• Sonuç bulunamadı

Haricilerin Temel İnanç ve Düşünceleri:

Belgede ŞÂH-I VELÂYET Hz. ALİ (RA) (sayfa 168-172)

SIFFIN SAVAŞI, HAKEM OLAYI VE HARİCİ FİTNESİ A- SIFFİN SAVAŞISEBEPLERİ VE SONUÇLARI

C- HAVARİC FIRKASI İNANÇ VE DÜŞÜNCELERİ

5. Haricilerin Temel İnanç ve Düşünceleri:

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Haricilerin tarihi kökenine ve inançlarını temellendiren sosyolojik ve psikolojik temellerine şöyle işaret eder: “Müseylem-i Kezzab’ın fitnesiyle irtidada yüz tutan Necid havalisi, Hz. Ebubekir’in (ra) hilafetinde Hâlid b. Velid’in (ra) kılıcı ile zir-ü zeber edildi. Bu nedenle Necid ahalisinin Hulefa-i Raşidine ve dolayısıyla ehl-i sünnet ve’l-Cemaate karşı bir iğbirar, seciyelerine girmişti. Halis Müslüman oldukları halde yine de eskiden ecdatlarının yedikleri darbeyi unutmuyorlardı.”2

Yine Bediüzzaman bâtıl mezheplerle ilgili olarak genel bir kural ortaya koyar.

“Meslekler ve mezhepler ne kadar batıl da olsalar, içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak, bir hakikat bulunur. Eğer âsârına ve neticelerine hükmeden hak ve hakikat ise ve menfî cihetleri müspet cihetlerine mağlup ise, o meslek haktır. Eğer içindeki hak ve hakikat neticelere hükmedemiyor ve menfî ciheti müspet cihetine galebe ediyorsa, o meslek batıldır.

Onun ehli, ehl-i bid’a ve dalâlet olur. işte bu kaideye binâen, âlem-i islamdaki ehl-i bid’a fırkalarına balkılsa görülüyor ki, her biri bir hakka istinat edip gitmiş. Fakat menfî ciheti ya garaz, ya inat gibi bir sebeple o mesleğin âsârı dalâlet hesabına çalışmıştır.”3

Bu temel kurala göre Haricilerin “Hüküm ancak Allah’a aittir.”4 “Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen kâfirlerin tâ kendisidir”5 gibi ayetlere dayandırdıkları düşüncelerini inat ve garazları ile sarıldıkları batıl gayelerine alet etmişlerdir. Her şeyden önce hariciler siyasi sebeplerle ortaya çıkmış bir mezheptir. Onların temel meselesi halife olacak kişinin günahsız ve Allah’n hükmüne tabi olması gerekir. Bu temel yaklaşımdan kaynaklanan düşüncelerini maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz.

1 Mustafa Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset, İst-1998, s. 197-202

2 Mektubat, 2004, s. 616

3 Mektubat, 619

4 En’am, 6:57, 62

5 Maide, 5:44

1. İman kalple tasdik, dil ile ikrar olmakla beraber amel de imandan bir parçadır. Bu nedenle ameli terk eden imanı terk etmiş, büyük günah işleyen de küfre girmiş olur.1 Mü’min büyük ve küçük günahtan sakınan zahit ve abid kişidir.

2. Cemel ve Sıffınde ölenler suçludur ve onlara sebep olan asıl suçlu Ali’dir. Bu olaya katılanların tamamı küfre girmişlerdir.

3. Halifenin Kureyş’ten olması zorunlu değildir. Hatta Habeşli bir köle bile halife olabilir.

4. Hakem olayı dine aykırıdır. Halifenin belirlenmesinde esas olan şura ve seçimdir.

Seçimle iş başına gelen müslümanların reisleri olur. Hatta bir kısım hariciler toplumda halkın adaleti kendi kendilerine sağlayabildikleri takdirde halife seçimine bile gerek duymazlar. Bu konuda ihtilaf içindedirler.

5. Maslahat gereği halife seçmek cazidir, vacip değildir. Halifenin Allah’ın emirlerine tam itaati şarttır, yoksa azli vaciptir.2

6. Zalim devlet başkanına azletmek vaciptir. Bu nedenle günaha giren zalim idareciye isyan etmek vaciptir.

7. Haricilerin elinde bulunmayan ve Allah’ın hükümlerinin uygulanmadığı her yer “dâr-ı harb” say“dâr-ıl“dâr-ır. Dar-“dâr-ı harbde savaş şartlar“dâr-ı geçerlidir.

8. Recm cezası diye bir ceza Kur’anda olmadığı için uygulamak caiz değildir.

Bütün bu inançlara istinaden, peygamberimizin de “Müslüman’a kâfir diyen kâfir olur”3 hadisine de dayanarak Haricilere kâfir denip denmeyeceği hususu Hz. Ali’ye (ra) sorulunca Hz. Ali (ra) “Onlar ne kâfirdir, ne de münâfıktırlar. Onlar ancak bize isyan eden kardeşlerimizdir” demiştir.4

Ek-1

Hz. Ali’nin (ra) Harici Liderlerinden İbn-i Kevvâ ile Konuşması:

Hz. Ali (ra) Haricilerle konuşmaya gidince liderleri ile konuşmak istedi. Onlar da Hz.

Ali’ye (ra) İbn-i Kevvâ’yı Hz. Ali’ye (ra) gönderdiler. Hz. Ali (ra) onunla şöyle konuştu:

İbn-i Kevvâ: “Hüküm ancak Allah’a aittir.” “Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen kâfirdir.” Siz Allah’ın hükmünü bırakıp işi hakeme havale ettiniz.

Hz. Ali (ra) : Bu kendisiyle bâtıl kast edilen hak bir sözdür. Evet, hüküm ancak Allah’ındır. Fakat sizler bu sözlerinizle “Emirlik ancak Allah’ındır” demek istiyorsunuz.

Hâlbuki insanlar için müttaki olsun, günahkâr olsun mutlaka bir emir gereklidir. Mü’minler onun emrinde çalışsın, zimmîler hayatlarını güvenle devam ettirsin. Mazlumların hakkını alsın, zalimleri cezalandırsın, adaleti temin etsin, vergileri toplasın ve düşmanlarla savaşsın.

Yolları emniyete kavuştursun. Böylece huzur ve emniyet sağlansın. Allah bir şeyi takdir ettiği zaman takdirini onunla yürütür. İyi emir sayesinde temiz kişiler işe koyulur. Kötü emir yüzünde kötü kişiler fayda bulur. Dünya durdukça bu böyle devem eder.

İbn-i Kevvâ: Günaha girdin yâ Ali tövbe et!

Hz. Ali (ra) : Ben her zaman günahtan korkarak Allah’a tövbe ederim. Peki söyle bakalım ben ne zaman günaha girdim?

İbn-i Kevvâ: Sen hakem tayin ettin.

Hz. Ali (ra) : Onu siz istediniz; hem de Ebu Musa üzerinde ısrar ederek onun hakem olmasını sağladınız.

İbn-i Kevvâ: Ebu Musa kâfirdi.

1 İmam El-Eş’ârî, Makâlat, 1:214

2 Şerafettin Gölcük, Kelam Tarihi, 23

3 Buhari, Edeb, 44; Müslim, İman, 112

4 Maturûdî, Kitabu’t-Tevhid, 328

Hz. Ali (ra) : Ne zaman kâfir oldu? Gönderildiği zaman mı, hüküm verdiği zaman mı?

İbn-i Kevvâ: Hüküm verdiği zaman.

Hz. Ali (ra) : Şu halde demek ben onu hüküm vermek üzere gönderdiğim zaman mü’min olarak göndermişim. Sence ben gönderdikten sonra kâfir olmuş. Resulullah birini imana davet için gönderse, o da bir başka şeye davet etse Resulullah mı sorumlu olur?

İbn-i Kevvâ: Hayır olmazdı.

Hz. Ali (ra) : Şu halde Ebu Musa’nın yanlışında bana ne? Bundan size ne? Bunun için kılıçlarınızı çekip halkın yolunu kesmek ve masumların kanını dökmek size helal olur mu?

Hariciler bu konuşmaları duyuyorlardı. Bağırdılar “Ya İbn-i Kevva! Onunla konuşma!

Dön gel! Onunla konuşulmaz…”

İbn-i Kevvâ: Allah’ın hükmünü kabul etmeyen ve Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen kâfir olur. Büyük günah işleyen Allah’ın hükmü ile hükmetmediği için kâfirdir.

Hz. Ali (ra) : Resulullah (sav) evli olarak zina eden birini recm ettikten sonra üzerinde namaz kıldığını, mirasını da mirasçısına verdiğini bilmiyor musunuz? Katilin kısasını yapmış, mirasını da ehline paylaştırmıştır. Zina eden bekâra 100 celde vurdurmuş, ama Fey’den düşen hissesini vermiştir. Onlara Müslüman kadınları nikâhlamış ve Müslümanlıktan çıkarmamıştır.

Size ne oluyor ki bir günah işleyeni küfürle itham ediyorsunuz? Resulullah’ın (sav) ve Ensar ile Muhacirin’in gittiği yoldan giderek çoğunluğun ve cemaatin inancına sahip olun.

Ayrılıktan ve fitneden sakının. Allah’ın eli cemaatin eli üzerindedir. Çoğunluktan ayrılan sürüden ayrılan koayunun kurda yem olması gibi şeytanın tuzağına düşer. Dinleyin, itaat edin ve uyanık olun.

Hariciler İbn-i Kevvâ’ya bağırdılar: “Onunla konuşma! Gel, Cennet buradadır…”

Hz. Ali (ra) bunların söz dinlemediklerini görünce konuşmasını kesti ve oradan ayrıldı.

D- Hz. ALİ’NİN HİLAFETİNİN SON SENELERİ (H.38-40 / M. 658-660) 1. Nehrevan Savaşından Sonra...

Hz. Ali (ra) Nehrevan Savaşından sonra askerlerine memleketlerine gidip gelmeleri için izin vermişti. İzne gidenlerin çoğu geri gelmedi. Bu defa Kûfe’de Şam üzerine gitmek için cihad konusunda emirnameler yayınlayıp konuşmalar yapmaya ve hazırlıklara başladı.

Cuma hutbelerinde ve çeşitli platformlarda “Ey Nâs! Cihad etmeyen zillete düşer. Sizler cihadı Allah’a yaklaşmak için vesile yapınız. Düşmanlarınız haktan sapmış, Allah’ın kitabından yüz çevirmişlerdir. Allah’a güvenerek, tevekkülle onları Hakk’a davet ediniz.

Allah yâr ve yardımcınızdır. O ne güzel yardımcı ve ne güzel vekildir” diyordu.

Ama ne var ki kimse cihat için kılını kıpırdatmıyor, Hz. Ali’nin (ra) çabaları sonuçsuz kalıyordu. Gerek Muaviye taraftarlarının, gerekse Hariciler ve diğer Müslüman grupları

“Müslümanlarla savaşmanın doğru olmadığı” konusunda konuşmalar yapıyor, Hz. Ali (ra) gibi kararlı olanların şevklerini ve umutlarını kırıyorlardı. Ayrıca her iki tarafa yardımcı olmayan bir de “Tarafsızlar” grubu vardı ki bunların içerisinde pek çok da sahabe bulunuyordu. Bunlar daha etkili oluyorlar ve savaşa gidecek olanları da engellemeye çalışıyorlardı.

Hz. Ali (ra) sonraki günlerde şu mealde konuşmalar yapmaya devam etti:

“Ey Allah’ın kulları! Sizlere ne oluyor ki Allah yolunda cihada çağrıldığınız zaman yere çakılıp kaldınız. Yoksa dünyayı ahirete tercih mi ettiniz?” (Tövbe, 9:38) Sizler zilleti ve korkaklığı izzete tercih mi ettiniz?

Sizlere ne oluyor ki, cihada davet edildikçe ölüm sekerâtına tutulmuşçasına kendinizden geçiyorsunuz. Kalpleriniz ölmüş, idrakiniz kaybolmuş, gözleriniz görmez olmuş duruma düşüyorsunuz. Hâlbuki söze gelince aslanı andırırsınız da savaşmaya çağrılınca yan çizen tilkiler gibi davranıyorsunuz…

Bundan sonra size olan güvenim kaybolmuştur. Bir hedefe ulaşmak için sizlerle yola çıkılmaz. Sizler savaşı körükleyenlerin en kötülerisiniz. Sizlere tuzak hazırlanıyor; fakat sizler buna karşı hiçbir tedbir teşebbüsünde bulunmuyorsunuz. Biri birlerinizi savaşa teşvik etmiyorsunuz. Sizler derin bir uykuda iken düşmanlarınızın gözüne uyku girmiyor.

Emrettiğim zaman tutmayan, çağrıldığı zaman gelmeyen bir topluma düştüm. Sizi bir araya getiren dininiz ve gayrete getiren hamiyetinize ne oldu? Benim sizin üzerinizde hakkım olduğu gibi, sizin de bizim üzerimizde hakkınız vardır. Sizin benim üzerimdeki hakkınız, sizlere öğütte bulunmam, sizi hakka ve hidayete sevk etmem, ihtiyaçlarınızı karşılamam, cahil kalmamanız için size lazım olan şeyleri öğretmem, yanlışa düşmemeniz için de size gereken eğitimi vermemdir. Buna mukabil benim sizin üzerinizdeki hakkım ise, bana yaptığınız biate vefa göstermeniz, yanımda ve gıyabımda bana sadık kalmanız, emrettiğimde itaat etmeniz, bir şeye çağırdığım zaman gelmenizdir.

Ayrıca benim kötü gördüğümü sizin de kötü görmeniz, iyi görüp sevdiklerimi sizin de tercih etmenizdir. Böylece Allah sizin hakkınızda hayır diler ve sizler de arzu ettiklerinize kavuşursunuz.”1

Hz. Ali (ra) tarafında gerek Kûfe’lilerde, gerekse Basra’lılarda bıkkınlık ve bezginlik havası hâkimdi ve ümitsizlik galip bir durumdaydı. Şam yönünde ise büyük bir gayret ve faaliyet vardı. Muaviye (ra) Sıffın ateşkesini kabul ettirmesi ve Hakem olayı ile politik olarak büyük bir üstünlük elde etmişti. Bundan aldığı cesaret ve gayretle bir dizi politik ve askerî eylemlere müracaat ederek Hz. Ali’yi (ra) hilafetten uzaklaştırmak için elinden gelen gayreti göstermeye başladı.

2. Hz. Muaviye’nin (ra) Mısır’ı Ele Geçirmesi

Hz. Ali (ra) H.37/M.657 yılında Mısır valisi Kays b. Sa’d’ı azl ederek yerine Muhammed b. Ebibekir’i atadı. O da Mısır’da zorla biat almaya çalışarak tarafsızları da aleyhine geçirdi. Çünkü Mısır daha önce Amr b. Âs’ın yıllarca valilik yaptığı bir vilayet olduğu için Amr b. Âs’ın pek çok bürokratları ve taraftarları bulunuyordu. Zorlama şiddeti doğurmuş, bu da memnuniyetsizliği artırmıştı.

Sıffîn savaşından sonra Hz. Muaviye’nin (ra) Mısır’a ilgisi daha da arttı. Amr b. Âs’ın (ra) hileleri yüzünden Muaviye’nin (ra) ikbali açılmıştı. Hz. Ali’nin (ra) Haricilerle mücadelesini, Şam’a sefer düzenlemek istediği halde düzenli olmayan ordusunun dağılmış olmasını fırsat bilerek Amr b. Âs’ın (ra) da teşviki ile Mısır’ı ele geçirmeye karar verdi.

H. 38 yılında Amr b. Âs (ra) Muaviye’ye giderek “Mısır’ı fethetmenin tam zamanıdır”

dedi ve ilave etti: “Şayet Ali Mısır’a bir başka vali gönderirse ve özellikle bu Malik b. Eşter olursa Mısır’a asla sahip olamayız” der.

Halife Hz. Ali (ra) Mısırdan kötü haberlerin gelmesi üzerine Malik b. Eşter’i çağırarak Mısır’a gitmesi için onunla konuştu. Sonra bir gece geç saatlere kadar çalışarak karışık olan Mısır’ı düzeltmek ve halkla iyi münasebetler kurmak için bir idarecinin yapması gereken şeyleri bir “Emirnâme/Genelge” haline getirerek Malik’e verdi.

Muaviye (ra) Hz. Ali’nin El-Eşter’i Mısır’a gönderdiğini duyunca Amr b. Âs’ı çağırdı.

El-Eşter’in Mısır’a ulaşmaması için izlenecek yolu ve yapılacak şeyleri görüştüler. Gayr-i müslim haraç memuru Ceytaş ile görüştüler. Ona El-Eşter’in Mısır’a ulaşmaması için ne yapılması gerekiyorsa yapmasını söylediler. El-Eşter’e engel olduğu takdirde kendisinin bölgesinden haraç parası alınmayacağını söyleyerek gönderdiler. El-Eşter Suriye ile Mısır arasında Kulzum mevkiine gelince kendisine zehiri bal şerbeti verildi. O da bunu içti ve şehit oldu. Bu haber Muaviye’ye (ra) ulaşınca “Allah’ın baldan askerleri vardır” dediği rivayet edilir.2

1 Taberi, Tarih, 5:90; El-Kâmil, 3:357-358

2 İbn-i Hibban, Kitabu’s-Sikât, 2:298; Buhari, Tarihu’s-Sağîr, 1:86

Eşter’in üzerinden Hz. Ali’nin (ra) “Emirnâmesi” çıktı. Bunu okudukları zaman onu zehirleyenler dahil herkes çok pişman oldular. Zira emirnâmede Hz. Ali’nin idarecilere yönelik çok mükemmel tavsiyeleri vardı ve bu uygulandığı zaman huzur, güven, adalet ve esenliğin sağlanmaması mümkün değildi. Bu emrinâme ayrıca Hz. Ali’nin (ra) tüm hayat tecrübelerini de içeriyordu.1 Ama ne var ki Eşter ölmüştü.

Muaviye (ra) Mısır’ı tamamen ele geçirmek için Amr b. Âs’ın (ra) komutasında 6.000 kişilik bir birlik verdi. Hz. Osman (ra) ve Amr’ın (ra) taraftarları Mısır’a gidene kadar bu sayıyı artırdılar. Mısır valisi Muhammed b. Ebibekr (ra) ile karşılaşan Amr b. Âs (ra) Mısır ordusunu dağıttı, ordu kumandanı Muaviye b. Hudiye ile Muhammed b. Ebibekr’i (ra) öldürdüler. Bu haber Medine’ye Hz. Aişe’ye (ra) ulaşınca Hz. Aişe (ra) Muaviye ve Amr b.

Âs’a beddua etmiştir.2 Böylece Amr b. Âs (ra) Rebiulevvel 38/ Ağustos 658 tarihinde Mısır’a girerek ikinci defa Mısır valisi olmuştur.

Belgede ŞÂH-I VELÂYET Hz. ALİ (RA) (sayfa 168-172)