) gibi düşünmüyordu. Şöyle dedi: “Muğire dün hayırlı nasihat etmiş, bu gün ise desiseli sözler söylemiştir. Çünkü Muaviye ve diğer Emevi valileri de ehl-i dünyadır. Görevlerinden alırsan Şam ve Irak aleyhine ayaklandırırlar. Ayrıca ben Zübeyir ve Talha’ya da güvenmiyorum. Onlar da yarın seni yalnız bırakabilirler” dedi.

Hz. Ali (ra) “Dinde müdahane yoktur. Ben dünyam için dinime zarar verecek şekilde dalkavukluk edemem ve dini dünyaya alet etmem” dedi. Hz. Ali (ra) azimeti esas alarak siyasetin inceliklerini dinin esasları uğruna feda ediyor, siyasi başarıdan ziyade ahkâm-ı diniyeyi ve adalet-i mahzayı esas alıyordu. Bu nedenle siyasi entrikalar için dinin emri olan

“doğruluk ve hakkaniyetten” ayrılmıyor, ikiyüzlülüğe asla tevessül etmiyordu.

Abdullah b. Abbas (ra) “Hiç olmazsa Muaviye’yi yerinde bırak. Sana biat ederse onu azletmek bana kalsın” dedi.

Hz. Ali (ra) “Hayır! Vallahi Muaviye’yi iki gün dahi yerinde bırakmam. Ayrıca Allah’ın ve Müslümanların malı hususunda adalet yerini bulacaktır. Sizleri Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti üzere idare edeceğime söz verdim” dedi. Sonra “Sen bana nasihat ediyorsun âlâ ama önce bana biat et ve kendi fikirlerini ondan sonra söyle. Seni Şam’a vali olarak göndereyim” diye sözünü tamamladı.

Abdullah b. Abbas (ra) “Ben bunu kabul edemem. Muaviye Şam’da çok güçlenmiştir.

Görevi bırakmaz. Osman’a karşılık benim boynumu vuracağından da emin olamam!” dedi.1 Emeviler Hz. Ali’den çok çekiniyorlardı. Zira Hz. Ali (ra) önce Hz. Osman’ın (ra) evinde bulunan silahlara, zekât mallarına ve bunun için toplanmış olan sürülere el koymuştu.

Ayrıca Hz. Osman’ın akrabalarına verdiği toprakları da hazineye aittir diye geri almıştı. Bu nedenle Emeviler Hz. Ali’ye cephe almaya başlamışlardı.2

Hz. Aişe (ra) şöyle demektedir: “Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer zamanları peygamberimizin (sav) zamanı gibi geçti. Hz. Osman’ın zamanında ise hükümdarlık ve saltanat kokusu duyulmaya başlandı.”3 Emevi hanedanına mensup olanlar başa geçtikleri zaman Hz.

Osman’ın (ra) da rahatsız olduğu saltanat görüntüsünü vermişlerdir. Hz. Ali (ra) bu duruma son verecek bir politika izlediği için Hz. Ali’ye cephe almışlardır.

Hz. Ali (ra) dinden taviz vermiyordu; ama ne var ki olaylar Hz. Ali’yi (ra) çoktan aşmıştı. Zaman ve zemin Hz. Ali’ye değil, saltanata ve hükümdarlığa güç veriyordu. Hz. Ali (ra) haklı davasında yalnızlığa doğru itiliyordu. Müslümanlar artık ilk zamanlardaki gibi salabet-i diniyeye sahip değillerdi. Kafalar karışmış, fikirler bozulmuş, Müslümanlar arasındaki birlik ve dirlik dağılmıştı. Dünya nimetleri dünya sevgisini kalplere yerleştirmiş ve ahireti unutturmuştu.

Hz. Osman (ra) zamanında bürokratik mevkilere yükselerek hazineden istedikleri gibi faydalananlar durumlarından endişe ederek Hz. Ali’ye (ra) biat etmekten çekindiler.

Kendilerine halifeye biat hususu hatırlatıldığı zaman “Hele bir durumumuz netleşsin”

diyorlardı.

Hz. Ali (ra) bir gün Cuma Hutbesinde “Allah’a yemin ederim ki, Medine’de kendime ait bir hurma ağacım olduğu sürece Beytülmalden bir kuruş almayacağım. Ben Beytü’l-maldan bir şey almayacağıma göre kimseye de haksız bağışta bulunamam” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali’nin kardeşi Âkil ayağa kalktı ve “Benimle Medine’deki siyahi bir köleyi bir mi tutacaksın?” diye itiraz etti. Hz. Ali (ra) “Sen otur kardeşim! Burada senden başka konuşacak kimse kalmadı mı? Bahsettiğin siyahi köle ile senin aranda takva dışında hiçbir üstünlük yoktur. Bunu böyle bilmelisin!” dedi.

Bir gün bir grup insan Hz. Ali’nin (ra) yanına geldiler ve “Ey Mü’minlerin Emiri!

Bölgenin eşrafına, soylularına ve komutanlarına Beytülmalden daha fazla pay ayırsanız iktidarınızı daha pekiştirmiş olursunuz. Bu durumda onlar sizi desteklerler, siz de böylece dört

1 El-Kâmil, 3:201-203

2 Abdulhâlık Bakır, Hz. Ali, Ankara-1991, s.21

3 A. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 1:418

bir tarafa adaletinizi yayarsınız” dediler. Hz. Ali (ra) onlara “Yazıklar olsun size! Sizler benim iktidarımı haksızlık ve zulüm üzerine kurmamı mı istiyorsunuz? Allah’a yemin ederim ki bunu asla yapmam!” dedi ve onları huzurundan çıkardı.

Hz. Ali (ra) kendisine yapılan bu ve benzeri başarılı olma, iktidarı güçlendirme ve siyasi manevraları içine alan teklifleri “Benden gayr-i meşru usullerle başarıya ulaşmamı mı istiyorsunuz?” diye reddetmiş ve “Adalet-i Mahza” uygulamalarından asla taviz vermemiştir.

“Hak bir davanın vasıtalarının da hak olması gerektiğini” savunmuş meşru ve adil olmayan vasıtalarla adaletin sağlanamayacağını söylemiştir.1

Hz. Ali (ra) 10 yaşından itibaren Peygamberimizin yanından ayrılmamış, her zaman vahyin nüzulüne şahit olmuş, peygamberimizin (sav) sohbetinden istifade etmiş, dinin amaçlarını, emir ve yasakların hikmetlerini çok iyi kavramıştı. Bu nedenle verdiği bütün hükümlerinde kesinlikle isabet ettiği için peygamberimizin (sav) övgüsüne mazhar olmuştu.

Peygamberimiz (sav) “Sizin içinizde en iyi hüküm vereniniz Alidir”2 buyurmuşlardı.

Hz. Ali (ra) hiçbir hadisede hissiyatını karıştırmaz, şer’î ölçüler içinde hukukullahı ve hukuk-u ibadı gözetirdi. Savaşlarda dahi nefsini karıştırmadığının ve ihlasının pek çok örnekleri daha önce geçmişti.

Hz. Ali (ra) “Hakikat hileye muhtaç değildir. Asıl hile hileyi terk etmektedir. Hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir”” diye dinin en küçük bir ahkâmını siyasetin

Hz. Ali (ra) “Hakikat hileye muhtaç değildir. Asıl hile hileyi terk etmektedir. Hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir”” diye dinin en küçük bir ahkâmını siyasetin

Belgede ŞÂH-I VELÂYET Hz. ALİ (RA) (sayfa 119-142)