• Sonuç bulunamadı

3. İKİNCİ KISIM: KEMALİST KADINLAR

3.5. Kemalist Kadın Hareketi ve Geleceğe Bakış

3.5.2. Cumhuriyet Mitingler

Kemalist kadınların Cumhuriyet Mitingleri hakkındaki izlenimleri farklılaşıyor. Kimi sonuç odaklı bir yaklaşımla mitinglerin çok başarılı olmadığını söylerken bir kısmı mitingleri medyada yer alışı üzerinden değerlendirerek başarısıyla gurur

134

duyuyor. Mitinglerin kadın hareketi açısından değerlendirilmesi de yine kişiden kişiye değişiyor; kimi mitingleri kadınların başarısı olarak görürken bazıları da mitinglerin kadınların önderliğinde gerçekleştirilmesine rağmen sadece kadınlara mal edilemeyeceği görüşünde. Örneğin Barış Aybay’ın mitinglerin başarısına yaklaşımı temkinli; 22 Temmuz seçimlerinin sonucu ona “sandığı kadar güçlü olmadıklarını” göstermiş. Mitinglere katılan pek çok kadının bunu siyasi duruşları değil kişisel tercihleri doğrultusunda yaptığını söylüyor:

Benim yengem mesela, “Gece yolculuğu beni çok yoruyor, dayanamıyorum, ama gitmek zorunda hissediyorum kendimi çünkü bu devlete karşı benim bir borcum var, ben bu devlet sayesinde, bu Cumhuriyet sayesinde okudum, meslek sahibi oldum, çalıştım, bugünlere geldim, bunun karşılığını vermek zorunda olduğumu hissediyorum, biliyorum dönünce hastalanacağım” dedi, Ankara’ya gitti geldi... Verdiği örnek Aybay’ın “kişisel tercih” derken Cumhuriyet’e karşı görev bilincini kastettiğini anlatıyor; mitinge katılmak bir “borç ödeme” olarak görülmekte. Bu bakış açısı bize Cumhuriyet Mitingleri hakkında, birinci bölümde değerlendirildiği üzere, pozitif siyasi taleplerin dile getirilmediğini, kadınlara yönelik söylemin “Kemalizmin kadınları göreve çağırması” anlamı taşıdığını hatırlatıyor. Aybay’ın yengesinin hissettiği zorunluluk bu çağrının kadınlarca anlamlı bulunduğunu gösteriyor. Benan Baykal’ın sözleri ise mitinglerin belli bir grup insana hitap ettiğine işaret ediyor; “Atatürk devrimlerinin gerçek savunucusu ve sürdürmeye kararlı insanlar” arasında hala yeterli bir uyanış yaşanmadığını saptayan Baykal bu insanların kurtarıcılar olarak orduya ve CHP’ye güvendiğini teslim ediyor:

Kadınlar çok duyarlıydı, kadınlar ön saftaydı ama hep belli yaş grubundan kadınlar, yani 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşamış, geçmişten bir siyasi birikimi olan, bu endişeleri taşıyan kadınlardı, veya onların çocuklarıydı çoğunlukla. 4 Kasım 2006’da ilk Tandoğan Mitingine gittiğimiz zaman 13000 kişi olduğumuz söylendi ve alay edildi, hakikaten çok azdık. Ondan sonra Kanal Türk’te mitinglerdeki heyecan, Tuncay Özkan’ın güzel konuşmaları heyecan yarattı insanlarda, bir dahaki mitinge gitme arzusu uyandırdı.

135

Baykal burada sivil inisiyatif bilincine sahip kitlenin belirli bir siyasi birikime sahip ve sayıca az olduğunu belirtmektedir. O halde öne sürülen tehlike karşısında gerekli uyanışı göstermeyen, anlık korkular ve heyecanlar sonucu mitinglere gelen insanların nasıl Atatürk devrimlerinin gerçek savunucuları oldukları sorgulanmalıdır. Demek ki “devrimlerin gerçek savunucuları” onları bilfiil savunanlarla değil, belli bir sınıfa mensup, belirli bir kimliği benimsemiş insanlarla belirlenmektedir. Nitekim Süreyya Hiç mitinglere katılan insanların zaten “doğdukları günden beri annesinden, babasından, öğretmeninden Atatürk ilkeleri, laiklik, Cumhuriyet ve demokrasiyle büyümüş insanlar” olduklarını, bu insanların “zorlanınca, ihtiyaç duydukları için” harekete geçtiklerini öne sürmektedir.

Kendisine onu kadın olarak harekete geçirenin ne olduğu sorulduğunda Nebihe Mani şaşırıyor; bunu hiç düşünmemiş. Mitinglerin kadının hareketi olarak değil kadınların omzunda giden bir hareket olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylerken İstiklal Şavaşı’nın da kadınların omuzlarında kazanıldığını hatırlatıyor:

Ben kendim için sokaklara hiç dökülmedim. 14 Nisan’la beraber bütün mitinglerde yer aldık, her hafta bir yere gidiyorduk haşat vaziyette. Hiç düşünmedim ben kendim için, hayır ben ülkem için yaptım açık söylüyorum. Belki de bu benim eksiğim kadın olarak. Ama ben oraya kadın olarak gitmedim. Ülkesini seven, ülkesinin kara düşüncelerden kurtarılması için... Bedenimizi ve ayaklarımızı taşın altına koyarak ülke mücadelesi adına gittik.

Mani’nin mitinglere katılımında siyasi taleplerinin ön plana çıkmadığı, daha çok “vatanı kurtarma” hissiyatının etkin olduğu anlaşılıyor. Mani kendisini sokağa çıkaranın kadın oluşu olmadığında ısrar etse de, onun ve pek çok kadının bir “mili teyakkuz hali” içinde ilden ile koşmasına sebep olan itkilerden biri olarak rejim- kadın ilişkisi üzerinde durmak gerekir. Nitekim Kemalist kadınlardan bazıları bu ilişkiyi gayet net bir biçimde ortaya koymaktadır. Örneğin Nur Serter Türkiye’de laikliğe kadınların sahip çıkması kadar “doğal” bir şey olmadığını, kadınların laiklik “elden gittiğinde” neleri kaybedeceklerinin bilincinde olduklarını söylüyor. Bu bakış açısı laikliği toplumsal bir ilke olarak değil, kadınlara yönelik bir düzenleme olarak ele alıyor. Böylece laiklik kadınları ulusal mücadeleye

136

eklemlemenin esas aracı olarak tezahür ediyor. Kadınlar ve ulusal mücadele ilişkisinin özgül yapısını ise Şenal Saruhan ortaya koyuyor:

Biz epey bir şey yaşadık, bu nimetlerden faydalandık. Ama siz daha çok taze ve çok gençsiniz. Sizin önünüzde nasıl bir dünya olacak, nasıl bir yaşam olacak, hak ettiğiniz gibi mi yaşayacaksınız kadın-insan olarak yoksa gerçekten bir demir kafese mi alınacaksınız. Bu kadınları çok ilgilendiriyor. Bir grup feminist arkadaş bunu gerici eylemler olarak gösteriyor. Darbecilerle ittifak filan diye... Hep böyle olmuştur ama kadın tarihinde, devrim zamanları feminist hareket ikiye bölünmüştür, bir grup ulusal sorunlara gerçekten sahip çıkmıştır, bir grup kadın meseleleri üzerinde durmuştur, ama onlar azınlıkta kalıp öbür grup öne çıkmıştır. Kurtuluş savaşı da böyle değil mi? (…) Nezihe Muhiddin’i öbür kadınlar da biliyor aslında ama görmezden gelmeye çalışıyorlar, yani ulusal mücadele ile kadın mücadelesi birbirinden ayrıymış gibi.

Burada kadınların Kemalist rejime eklemlenmelerinin annelik vasfı üzerinden olduğunun altı çiziliyor. Kadının kendisi için değil, vatanı için, yetiştireceği evlatlar için mücadele etmesinin gerekliliği vurgulanıyor. Böylece kadının mücadelesi ulusal mücadele ile tek bir potada eritilerek kendi içinde taşıdığı önemi kaybediyor. Ulusal mücadeleye rağmen kadın meseleleri üzerinde duruyor olmak olumsuzlanıyor. Bu duruş erken Cumhuriyet dönemi kadın hareketinin milliyetçi ideoloji tarafından nasıl içerildiğini açıkladığı gibi, Kemalist kadınların bugün mitinglere neden kendileri için gitmediklerini de anlatıyor. Saruhan’ın Nezihe Muhiddin’i örnek göstermesinin bir hayli ironik olduğunu ayrıca belirtmek gerekir; zira Muhiddin’in Kemalist rejimin konsolidasyonuyla birlikte rejime karşı muhalefet şeklinde algılanarak TKB yönetiminden uzaklaştırılması tam da ulusal mücadeleyle kadın mücadelesinin birbirinden ayrı olduğunu göstermektedir.

Mitingleri kadınların başarısı olarak gören kadınların da bu başarıyı yine kadınlara kazandırdıkları üzerinden değil, Kemalizmin hegemonya mücadelesine katkısı üzerinden değerlendirdikleri anlaşılıyor. Bu başarıda Kemalist kadınlara düşen pay temsil ettikleri kadınlık durumunu yüksek sesle ifade edebilmiş ve seslerini geniş kitlelere duyurabilmiş olmaları. Bu düşünce kadınların rejim adına

137

araçsallaştırılmalarını pekiştiriyor. Aydeniz Alisbah Tuskan durumu şöyle ifade ediyor:

Kadınların Türkiye’de Arabistan gibi değil, kadınların başları açık vaziyette olduklarını bütün dünya gördü, bütün dünya onun için ayağa kalktı, bütün dünya bizi çünkü türbanlı, çarşaflı falan filan diye görüyor. Bütün dünya bizim nasıl kadınlar olduğumuzu gördü, bu yurt dışında da böyle yansıdıysa bu kadınların başarısıdır diye düşünüyorum.

Bu sözlerinden Tuskan’ın Türk kadınının başı açık olduğunu “içeride” geçerliliğini yitirse bile “dışarıya” ispat etmek kaygısında olduğu anlaşılıyor. Meriç Velidedeoğlu ise Kemalizmin hegemonya mücadelesinin “içerideki” başarısı üzerinde duruyor; “halkın kendiliğinden isyanı” olarak gördüğü mitinglerin geniş halk kitleleri tarafından desteklendiği iddiasında. Miting katılımcılarının mitinglere kendi imkanlarıyla geliyor olması Velidedeoğlu’nun mitingleri “toplumsal hareket” olarak tanımlamasına sebep oluyor:

Orada yönetilmek diye bir şey yoktu, halkın kendiliğinden bir isyanı vardı. Kadınlar daha çok hissettikleri için yaratılan durumda, o isyana kadınlar tabi sanki öncülüğü ellerinde tutuyorlardı. Ama desteklenmesi bakımından, yani bu mitinglerin hoş görülmesi, akın akın caddelerden insanlar yürüyor, bütün insanlar evlerinden çıkmış, çünkü önlerinde oldu mitingler, iştirak etmeyenler büyük bir alkış içinde, otobüslerin önünde durdurup çiçekler veriyor, kahvelerden çıkan erkekler çiçekler veriyor. Yani toplumun bütün kesimince desteklenen ama kadınların öncülüğünde olan mitinglerdi. Cumhuriyet Mitingleri Kemalist kadınlar için bir uyanıştan ziyade hatırlama vasfı taşıyor. Kadınların çoğunlukta olduğu mitingler bir birikimin, ihtiyacın ve tehdit hissinin sonucunda gerçekleşmiş. Bu bir anlamda daha önce neden harekete geçilmediğini de açıklıyor. Kemalist kadınlar, hareketin kadın değil Kemalist yanının ağır bastığını kanıtlar bir şekilde, Cumhuriyet Mitinglerinin kadınların öncülüğünde gerçekleştiğini teslim etmekle birlikte mitingleri kadın hareketine katkısı açısından ele almıyorlar. Bunun bir sebebinin Kemalist kadınların Kemalizmi muhalefet aracı olarak kadın hareketine tercih etmeleri olduğu söylenebilir. Yine, Kemalist kadınların kadınlar olarak kendi talepleriyle değil ülkeleri için, gelecek nesiller için sokağa çıkmış olmaları mitinglerde kadın

138

hareketi adına bir kaygı güdülmediğini gösteriyor. Ancak bu tavrın Kemalist kadın hareketine içkin olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle Kemalist kadın hareketi iç tutarlılığı açısından amacını dışsallaştıracak, Kemalist kadın kimliğine sadık kalarak kendisi için değil, ülkesi ve çocukları için mücadele edecektir. Mitinglerde kurtuluş mücadelesi dönemi ile bugün arasında kurulan süreklilik, Kemalist kadının bu iki dönemde üstlendiği rolün benzerliği bakımından geçerlilik arz etmektedir. Burada ulusal mücadelenin kadın mücadelesini içerdiği varsayılır. Bu varsayım Kemalist kadın hareketinin bağımsızlığını şüpheye düşürmekte ve Kemalist kadın kimliğini erkek-egemen Türk siyasetinin bir bileşeni haline getirmektedir.