• Sonuç bulunamadı

Hick’in Kötülük Problemi İle İlgili Görüşü

Hick, konuyu ele alırken teodise sorununa bağlı olan cehennem mahkûmiyeti ve dünyaya düşme fikirleriyle ilgilendiğini belirtmektedir. Geçmişteki ve gelecekteki gerçek olaylara işaret ederek bu olayların anlaşılması veya yanlış anlaşılmasıyla ilgili olarak bu iki mit dikkati çekmektedir. Hick’e göre, gerçek geçmiş olaylara değinerek meleklerin ve insanların düşüşü fikrini anlamak için, gerçek anlamda Adem ile Havva’nın hikayesini kabul etmek gerekmemektedir.

Düşüş fikrinin özüne inmek için meleklerin ‘inme’ nosyonunu ciddi bir şekilde ele alma konusunda, ‘şeytan’ konusunun da ortaçağ geleneği içinde fikri takibinin yapılması gerekmektedir. Hick’e göre, melekler yere inmeden önce şeytan diye bir şey yoktu. Yaratılan her şey, saf ve kusursuzdu. Yaratılan hiçbir şeyin doğası ve çevresinde şeytandan eser yoktu. Öfke, acı, mutsuzluk, sebepsiz içgüdü (kötü düşünce) korku endişe yoktu.210 Melekler, Tanrı ve onun sevgisinin bilinci içerisinde yaşımaktaydılar. İşte bu kusursuz ortamda ilk olarak şeytan ortaya çıktı. Bir başka deyişle, bir melek Tanrı’yı inkar edip, buna karşılık kendini yaratanın yerine kendisine itaat ve ibadet etmesine karar verince şeytan ortaya çıktı da denilebilir.

Bunun teodise sorunuyla bağlantısına gelince, düşüş hikâyesinin fonksiyonu şeytanın var olma sorumluluğunu yaratıcıdan alıp, yaratılana vermektir. Yani, Tanrı içinde hiçbir kötülüğün olmadığı dünyayı yaratmıştır. Ancak her şeyde mevcut olan bu özgürlüğü yanlış kullanarak dünyaya ölüm ve acıyı da birlikte getirmiştir. Melekler özgür varlıklardır ve özgür varlıklar doğru yapmak kadar yanlışı yapmak için de özgür olmalıdırlar. St. Agustin, bu sorunu “Tanrı’nın Şehri” kitabında ele almıştır. Agustin, kendisine meleklerin bazıları düşerken bazıları nasıl oluyor da düşmeden kalır sorusunu sormaktadır. Onun buna cevabı şudur: Düşmeden kalanlar kendilerini Tanrı’ya olan aşklarıyla ona bağlanmışlardır. Fakat ötekiler, kutsal aşktan daha az pay alarak kendi kötü istekleri sonucu kendileri düşmüşlerdir.

Hick’in açıklamaları içinde, katolik çağdaş bir felsefeci olan Dam Illtyd Thethowan ise, bu sorunu şöyle ele almaktadır: “Günah gerçeği kesinlikle düşünceye engel bir eylemdir. Fakat biz, mantıksız bir reddediş olarak günahla neyi kastetmekteyiz? Doğru olduğunu bildiğimiz şeyden ne derece uzaklaşıp buna karşı sorumluyuzdur?” Elbette yeryüzüne indirilen insanlar genellikle mantıksız ve kendi doğru isteklerimize karşı davranmaktadırlar. Sorun şu ki der Hick, biz meleklerin yaratılıştan gelen kusursuzluklarını hem de özgürlüklerini yanlış kullanmalarını kabul edebilir miyiz? Tanrı yaratıklarının gelecekteki özgür seçeneklerini bilme olasılığına yaratıcı ve mantıklı bir şekilde bakmaktadır. Çünkü Hick’e göre, Tanrı bilir ki, insanoğlu günah işleyecektir ve sırf bu yüzden bir insan yaratmayı iptal

etmez ve fikrini değiştirmez.211

Tanrı’nın bu kararı gösteriyor ki, günah ortaya çıkacaktır ve Tanrı’nın bunu bilmesine “önceden bilme” denir. Tanrı’nın bir insanı yaratması demek, onun belirlenmiş yapısı, doğası, potansiyeli, içgüdüleri, eğilim ve ihtiyaçlarıyla bir varlık yaratması demektir. Yine de, bu durumda şu soruyu sormalıyız, Tanrı yarattığı varlığı ne gibi özellikler ihsan etmeyi tercih etmiştir? O yüzden yaratılanın en azından temel özelliği, Tanrı’nın ona bağış ettiği doğaya bağlıdır. Hick’in bu konudaki örneği, J.P. Sartre’ın, Augustin çizgisindeki şu sözleridir: “Bizler özgürüz, çünkü karakterlerimiz özümüzden çıkıyor. Ancak yine de özümüzün bizim tarafımızdan seçilmediği gerçeği, bu özgürlüğün tam bir köleliği örttüğü gerçeğini de göstermektedir. Şu bir gerçektir ki, Tanrı, Ademin özünü seçmiştir.”212

Thethowman’a göre, Tanrı’nın özgür varlıkları yarattığının risk içerdiği ve bunun yanlış kullanılabileceğidir. Ona göre, Tanrı, bizi yaratmakla bir risk almıştır. Çünkü, bizim onu kabul veya reddetmemiz mantıksal olarak yaratılışımızın ötesinde bir şeydir. Hick, burada muhtemel ikilemden kaçınılamayacağından söz eder. Tanrı, insanları ya da melekleri sınırlı bir şekilde mükemmel yarattı ve onlara hiç düşmeyecekleri bir doğa verdi, ya da er ya da geç düşeceklerini umduğu için kusursuz olmayan bir doğa verdi. Tanrı’nın niyeti açıktır. İncil’de temsil edilen Tanrısal amacı görmek için Hick, İncil’deki yazıları bir bütün olarak görmemiz gerektiğinin altını çizmektedir. Hick, insanların ve peygamberlerin günah ve acıya karşı savaşırlarken şeytana karşı olan tavırlarına ve aynı anda iyinin ve kötünün Tanrı’dan geldiği teolojik yansımanın gerektirdiği tutum içerisinde olduklarına dikkati çekmektedir.

Düşüş fikrinden insanoğlunun sonsuz cennet ve cehennem çift kaderi fikrine gelince, genel olarak şu görüşlere yer verilmektedir. Mitolojik dilde cehennem vardır, ancak boştur. Eğer insan kendini Tanrı’ya açar ve onun iyiliğini ve gücünü anlarsa bu doğru bir algılama olacaktır. Hıristiyan inancına göre, bizim irademizin içeriğinde yarattıklarını kurtarmaya çalışan bir Tanrı sevgisi vardır. Bu kutsal gerçekten asla kaçamayız. Çünkü hem bu dünyadaki, hem diğer dünyadaki

211 John Hick, Evil and the God of Love, London, The Macmillan Press LTD, 1985c, ss. 351-159. 212 John Hick, 1993c, s. 67.

özgürlüğümüz yaşayabildiğimiz doğamıza bağlıdır. Bu yüzden, Tanrı sevgisinin Onun bize karşı her zaman aktif olmaya devam ettiğinin bir göstergesi olacağını düşünmeliyiz. Cehennem Tanrı’nın sorumluluğunda olup yarattığı şeylerin içindedir. Ancak, bunu kişinin özgürlüğü ve sorumluluğu ile bağdaştırmak da oldukça zordur.