• Sonuç bulunamadı

Eğitim ve Öğretim İşlerini Düzenlemesi:

Belgede ŞÂH-I VELÂYET Hz. ALİ (RA) (sayfa 32-42)

Peygamberimizin (sav) mescidi hem ibadet hem de eğitim ve öğretim mekânıydı.

Peygamberimiz (sav) burada Allah'ın vahyini, yani Kur’ân-ı Kerimi ve ahkâmının sosyal ve pratik hayatta ve ibadet hayatında uygulamasını öğretiyordu. Peygamberimizin (sav) mescidine gelenler ya ibadet veya öğrenmek için gelir, bir başka nedenle gelmezdi.9

Mescide devam eden ve hiç ayrılmayan yatılı talebeleri de vardı ve bunlara “Ashab-ı Suffe” denirdi. Burada yatılı okuyan talebelerin sayısı çoğu zaman 70–80 öğrencinin altına düşmezdi.10 Namaz vakitlerinde mescitten ayrılmaz ve peygamberimizin sohbetlerini kaçırmazlardı. Kur’ân-ı Kerim ezberler, geceleri ibadetle gündüzleri oruçla geçirirlerdi.

Gündüzleri geçimlerini sağlamak için genellikle sutaşıma, bağ-bahçe sulama, odun getirip satmak gibi buldukları işlerde çalışırlardı.

Peygamberimiz (sav) hurmalığı olanlara hasat zamanında her on vesk/yük hurma için bir vesk hurmayı “Ashab-ı Suffe” için ayırmalarını emretmişti.11 Ayrıca Müslümanların senede bir zekâtlarını, her zaman da sadakalarını burada eğitim gören talebelere verilmesini

1 İsra, 17:110

2 Neml, 27:30

3 İbn-i Saad, Tabakat, 1:263-264

4 Müsned-i Ahmed, 6:250; İbn-i Abdi’lberr, El-İstiab, 1:69

5 Müsned-i Ahmed, 1:57; Ebu Davud, Sünen, 1:208

6 Müsned-i Ahmed, 4:218; Heysemi, Mecmâu’z-Zevâid, 7:48

7 Sehavî, Zeynuddin-i Irâkî’nin Elfiye Şerhi, Fethu’l-Muğîs, 2:165

8 Müsned-i Ahmet, 5:182, 185; Zehebî, Siyer-u A’lâmi’n-Nubelâ, 2:307

9 Sünen-i İbn-i Mâce, 1:82-83; Müsned-i Ahmed, 2:418

10 Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, 1:385

11 Ebu Davud, Sünen, 1:125; Müsned-i Ahmed, 3:359-360

teşvik ederdi. Kur’ân-ı Kerimde sadaka, yani zekatların verileceği sınıflar içinde sayılan1 yoksulların ehl-i suffe olduğunu belirtmek için de “Kapı kapı dolaşrak bir iki lokma ile geri dönen kimse yoksul sayılmaz. Zekât ve sadakayı hak eden gerçek yoksul zaruretini giderecek malı olmadığı halde dilenmekten sakınan ve kendisine sadaka vermek için muhtaç olduğu bilinmeyen kimsedir”2 buyururdu.

Peygamberimiz (sav) eğitim öğretim işini sadece Kur’na ve Hadise has değildi. Arap edebiyatına, şiire ve hicve de müsaade ederdi. Bunları da teşvik ederdi. Nitekim peygamberimiz (sav) Medine’ye gelince Kureyş müşrikleri Resululah’ı ve onunla beraber Ensar’ı da hicvetmeye başlamışlardı. Edebiyat ve Belağatın zirvede olduğu Arabistan’da edebiyatı zirveye çıkaran daha çok şiir, şiir içinde en çok zihinlerde kalan ve süratle insanlar arasında yayılanı “Hiciv”di. Birini övmek için “Kaside”ler, yermek ve gözden düşürmek, alay etmek için de “Hiciv” kullanılırdı.

Peygamberimize (sav) “Yâ Resulallah! Ebu Süfyan b. Haris b. Abdulmuttalip seni hicvediyor” denilince peygamberimiz (sav) “Siz de onları hicvedin. Zira bu onlara ok atmaktan daha ağır gelir”3 buyurdular.

Sahabelerden bazıları Hz. Ali’ye geldiler ve “Sen de onları hicvet” dediler. Hz. Ali’de

“Resulullah müsaade ederse hicvederim” dedi. Peygamberimize gelerek “Ali’ye müsaade buyurun Kureyşi hicvetsin” denilince peygamberimiz (sav) “Bu istenen şey Ali’de yoktur”

buyurdular.4 Sahabeler içinde şiir kabiliyeti ileri seviyede olan Hassan b. Sabit, Abdullah b.

Revâha ve Ka’b b. Mâlik (ra) gibi şiirde şöhret bulan sahabeler vardı. Kâab b. Mâlik (ra) “Ya Resulallah! Kur’an şiir için “Biz Ona şiir öğretmedik, yakışmaz da”5 ayeti var. Biz de şiirle müşrikleri hicvetmek istiyoruz. Ne diyorsun?” diye sorunca peygamberimiz (sav) “Mü’min kılıcı ile de, dili ile de cihat eder”6 buyurarak müsaade buyurdular.

Bundan sonra Abdullah b. Revaha (ra) müşriklerin inançlarını ve putlarını yerden yere vuran, şirk ve küfrün kötülüğünü anlatan şiirler söyleyerek bunları yaymaya başladı. Bu durum Kureyş müşriklerine çok ağır geldi. Hassan b. Sabit (ra) Kureyş’i ahlak yönünden kötülerini ortaya koyarak hicvederdi. Onun şiirleri müşrikleri çok daha derinden etkilerdi.7

5. Hz. Ali (ra) Bedir Muharebesinde (13 Mart 624/ 17 Ramazan 2)

Kureyş bir ticaret kervanı hazırlayarak Şam Pazarına göndermişlerdi. Bu kervanda az çok bütün Kureyş’in hissesi vardı. Herkes ürettiğini satmak ve onunla ihtiyaçlarını almak için bu kervanda bir sermayesi vardı. Kervan en az bin deveden meydana geliyordu ve sermayesi 50.000 dinar ediyordu. Kervanın iki amacı vardı. Birincisi ticaret yolları üzerinde bulunan Müslümanları ortadan kaldırmak için savaş silahları ve malzemeleri almak, ikincisi de geçimlerini sağlamak.

Kureyş müşrikleri bu kervana için özel bir kampanya başlatmışlardı. Herkesi kervana sermaye katkısı yapmaya çağırmış ve bununla alacakları silahlarla Medine üzerine yürüyerek İslam tehlikesini (!) ortadan kaldıracaklardı. Kervanın liderliğini Ebu Süfyan yapmaktaydı ve yanında yüze yakın atlı muhafız bulunuyordu.

Peygamberimiz (sav) bu durumu haber aldı. Kervan’ın Şam’dan Mekke’ye dönmemesi için tedbir almak amacı ile sahabelerle istişare yaptı. Abdullah b. Cahş (ra) Mekkelilerin bir

1 Tevbe, 9:60

2 Sahife-i Hemmam b. Münebbih, Hadis No:74;

3 Sahih-i Müslim, 4:1935; Beyhaki, Sünen-i Kübra, 10:238; Hâkim, Müstedrek, 3:488

4 İbn-i Abdilber, İstiab, 1:341-342

5 Yasin, 36:69

6 Müsned-i Ahmed, 3:456; Bagavi, Mesabihu’s-Sünne, 2:109

7 İbn-i Abdilber, El-İstiâb, 1:344

kervanını ele geçirerek bir adamlarını öldürmüş ve Kervanı Medine’ye götürmüş ve ganimet olarak dağıtmıştı. Mekkeliler bunu haber alınca Şam, Kostantin ve İran yollarının emniyette olmadığını görerek tedbirlerini artırmaya karar verdiler. Bu nedenle silahlanmayı artırmak için bir taraftan asker toplamaya, diğer taraftan kervanlarını korumaya çalışıyorlardı.

Daha önce Mekke’de Evs ve Hazreclilerin kendisine taç giydireceği söylenen Abdullah b. Ubey b. Selül’e mektup göndererek “Bizden size gelenleri barındırırsanız toptan gelir üzerinize saldırırız” şeklindeki tehditleri vardı. Bu da ayrı bir tehlike olarak Müslümanları endişelendiriyordu. Bu nedenle kan dökmemeye çok dikkat ediliyordu. Saldırının Müslümanlar tarafından yapılmamasına çok özen gösteriliyordu. Saldırı olursa bunu izah etmek ve müdafaa etmek çok zordu; ama saldırı müşriklerden gelirse müdafaa için yardım görmeleri muhtemeldi. Peygamberimizin (sav) müfrezeleri ve seriyyeleri barışı ve güvenliği korumaya yönelikti. Bu nedenle saldırıya, tecavüze ve kan dökmemeye çok dikkat ediliyordu.

Seriyye’lerin başında kumandan olarak tayin edilen Hz. Hamza b. Abdulmuttalip, Ubeyde b. Hâris ve Sa’d b. Ebî Vakkas (ra) gibi ileri gelen sahabeler Abdullah b. Cahş’ın hatasına düşmemeye çok dikkat ediyorlardı. Ancak Mekke’li müşrikler teşkil ettikleri müfrezelerle çevre kabilelere zarar veriyorlardı. Daha önce de anlatıldığı gibi Kurz b. Cabir yanında bulun bir bölük askerle Medine yakınlarına kadar gelerek kenar mahalleleri yağmalamış ve peygamberimiz (sav) bizzat onun takibine çıkmıştı.

Savaş izni Allah tarafından verilmişti.1 Bu nedenle peygamberimiz (sav) etrafa askerî müfrezeler gönderiyordu. Ancak savaş çok ciddi bir işti ve en son çareydi. Askerî birliklerin amacı zulme ve saldırıya karşı caydırıcı güç olmak ve barışı korumak amacı ile diplomatik anlaşmalara zemin hazırlamaktı. Peygamberimiz (sav) buna çok önem veriyordu.

5.1 Bedir’e Doğru…

Bedir Medine’den 120 km uzakta sahile 20 km içeride Mekke ile Medine arasında bir konak yeriydi. Bedir halkı da ticaret kervanlarına konaklama imkânı sağlayarak yaptıkları hizmetlerle geçimlerini sağlıyorlardı.

Ebu Süfyan etrafa gönderdiği casusları ve kervanın güvenliğini sağlamak için tayin ettiği öncüleri vasıtasıyla durumdan haberdar oldu ve yanındaki ulaklarından Damdam b. Amr el-Gıfârî’yi Mekke’ye göndererek durumu rapor etti ve Kureyş’ten yardım istedi. Ebu Cehil derhal Kâbe’ye giderek “Kervanlarımız yağmalanıyor! Yollarımız kesiliyor! Emniyetimiz ve ticari güvencemiz kalmadı” diye yaygara yaptı. Mekke sokaklarına tellallar çıkartarak eli silah tutan herkesi Kervanı korumaya ve gerekirse Müslümanlarla savaşmak üzere orduya katılmaya çağırdı. Eli silah tutan geldi. Ebu Leheb ağır hasta olduğu için orduya katılamadı; o da yerine ücretle kiralık bir asker tuttu ve onu gönderdi. Böylece Mekke’lilerin ordusu 300 atlı 700 develeriyle olmak üzere 950 veya 1000 civarındaydı.

Resulullah (sav) hicri 8 Ramazan 2 tarihinde Medine’de yerin Abdullah b. Ümm-ü Mektum’u (ra) yerine vekâlet etmesi, hasta ve yaşlılara namaz kıldırması için, ayrıca Yahudilerin karışıklık çıkarmaması için de Ensar’dan Ebu Lübâbe’yi idari nâib tayin edip vekâlet vererek yola çıktı. Müslümanların sadece 3 adet atı ve 70 develeri vardı. Bineklere sırayla binmeleri gerekiyordu. Peygamberimizin (sav) beyaz sancağını Mus’ab b. Umeyr (ra) taşıyordu. İki bölüğün iki siyah sancağının birisini Hz. Ali (ra), diğerini ise Ensar’dan Sa’d b.

Muaz’ın (ra) elindeydi. Henüz Medine’den uzaklaşmamışlardı. Peygamberimiz (sav) yaşı küçük olanları tespit ederek ordudan ve seferden geri çevirdi. Peygamberimiz (sav) bir Cuma sabahı 313 kişi ile Bedir’e doğru yola çıktı.2

1 Hacc, 22:39

2 Tirmizi, Sünen, Kitab-u Siyer, 4:152

Ramazan ayındaydılar ve Oruç farz kılındığı için de sahabeler oruçluydular. Kavurucu çöl sıcağında oruçlu olarak yol almak gerçekten çok zor olduğu için peygamberimiz (sav) orucunu açtı. Mücahitlere de oruçlarını açmalarını emretti.1

Sahabeler develere nöbetleşe biniyorlardı. Peygamberimiz (sav) de Hz. Ali (ra) ve Mersed b. Ebu Mersed’le (ra) beraber nöbetleşe bir deveye biniyorlardı. “Ya Resulallah siz binin biz yanınızda yürürüz” diyenlerin teklifini kabul etmiyor “Siz yürümekte benden güçlü olmadığınız gibi, ben de sevap ve mükâfata ihtiyaç bakımından sizden daha müstağnî değilim” sözleri ile mukabele ediyordu.2

Zefiran denen mevkiye geldikleri zaman Mekke’lilerin büyük bir ordu ile Mekke’den çıktıklarını öğrendiler. Biraz tereddüt ettiler. Onlara karşı çıkacak şekilde büyük bir hazırlık yapmamışlardı.

Peygamberimiz (sav) burada sahabeleriyle yeniden istişare etti. Çünkü Medine’de savaşmak niyeti ile çıkmamışlardı. Bu yeni ve fiilî bir durumdu. İkincisi, Ensar Resulullah’ı Medine’de korumak üzere söz vermişlerdi. Şimdi ise Medine dışına çıkılmıştı. Bu durumda savaşa mı hazırlanmalıydı, yoksa kervanı takip mi etmeli?

Peygamberimiz (sav) istişare etti. Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) müşriklerin üzerine yürüyerek savaşmanın daha uygun olacağı konusunda iradelerini ortaya koydular.

Peygamberimiz (sav) memnuniyetini gösterdi. Ensar’dan Mikdad b. Esved (ra) “Ya Resulallah! Rabbim sana neyi emretmişse yap. Vallahi biz İsrailoğullarının Hz. Musa’ya dedikleri gibi ‘Sen git Rabbinle savaş. Biz sonra gelir otururuz’ asla demeyiz. Biz sana tabiyiz”3 dedi. Peygamberimiz (sav) gayet memnun olarak kendisine dua buyurdular.

Resulullah (sav) Ensar’ın ileri gelenlerine sordu. Sa’d b. Muaz (ra) “Ya Resulallah! Biz sana iman ettik. Allah tarafından getirdiğin her şeyi tasdik ettik. Artık siz ne emrederseniz biz onu yaparız. Seni gönderen Allah hakkı için denize girsen biz arkandan tereddüt etmeden geliriz. Biz senin arkanda düşmanla savaşmaktan asla çekinmeyiz. Sabrederiz ve sadakatten ayrılmayız. Sizi memnun etmeyecek hiçbir girişimde de bulunmayız. İstediğiniz tarafa yürürüz” dedi. Diğerleri de aynı şeyleri söylediler.

Anlaşıldı ki sahabeler asla çekinmiyor ve düşmanın çokluğundan korkmuyorlardı.

Kur’ân-ı Kerimin ifadesiyle “Seve seve ölümün ağzına giriyorlardı.”4 Sahabeler Allah'ın yardımına son derece güveniyorlardı. Son derece mütevekkil idiler. Peygamberimiz (sav) bunu görerek gayet memnun oldu ve şöyle buyurdu: “O halde yürüyün ve Allah'ın lütfu ile şâd olun. İşte size Kureyş’in tek tek düştüğü ve öldüğü yerleri şimdiden görür gibiyim!”5 buyurdular. Allah’a dua ve hamd ederek yardımını diledi ve müşrikleri karşılamak üzere Bedir’e doğru yol almaya ve onlardan önce Bedire ulaşmak için süratle hareket etmeye başladı.

Ebu Süfyan ise kervanın yönünü değiştirerek Bedir’de mola vermekten vazgeçti ve deniz tarafından süratle Mekke’ye kaçırdı. Müslümanlar Bedir Kuyularının yanına geldiklerinde kervan çoktan uzaklaşmıştı.

Bu savaş dünya tarihinde eşine rastlanmayan bir “İman ve Küfür” mücadelesine sahne oluyordu. Hz. Ebubekir’in (ra) karşısında müşrik orduları içinde oğlu Abdurrahman, Huzeyfe b. Utbe’nin (ra) karşısında ise babası Utbe b. Rebia bulunuyordu. Peygamberimizin amcası Abbas, kızı Zeyneb’in eşi damadı Ebu’l-Âs müşriklerin saflarında yerini almışlardı. Hz.

Ali’nin (ra) büyük kardeşi Âkil müşriklerle beraber savaşıyordu.

1 İbn-i Sa’d, Tabakat, 3:149-150

2 Tabakat, 2:21

3 İbn-i Hişam, Sire, 2:266

4 Enfal, 8:6

5 Sire, 2:267

Savaş başlamadan önce Ebu Süfyan’ın kervanının Mekke’ye ulaştığı, bu nedenle savaşmaya gerek kalmadığı haberi geldi. Müşrikler de kendi aralarında istişare ettiler. Bir kısmı savaşmadan dönmek istedilerse de savaşmayı isteyenler “Elimize Müslümanları ortadan kaldırmak için bir fırsat geçmiştir. Bu fırsatı kaçırmak akıllıca bir davranış değil” diyorlardı.

Hatta Ebu Cehil: “Müslümanları öldürmeye bile gerek yok. Onların içinde savaşın ne olduğunu bilmeyen pek çok acemi var. Savaşı görünce çokları kaçar. Biz de yakalayıp ellerini bağlayarak hepsini Mekke’ye götürürüz. Böylece bu fitneyi ortadan kaldırırız. Şayet dönecek olursak Araplar bizim korktuğumuza hükmeder rezil oluruz. Kaldı ki biz onlara gerekli cezayı verir, yemeklerimizi yer, şaraplarımızı içeriz, cariyelerimiz bize şarkı söyler, Araplar da bizi seyrederler ve bundan sonra herkes bizden korkarak bize saygı duyarlar ”1 diyordu.

Ebu Süfyan Mekke’lilerin dönmedikleri haberini alınca “Yazık oldu kavmime! Bu Amr b. Hişam’ın (Ebu Cehil) işidir. O dönmek istemedi ve bunu azgınlığından yaptı. Azgınlık ise eksiklik ve uğursuzluk getirir. Şayet Muhammed’in ashabına rastlar da savaşırlarsa işleri tamamdır”2 dedi.

Ebu Cehil’in kışkırtmalarına rağmen müşrik ordusundan ayrılanlar da oldu. Ahnes b.

Şerik müttefiki olduğu Zühreoğullarını ikna ederek Mekke’ye döndüler. Onları daha sonra Hz. Ömer’in kabilesi Adiyy b. Ka’boğulları takip etti. Yine Haşimoğulları müşriklerin “Ey Haşimoğulları sizler her ne kadar bizimle savaşa gelmiş olsanız da kalbiniz Muhammed’le beraberdir. Ola ki bize ihanet edersiniz” demeleri üzerine Ebu Talib’in oğlu Talib bir kısım adamlarıyla birlikte geriye döndü ve savaşa katılmadı.

Peygamberimiz (sav) ise çadırında ellerini açarak yüce Allah’a dua ediyor ve “Allahım!

Bana vaat ettiğin yardımı bu gün lütfet. Ya Rab! Bu bir avuç mücahit yok olur, bu muvahhitler bu gün telef olursa yeryüzünde Sana şirk koşmadan ibadet eden kalmayacak!”

şeklinde dua ediyordu.

Yüce Allah peygamberimize (sav) Cebrail’i (as) göndererek şöyle buyurdu: “Onlar Mescid-i Haram’dan alıkoyarken ve oranın bakımına ehil olmadıkları için Allah neden onlara azap etmesin? Oranın hizmetine layık olanlar ancak Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır.

Onların Kâbe’deki duaları ıslık çalıp el çırpmaktan ibarettir. Mallarını insanları Allah yolundan alıkoymak için harcayacaklar ama bu onların yürek acısı ve pişmanlık olacak, sonunda da cehenneme sürüleceklerdir.

Ya Muhammed! İnkâr edenler söyle: Şayet iman edip düşmanlıktan ve savaştan vazgeçerlerse geçmiş günahları bağışlanır. Şayet düşmanlığa ve savaşa devam ederlerse öncekilere uygulanan ilâhî kanun devam edecek, onlar da uygulanan ilâhi kanundan kurtulamayacaklardır”3 ayetlerini inzal buyurdu.

Peygamberimiz (sav) nazil olan bu müjdeli ayetleri okudu ve sahabelerine nasihatlerde bulundu. “Düşmanla karşılaşmayı ve savaşmayı temenni etmeyiniz ve Allah’tan âfiyet dileyiniz. Ama düşmanla karşılaşma zorunda kalırsanız sabrediniz ve sebat ediniz”4 ve “Ey İman edenler! Bir düşman grubu ile karşılaşırsanız sebat edin. Allah’ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz”5 ayetini okudu ve şöyle devam etti: “İnsan savaşa girmekle ölmez. Hasta olmakla ölmez, ancak eceli gelirse ölür. Sizler şayet ölümünüz burada takdir edilmişse Allah size bir ihtiyaç çıkarır yine buraya gelir ve ölürsünüz” buyurdular.

Sonra nâzil olan şu ayetleri okudu: “Allah’a ve Resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elinizden gider. Sizler şımarıp böbürlenmek, insanlara gösteriş yapmak ve halkı Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından

1 İbn-i Hişam, Sire, 2:270

2 Megâzî, 30

3 Enfal, 8:34-38

4 Dârimî, Siyer, 6; Ebu Davud, Cihad, 98

5 Enfâl, 8:45

çıkaranlar gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını kuşatıcıdır”1 ayetlerini okuyarak taşkınlık yapmamalarını ve aşırıya kaçmamalarını öğütledi.

Sahabeler kendi aralarında birbirlerine cesaret vermek için şu hikâyeyi anlatıyorlardı:

“Bir adam savaştan kaçarak bir sığınağa girer. Girdiği mağarada bir ok gelip tam önüne düşer ve toprağa saplanır. Oku saplandığı yerden çıkarmak ister ve çekip çıkarır. Bir de ne görsün!

Ok saplandığı yerde bir yılanın başına saplanmış ve yuvasındaki yılanı öldürmüştür. O kişi bunu görünce şöyle der: ‘Ölüm toprağın altında saklanan bir yılanı bile buluyor. Demek ki ölümden kaçıp kurtulmak mümkün değil. Edeli geleni nereye kaçsa nerede saklansa gelip buluyor’ diyerek tekrar savaşmaya döner.” Sonra “De ki: Haberiniz olsun! Kaçıp durduğunuz ölüm muhakkak size gelip çatacaktır. Sonra ‘Âlimu’l-gaybi ve’ş-şehâde’ olan Allah’a kavuşacaksınız. O da size yaptıklarınızı haber verecektir”2 ayetini okuyorlardı.

Peygamberimiz (sav) Bedir’e yaklaşınca “Şu küçük tepe yakınındaki kuyu başında bir takım bilgiler elde edebileceğimi umarım” buyurduktan sonra Hz. Ali, Zübeyir b. Avam ve Sa’d b. Ebi Vakkas’ı (ra) istihbarat için gönderdi. O sırada müşriklerin sucuları su fıçıları yüklü develerle beraber kuyunun başındaydılar. Onları yakalayarak peygamberimize (sav) getirdiler.

Peygamberimiz (sav) onlara sordu: “Bana Kuryşle ilgili bilgi veriniz.” Onlar dediler:

“Vallahi, şu gördüğünüz kum tepelerinin en uzak ve en yükseğinin arkasındadırlar” dediler.

Peygamberimiz (sav) sordu: “O topluluk ne kadardır?” Dediler: Pek çokturlar. Sayılarıı ise bilemiyoruz” dediler. Peygamberimiz (sav) sordu: “Onlar günde kaç deve kesiyorlar?”

Dediler: “bir gün dokuz, bir gün on deve kesiyorlar.” Peygamberimiz (sav) “Bundan anlaşıldı ki sayıları 900 ile 1000 arasındadır” buyurdular.

Peygamberimiz (sav) yine sordu: “Ordu içinde Kureyş liderlerinden kimler vardır?”

onlar isimlerini sayınca peygamberimiz (sav) sahabelerine dönerek şöyle buyurdu: “İşte Mekke ciğerparelerini size feda etti!” Sonra tekrar sordu. Yolda gelirken sizden geriye dönen oldu mu?” onlar dediler “Evet! Benî Zühreler Ahnes b. Şerik ile geri döndü.” Peygamberimiz (sav) bunun üzerine “O doğru yolda değilken Allah’ı ve ahreti bilmezken Allah Zühreoğullarına doğru yolu göstermiştir”3 buyurdu.

5.2 Peygamberimizin (sav) Barış Teklifi:

Peygamberimiz (sav) kan dökülmesini istemediği için Ömer b. Hattab’ı (ra) elçi olarak müşriklere gönderdi. Onlar savaş konusunda çok kararlı olduklarından Hz. Ömer’in (ra) teklifini bile dinlemediler. Peygamberimiz (sav) bunun üzerine dergâh-ı ilâhiye ellerini açarak dua etti ve yardım istedi. “İlâhî! Bize vaat ettiğin yardımı gönder. Şayet bu gün burada bu bir avuç muvahhid mü’min mağlup olursa Sana şirk koşman ibadet edecek hiçbir kimse kalmaz!”

buyurdu. Bunun üzerine yüce Allah şöyle buyurdu: “O vakit sen mü’minlere ‘Rabbinizin size 3. 000 (üç bin) melekle yardım etmesi size yetmez mi?’ diyordun. Şayet sabreder ve Allah’tan korkar taşkınlık yapmazsanız Rabbiniz size 5.000 (beş bin) melekle yardım eder.’ Allah bunu size müjdelemektedir. Yardım ancak Allah katındandır. Allah hikmet ve izzet sahibidir”4 buyurdu.

Peygamberimiz (sav) bu müjdeli ayetleri sahabelerine okudu ve şöyle buyurdu:

“Muhammedin nefsi elinde olan Allah’a yemin olsun ki, Allah yolunda ölüm Allah’a isyan içinde bir hayattan hayırlıdır. Haydi, genişliği göklerin ve “yerin genişliği kadar olan cenneti kazanmaya bakın. Umeyr b. Hummam, “Ya Resulallah! Genişliği gökler ve yerin genişliği kadar olan cennet mi?’ dedi. Peygamberimiz (sav) “Evet öyle bir cennet” buyurdular. Umeyr,

1 Enfal, 4:46-47

2 Cuma, 62:8

3 İbn-i Hişam, Sire, 2:268; Megâzi, 37-38

4 Âl-i İmran, 3:124-126

“Ne güzel! Ne güzel!” dedi. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: “Muhammed’in nefsi ve hayatı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, kim bu gün bunlarla Allah için savaşır ve arkasını onlara dönüp kaçarken değil, sabır ve metanet göstererek onlara doğru ilerler ve öldürülürse Allah onu cennete götürür.”1

Sahabeler peygamberimizin bu konuşmalarından o derece duygulandılar ve kendilerine cesaret geldi düşman ordusunu karşılarında az bir grup şeklinde görmeye başladılar. Allah onlara düşman askerlerini az bir grup olarak gösteriyordu. Bu hususu yüce Allah bize şöyle haber vermektedir: “Hani Allah onlara düşman askerlerini az bir grup olarak gösteriyordu.

Şayet çok göstermiş olsaydı elbette aranızda çekişme olurdu ve gücünüz azalırdı. Allah sizi bundan kurtardı. O kalbinizden geçenleri hakkıyla bilendir. Allah size onları az gösterdi, siz de onları gözünüzde küçümsüyordunuz. Ey iman edenler! Düşmanla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin ki zafere kavuşasınız”2 buyurmaktadır.

Peygamberimiz (sav) müşriklerin ileri gelenlerinin düşüp öleceği yerleri eliyle tek tek gösterdi. “İnşallah yarın sabah filanın düşüp öleceği yer şurasıdır! Falanın düşeceği yer şurasıdır, İşte şurasıdır” buyurdu. Hz. Ömer (ra) der ki: “Peygamberimizin (sav) isimlerini saydığı kişileri aynı gösterdiği yerde öldürülmüş olarak bulduk. Vallahi, onlardan hiçbirisi peygamberimizin gösterdiği yerin ne gerisinde ne de ilerisinde değillerdi.”3

5.3 Ordunun Harp Nizamına Sokulması:

Peygamberimiz bundan sonra orduyu harp nizamına soktu. Müslüman Kuvvetleri üçe ayırdı. Muhacirlerin sancağını Mus’ab b. Umeyr’e Evslilerin sancağını Sa’d b. Muaz’a ve Hazreclilerin sancağını ise Hubab b. Münzir’e verdi. Sonra mevziler kazdırdı ve her mevziye bir kumandan tayin etti.4 Hz. Ali (ra) bu seferde ordunun iki sancağından birisini taşıyordu.5

Peygamberimiz bundan sonra orduyu harp nizamına soktu. Müslüman Kuvvetleri üçe ayırdı. Muhacirlerin sancağını Mus’ab b. Umeyr’e Evslilerin sancağını Sa’d b. Muaz’a ve Hazreclilerin sancağını ise Hubab b. Münzir’e verdi. Sonra mevziler kazdırdı ve her mevziye bir kumandan tayin etti.4 Hz. Ali (ra) bu seferde ordunun iki sancağından birisini taşıyordu.5

Belgede ŞÂH-I VELÂYET Hz. ALİ (RA) (sayfa 32-42)