• Sonuç bulunamadı

3. İKİNCİ KISIM: KEMALİST KADINLAR

3.2. Başörtüsü Yasağının Meşruiyeti: Din, Devlet, Haklarımız

3.2.3. Hukukun Üstünlüğü ve İnsan Hakları

Türban karşıtlığının temel dayanak noktalarından bir başkası, belki üzerinde en çok durulanı da hukukun üstünlüğü. Tıpkı laiklik ilkesinin demokrasiye öncel oluşu gibi hukukun üstünlüğü de içeriği sorgulanmaksızın insan haklarının garantisi olarak kabul ediliyor. Hukukun kapsamı ve dayanağı kişiden kişiye değişse de Kemalist kadınlar başörtüsü yasağının insan haklarına aykırı olmadığını ve hukukun üstünlüğü açısından gerekli olduğunu savunuyorlar. Yasağın meşruiyetini Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) kararlarına dayandıran Nazan Moroğlu durumu basitçe izah ediyor:

Hepsinde görüyoruz ki türbanlı kişiler bir laik üniversiteye girişte kılık-kıyafet kurallarına uymak zorunda. Bunu önceden bildikleri için sonradan bir dayatmayla bunu talep etmeleri mümkün değil. Her demokrasi, her laik devlet kendini de, kurallarını, ilkelerini (de) korumak zorunda.

Benzer bir şekilde Ülkü Günay da yasaya uyulmasının zorunlu olduğunu savunuyor. Buradan hareketle başörtüsü yasağının kalkmasının ancak bir rejim değişikliğiyle mümkün olduğunu söylüyor:

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin bir anayasası varsa, her ne kadar ‘82 Anayasası’nı eleştirsek de, onun maddelerine herkes uymak zorunda. (Başörtülü kadın) çok istihdama katılmak istiyorsa açacak başını mecbur. 12 Eylül Anayasa’nın değiştirilemez maddelerini değiştirmedi. Oysa bunlar değişmesi bile önerilemez denen maddeleri değiştiriyorlar şu anda.

Burada kalkması için rejim değişikliği gerektiren bir yasağın uygulanmaya başlamak için bir yasaya bile ihtiyaç duymadığını hatırlamak gerekir. Yani yasağın laik rejimle ilişkilendirilmesi hukuki değil, konjonktürel bir biçimde gerçekleşmiştir. Üstelik yasağın dayandırıldığı anayasada örtünmeyle ilgili herhangi bir madde bulunmamaktadır. Yasağı AHİM kararına dayandıran Aydeniz Alisbah Tuskan ise başörtüsünün “kullanılabileceği” alanın sınırını net bir biçimde çiziyor:

78

Bunu ne zaman kullanabilirsin sen? Bunu bir kere karıştırıyorlar, en büyük şey burada. Dinsel törenlerde kullanabilirsin. Dini törenlerde sen istersen çarşaf giy, istersen yüzünü kapat, istersen türban tak, nasıl takarsan tak. Bu dini törenlerde senin kıyafet tarzın olabilir, ama kamusal alanlarda senin gerekçen dini inancım dolayısıyla kapatıyorum olamaz, anlatabildim mi?

Tuskan’ın sözlerinde hangi dini törenlerin kastedildiği anlaşılmamaktadır. Üstelik camiler de devlete bağlı, kamu hizmetinin verildiği mekanlar olarak kamusal alan kapsamındadırlar, yani başörtüsünün men edildiği kamusal alan konusunda seçici davranılmaktadır. Dini kıyafetlerin kamusal alandaki varlığının sakıncasını ise Gönül İşler, yasağı 3 Aralık 1934 tarihli, 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemiyeceğine Dair Kanun’a dayandırarak şöyle ortaya koyuyor:

Yani (kanun) “Çağdaş kıyafetle devlet memurları çalışabilir” diyor. Ama kadın, o zaman zaten kadının başörtüsü takıp saçını göstermeyeceği düşünülmemiş bile. O kadar yani medeni millet kurulmuş ki, böyle bir şey düşünülmemiş bile... Bizim hedefimiz Batı, Doğu değil. Hindistan Çin değil bizim hedefimiz, bizimki Batı, çünkü bütün medeniyet Batı’dan doğmuş, bizde bütün medeniyet dinle engellenmiş. Bizde ressam yok muydu, bizde heykeltıraş yok muydu, kim bilir ne cevherler vardı. Ama nedir, din baskısı var.

Sözü geçen kanunun kabul edildiği tarihte kadınların zaten ekseriyetle örtülü oldukları hatırlandığında kanunda örtünme ile ilgili bir ibare olmamasının sebebinin kanunun örtünmeyi konu edinmediği anlaşılacaktır. Gerçekten de Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun dikkatle okunduğunda yalnızca erkekleri muhatap almaktadır. Yani yasağın korunması içeriğini kapsamayan bir kanuna dayandırılarak savunulmakta. İşler yasağın diğer bir dayanağı olarak da başörtüsünün medeniyet dışı olduğunu savunuyor. Ancak bu medeniyet tanımı katı bir oryantalizmi yansıtıyor ve oldukça sınırlı; Hindistan, Çin gibi bir dönemin görkemli uygarlıklarını kapsamayan medeniyet belirli bir coğrafyaya (Batı) ve belirli kültürel faaliyetlere (resim, heykel) indirgeniyor.

Cumhuriyet Devriminin kadınların sosyal hayata katılması için yapıldığını ve başörtüsünün “siyasi bir simgeye dönüşmeden önce” çoktan yasaklanmış olması gerektiğini söyleyen Barış Aybay “Her yerin yazılı ve yazılı olmayan kuralları

79

vardır” diyerek kamusal alana girişin yazılı olmayan kriterlerinin de bulunduğunu belirtmiş oluyor:

Cumhuriyet Devrimi bunun için yapıldı; kadınlar başlarını bağlamak zorunda kalmasın, kadınlar eve mahkum kalmasın, toplum içinde yer edinsinler, çalışsınlar, yükselsinler diye yapıldı. Ama ille de “Ben bu şekilde yaşamak istemiyorum” diyen kadın da dışlanmadı, ona da “Otur o zaman evinde” dendi. Ve bu kadar katı bir inancın doğal sonucunun evde oturmak olduğunu düşünüyorum ben.

Başörtülü kadınların devletin onlara “toplum içinde yer edindirmek” için koyduğu kurallara riayet etmediklerinde özel alana hapsedilmelerini dışlanmaktan saymayan Aybay’ın bu sonucu doğallaştırarak gerçekte katı bir inancı kendisinin benimsediğini söylemek mümkün. Ancak “yerine göre giyinme” mevhumu Kemalist kadınlar arasında başörtüsü yasağının yasallığına meşruiyet kazandıran önemli bir nokta. Türkan Saylan da yerine göre giyinmeyi “bir disiplin olayı” olarak görenlerden; ona göre başörtüsü yasağı esnek olmasına rağmen sanki bütün toplumda varmış gibi yansıtılıyor. Saylan burada iki temel argüman kullanıyor: 1. örtünme dini değil, ihtiyaçtan ya da keyfiyetten kaynaklanmaktadır; 2. devletteki yasak insan hakları tartışmasından muaftır.

Yani bunun insan haklarıyla bir ilgisi yok; sen burada istediğin şeyi giy, bu memlekette doktor olarak muayenehanende de örtünebilirsin, ama doktor olarak bir devlet hastanesinde çalışamazsın, üniversite hastanesinde çalışamazsın. Avukat olabilirsin belki yazıhanende ama mahkemeye giremezsin bu kılıkla. Yani o esnek bir şey aslında. Fakat bunlar tabii üniversiteye fokus ettikleri halde bütün toplumda yasakmış gibi havasını veriyorlar. Bu çok yanlış bir şey. Yani Anadolu’da herkes örtünebilir, başını kadınımız örtüyor sıcaktan soğuktan kirden korumak için, öteki istediği gibi süslüyor püslüyor kocasına hoş gözükmek için ya da bir koca tavlamak için.

Burada hukuktan başörtüsünün “türbanlaştığı” temel bir sınır olarak söz etmemiz mümkün. Bu sınır yerine göre ye devrim yasalarının, Anayasa Mahkemesinin ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kapsama alanı olabiliyor; yani türban başörtüsünün hukuk terminolojisindeki adı oluyor. Başörtüsünün kamusal alandan

80

men edilmesi hiçbir kanunda açıkça yer almadığından yasağın hukuki dayanağı de facto bir nitelik kazanıyor. Dikkat çekilmesi gereken başka bir nokta Kemalist kadınların yasa koyucu olarak yasama organından çok yasa koruyucu olarak yargı organına itimat ediyor olmaları. Bu durum toplumsal değişimin yarattığı hoşnutsuzluğun bir ifadesi ve bu hoşnutsuzluğun giderilmesi, eski düzenin muhafaza edilmesi için Kemalist ideolojiyi olumladığı/benimsediği varsayılan kurumları göreve çağırma olarak yorumlanmalıdır.