• Sonuç bulunamadı

3. İKİNCİ KISIM: KEMALİST KADINLAR

3.1. Cumhuriyet, Türk Siyaseti ve “Türban Meselesi”

3.1.2. Atatürk ve Erken Cumhuriyet Dönem

Kemalist kadınlar arasında Türkiye’de kadınların tarihini Cumhuriyet’in ilanından önce başlatan sadece üç kişi oldu. Bu konuyu en geniş çerçevede anlatan Kadın Araştırmaları Derneği Başkan Yardımcısı Meriç Velidedeoğlu’ya121 göre “kadın meselesi” ve kadın bedeni üzerinde devlet denetimi İslam devletlerinde iktisadi kriz dönemlerinde gündeme gelen bir konu. Fatımilerden ve Abbasilerden örnekler vererek argümanını güçlendiren Velidedeoğlu örtünmeyi İslam’la olan ilişkisinden kopararak devletin kriz yönetme politikası olarak açıklıyor. Bu durum İslam’ın yasalarına hiç bir zaman tam olarak uyulmamasına, Anadolu’da Müslümanlığın Türk gelenekleriyle sentezlenmiş olmasına rağmen Osmanlı’da da özellikle modernleşme döneminde görülmüş:

Osmanlı halkının, daha doğrusu Anadolu Müslüman halkının Müslümanlığı daima Arap gelenek ve göreneklerinin dışında yaşadıkları için farklıydı. Yani onlar İslam’ı kendi gelenek ve göreneklerine göre, Arap gelenek ve göreneklerine pek bırakmadan kendi anlayışlarına göre yaşamaya çalıştılar. Çünkü gerek Orta Asya’da gerek Selçuklular zamanında, orada bir kadın-erkek eşitliği vardı. Toplantılarda, meclislerde kadın ve erkek birdi, bir söz sahibiydi. Buna Arap gezginlerinden İbn-i Fadlan, şaşırıyor, “kadın her şeyi söylüyor, ne biçim yer burası” diyor. Ne de olsa buradan yetişme bir halk Anadolu’ya gelmiştir. O yüzden İslamiyet’in bir Anadolu hoşgörülülüğüne dayandığı hep ileri sürülür ki bizler de bunu, siz gençsiniz, şu radikal İslam çıkıncaya kadar, ben çocukluğumda görmüşümdür, annemiz babamız bunu yaşamışlardır… Yani adeta Müslüman ülkelerin iktisadi durumları çöküp bir karışıklık sezinlenir sezinlenmez kadının tesettürü ortaya konulmaya başlamıştır. Yani kadın tesettürüyle İslam’ın simgesi haline getirilmiştir. Yani kadın eğer tesettürün içerisine girmezse o ülkede İslamiyet yokmuş gibi bir görüş, İslam’ın olmasıyla birlikte adeta kafalara girmiş bir vaziyette olmuştur.

121

Kurucusu ve başkanı Prof. Dr. Necla Arat olan Kadın Araştırmaları Derneği hakkında yaygın bilgi mevcut değil, ancak derneğin kadın konulu paneller düzenlediği biliniyor. Derneğin başkan yardımcısı Meriç Velidedeoğlu ise 80’li yıllardan beri Cumhuriyet Gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor. Velidedeoğlu’nun ayrıca “Demokrasi’den Teokrasiye Mi?” (İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2008) ve “Laiklikten Şeriata Mı?” (İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2008) adlı iki kitabı bulunuyor. Mülakat tarihi: 11 Nisan 2008.

49

Burada Osmanlı-Arap zıtlığı kuruluyor ve Osmanlı geleneği Orta Asya ile ilişkilendirilerek Arap İslam’ından uzaklaştırılıyor. Velidedeoğlu bu kurguyu kişisel deneyimine, araştırmacının yaşı gereği deneyimlemediği bir döneme dayandırarak ve bu dönemi otantikleştirerek bir bilgi hiyerarşisi kuruyor. Osmanlı’nın Batıyla temas halinde olmasına rağmen kadın-erkek eşitliği anlamında 1789 Fransız Devrimini örnek almadığını vurgulayan Velidedeoğlu, Namık Kemali’in kadınları “uyandırmaya gayret etmesini” örnek vererek aynı zamanda Osmanlı-Türk zıtlığı da kuruyor. Buna göre İttihat ve Terakki zihniyetinin aksine devlet politikasında söz sahibi olan ulema iktisadi ve cezai reformlara müdahale etmezken kadınların yasal haklarını iyileştiren reformlara karşı çıkmaktadır. Bu durum o sırada ülkenin işgal altında olduğu hatırlatılarak yine “kadın meselesi-kriz” ilişkisiyle açıklanmakta:

Sultan Reşat’ın zamanında bir kanun çıkarılır, bu kanunla ilk defa kadına bir hak tanınır. Bu hak, kadın kocasını mahkeme huzurunda yapıldığı takdirde boşayabilecektir; ilk defa, yani erkek boş ol dediğinde boşanmayacak, kadın da kocasını boşayacaktır. Ama erkek ikinci, üçüncü kadınla evlenebilecektir, ama birinci kadından resmen izin alınacaktır. Bu kadar bir düzenleme yapılır 1918’de, bu İttihat ve Terakki zamanında. İstanbul’un işgalinde, işgal komutanlığına ilk başvuru bu kanunun kaldırılmasıdır. İngiliz hükümetinin ilk yaptığı resmi iş bu kanunu kaldırmaktır Müslümanların gözüne girebilmek için. Bütün o şeriatın delinmelerine ses çıkarmayan ulema kadınla ilgili bir yasa geldiği zaman sesini çıkarmış, fırsat gözetlemiş, o fırsatı da yakalamış, gidip İngiliz işgal komutanlığına kanunun ortadan kaldırılmasını sağlamıştır.

Yine Osmanlı döneminde örtünmeyle ilgili, Türk Kadınlar Konseyi Derneği Başkanı Fatoş İnal122 hem Anadolu’da İslami kurallara bağlılığın gevşek olduğunu, kadın kılığının devlet nezdinde de fazla önemsenmediğini vurguluyor:

122

1959 yılında kurulan Türk Kadınlar Konseyi Derneği 40. yılında , 27 Kasım 1999’da yayınladığı bir kitapçıkta günümüzde kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için kadına karşı şiddetin yok edilmesi, kadının eğitimi ve yoksulluğunun azaltılması, üreme ve sağlık koşullarına ilişkin tercihlerin genişletilmesi gibi gereklikleri sıralarken Türkiye’de kadınların bu gündemin yanı sıra “laik, demokratik Cumhuriyet kazanımlarını ileriye götürme ve koruma” şeklinde bir amaçlarının olduğunu duyuruyor. Derneğin temel amaçları arasında Türk kadınının küresel hedefler doğrultusunda kalkınmaya katılmasını sağlamak, uluslar arası barışa ve dostluğa katkıda bulunmak

50

Sadece İstanbul ve çevresinde etkin bu örtünme. Anadolu’da kaç göç yok, ufak örtünmelerle kadınlar yakın tarihimize kadar geliyor. Anadolu kadınının bir saç bağlama şekli vardı, o şekilde hem kendini güneşten korur hem de inancını yerine getirir idi. Abdülhamit zamanında kadınlar onunla konuşmak istiyor, “Nedir bu Osmanlı’da kara çarşaf? Hıristiyan kıyafetinde geziyor Osmanlı kadını” diyorlar. Abdülhamit de “Osmanlı üç yerde birden savaşıyor, benim modayla uğraşacak halim yok” diyor.

Örtünmenin vücudu ve saçı tamamen örtecek şekilde yalnızca İstanbul’da olduğu iddiası saray/İstanbul-halk/Anadolu ikiliğine işaret eder. İnal’ın Sultan Abdülhamit’ten verdiği örnek İstanbul’daki örtünmenin Hıristiyanlıktan ithal olduğunu, bir moda olduğunu göstererek örtünmeyi yine İslami anlamından koparmakta ve karşısına Anadolu’da olan geleneksel-işlevsel örtünmeyi koymaktadır.

Cumhuriyet Kadınları Derneği İstanbul Şube Başkanı Pervin Öztabağ123 da kadın meselesinin Cumhuriyet öncesinde başladığını, ve bu durumun Cumhuriyet reformlarına zemin hazırladığını söylüyor:

Bizde kadın sorunu Tanzimat’la (…) başlıyor. Mesela Namık Kemal bütün romanlarında kadın temasını işlemiştir, dergilerinde işlemiştir. Birçok yazarlarda var. Bilhassa Ziya Gökalp çok incelemiştir. Ve çok şiiri vardır, kadının illa ki eve kapanıp evlenmesi gerekmediğini, sosyal hayata karışması gerektiğini anlatan didaktik şiirler yazmıştır, ve makaleleri vardır. Bu zemin hazırlamıştır; yani aydın kesimde bu, çiftçi ve altyapıda da Türk kadını, Anadolu köylü kadınları bilhassa.

ve Türk kadınını tanıtmak adına uluslar arası toplantılar düzenlenmesinde ve bu toplantılarda Türkiye’nin temsil edilmesinde görev almak yer alıyor. Dernek aynı zamanda kadının siyasete katılımına ilişkin kota benzeri uygulamaları desteklemek adına basın bildirileri yayınlıyor. Derneğin başkanı Fatma İnal 70’li yıllardan beri Kemalist kadın örgütlenmelerinde yer almış ve uzun yıllardır derneğin yönetim kurulunda. Mülakat tarihi: 6 Şubat 2008.

123

1997’de “Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü”nü takiben kurulan Cumhuriyet Kadınları Derneği’nin asıl hedefi laik düzeni savunmak ve Cumhuriyet devrimlerini hayata geçirmek. Büyük şehirlerde konferanslar düzenleyen dernek yerel örgütlenmelerinde yerel sorunlarla ilgileniyor. Emekli bir edebiyat öğretmeni olan derneğin İstanbul şube başkanı Pervin Öztabağ ise 90’lardan beri Atatürkçü Düşünce Derneği, başkanlığını Mümtaz Soysal’ın yaptığı Bağımsız Cumhuriyet Partisi ve Cumhuriyet Kadınları Derneği’nde aktif olarak yer almış. Mülakat Tarihi: 21 Mart 2008.

51

Bu sözlerden anlaşıldığı üzere Kemalizmin Anadolu ile özdeş bir biçimde inşa ettiği Türk kimliği köylülük ile eşleştirilmiş, karşısına “aydınlanma” misyonunu gerçekleştiren aydın sınıfı konularak sınıfsal bir kurgu yaratılmıştır. Burada aynı zamanda “kadınları özgürleştiren erkeklere” işaret edilerek erkek egemen toplumsal yapı olumlanmaktadır.

Kemalist kadınların Cumhuriyet öncesi kadın hareketine değinmemeleri iki şekilde yorumlanabilir. Bunlardan ilki Osmanlı kadın hareketi üzerine çalışmaların yeni ve az sayıda oluşudur. Bu çalışmaların yaygın olmayışı gerçekten Türkiye’de kadın hareketinin Cumhuriyet ile başladığı şeklindeki kanının değişmesini engelliyor. Ancak Kemalist kadınların, yıllardır kadın hareketinin içinde bulunduklarından hareketle, Cumhuriyet öncesi kadın hareketi hakkında bilgi sahibi olmamaları çok gerçekçi bir varsayım değil. Bu durum daha çok Cumhuriyet’in “kadın meselesi” açısından bir milat olarak kabul edilmesiyle açıklanabilir. Aşağıda görüleceği üzere, Kemalist kadınlar kendi kimliklerinin de kurucusu olan resmi tarih anlayışını benimsiyorlar ve Osmanlı’dan “radikal bir kopuş” olarak öne sürülen Kemalist modernleşme sürecine karşı eleştirel bir tutum sergilememekteler.