• Sonuç bulunamadı

Hick’in İsa anlayışının başlangıcı, İsa’nın Tanrı bilinçliliği ışığı altında hem enkarnasyon hem de teslis doktrinlerinin yeniden bir yorumlanmasından ibarettir. Bu durumda, İsa’nın nasıl algılandığı sorusunu sormak yerinde olacaktır.

Hick, kişisel olarak Nasıralı’yı, Tanrı realitesi karşısında son derece duyarlı ve bilinçli bir kişi olarak algıladığını ayrıntılı olarak belirtmektedir.177 Onun bu kişisel İsa izleniminden elde edilen en önemli sonuç, İsa’yı Tanrı ile insanlar arasında aracı yapan şeyin onun Tanrı bilinçli şahsiyet olmasıdır. Bu bilinçliliği sayesindedir ki İsa, Tanrı’nın realitesini görünmeyen hazır bulunma olarak tecrübe etmiştir. Bu niteliklere sahip olan İsa, Tanrı’nın ilahi sevgisini diğer insanlara da bildirmiş ve tanıtmıştır. İsa’nın Tanrı ile olan bu yakın ilgisi, onun varlığıyla yüz yüze gelmenin bir anlamda Tanrı’nın varlığı ile de yüz yüze gelme anlamını doğurmuştur. Bu yüzden Hick’e göre, İsa’nın varlığında insan İsa’nın lafzi/ literal olarak Tanrı olduğu anlamının değil, sözü edilen manevi ilgiden doğan tam bir Tanrı

175 John Hick, 1980, s. 38-39. 176 John Hick, 1993b, s. 147-148.

bilinçliliğe sahip olma anlamında Tanrı’nın varlığı ile karşı karşıya olunduğunun düşünülmesi gerekmektedir.178

Hick, İsa’nın konumu konusundaki bu kişisel ifadelerinden yola çıkarak onunla ilgili su sonuca varmaktadır: Öyle görülüyor ki, Kutsal Ruh ile dolu ve bir iyileştirici olarak İsa, kendi rolünü yeryüzünde kurulacak olan Tanrı’nın krallığını teblig eden son peygamber olarak mütalaa eden olarak görülmektedir. Başka bir ifadeyle, bu görüşün Hick’in’in yaklaşımıyla, tarihsel İsa’nın Tanrı bilinçliliği olarak da görmek mümkündür. Ancak, Hick’e göre İsa’yı önemli yapan ve onu etkili kılan şeyin, İsa’nın Tanrı’nın varlığı hakkındaki engin bilinci olduğunu da belirtmek gerekir.179

4.2.1. Hick’e Göre İsa’nın İlahlaştırılması Süreci

Hick Hıristiyanlık ile ilgili yorumlarında bu dini geleneğin temel doktrinlerini oluşturan enkarnasyon ve teslis konuları ile ilgili olarak “The Rainbow of Faiths” adlı eserinde geleneksel enkarnasyon doktrini ile ilgili şu üç temel probleme işaret etmektedir:

1)Geleneksel kristolojinin onun Tanrı’nın Oğlu veya teslisin ikinci şahsı olduğunu öğrettiği görüşün tersine, son dönemlerde yapılan araştırmalara baktığımızda onun devamlı surette kendsinin bir insanoğlu olduğunu insanlara öğrettiğini görmekteyiz.

2)Hıristiyan teologları, İsa’nın hem Tanrı hem bir beşer olduğu şeklindeki geleneksel Hıristiyan dogmasını anlaşılır bir şekilde izah edememektedir. Çünkü insanların zihinlerini kurcalayan buna benzer sorular Hıristiyan otoritelerinden henüz tatmin edici bir cevap alamamışlardır. İsa aynı zamanda nasıl ilahi olarak her şeye gücü yeten ve beşeri olarak zayıf ve sıradan; ilahi şekilde ebedi, evreni kendi kendine var eden yaratıcısı ve diğer taraftan beşeri olarak sonlu, geçici ve başkasına bağımlı bir varlık olabilir?

178 John Hick, (1992b), “Jesus and the World Religions”, John Hick (ed.) içinde, s. 172.

3)Hick’e göre hulul doktrini literal olarak anlaşılması, geride diğer dinsel gelenekler arasında çok tahrik edici sonuçlar açmakta ve kültürler arası ilişkilerin sağlıklı bir şekilde gelişmesine zarar vermektedir.180

Hulul doktrinin ve İsa’nın ilahlılığın geleneksel olarak anlaşılmasının sebebiyet verdiği temel problemlere bu şekilde işaret ettikten sonra Hick, bu doktrinin tarihsel olarak nasıl geliştiği konusunu yorumlamaya çalışmaktadır. Ona göre, ilk dönem Filistinli İsa’nın muhatapları onunla iletişime girdikleri zaman, âdeta yeniden hayata gelmişler gibi Tanrı’nın varlığı bilinciyle yaşamış ve yeryüzünde O’nun iradesinin hâkim olması için hizmet etmişlerdir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta bu bilincin içeriğidir. Bu bilinç, İsa’nın klasik Hıristiyan geleneğindeki Tanrı’nın Oğlu ya da teslisin ikinci şahsı anlamında olmayıp, Aşkın Tanrı Bilinci anlamındaki bir bilinçtir. Bu bağlamda, İsa ile karşılaşan erkek ve kadınlar, bir süre sonra bir değişime uğramışlar. Ve İsa, onların varlığının dinsel merkezi, dindarlık ve bağlılıklarının objesi, kendisini takip etmek suretiyle hem yaşamlarını Tanrı’ya verdikleri hem de yaşamlarını yenilemiş olarak Tanrı’dan geri aldıkları rab, öğretmen ve bir model olmuştur”.181

Bu durum, İsa’nın havarilerinin dini tecrübelerini tamamen onun üzerine yoğunlaştırdıklarını göstermektedir. Dolayısıyla ortaya havarilerin edindikleri dinsel tecrübenin nasıl ifade edilmesi gerektiği sorusu çıkmaktadır. İsa vasıtasıyla havarilerin kendi hallerini nasıl ifade etmesi doğru olacaktı denildiği zaman, Hick, hem havarilerin hem ilk taraftarların İsa hakkında konuşabileceği uygun bir dilin arayışına girilmesinin önemini doğurduğunu ve dolayısıyla İsa’nın ilahlaştırılma sürecinin başladığını söylemesi dikkat çekicidir. Hick’e göre bur süreç, Yahudilerin onu Mesih olarak görmesiyle başlamakta ve Tanrı’nın oğlu, hulul’ü ve kutsal teslisin ikinci şahsı olarak görüldüğü İznik formülasyonu ile zirveye ulaşmaktadır.182

Hick’e göre, beşeri bir varlık olan İsa’nın ilahlaştırılmasına yol açan en önemli olay, gelişen ve büyüyen Kilisenin, Akdeniz bölgesinin Yunanca konuşan

180 John Hick, 1995, s. 95-100; John Hick, Rethinking Christian Doctrine İn the Light of Religious Pluralism, Pargon House, New York, 1990, ss. 89-101.

181 John Hick, 1992b, s. 174. 182 John Hick, a.g.e., s. 173.

kültüre açılma ihtiyacıdır. Yani öne çıkan husus, bu kültürler tarafından kabul edilebilir felsefi terimlerle ifadelendirilme ihtiyacıdır.

Ayrıca Hick, ilahlaştırma sürecine etken faktörlerin başında 1)kültürel faktör, 2)Hıristiyan dinsel tecrübenin tabiatı, 3)dini zihniyetin eğiliminden de söz etmektedir. Acaba hangi kültürel tecrübeler Hıristiyanları İsa’yı ilahlaştırmaya sevk etmektedir? Bu soruya Hick, kendisinin editörlüğünü yapmış olduğu 1972’de “The Mith of God Incarnate” adlı kitapta yer alan Michae Goulder ve Frances Young’ın yazılarına atıfta bulunarak, onların bu konuda yapmış oldukları araştırmanın sonucunda “insan yaşamında vücut bulmuş ilahilik fikirlerinin ne kadar yaygın olduğunu” çok güzel ortaya koyduklarından söz eder. Bu araştırmacıların sunduğu delilerden yola çıkan Hick, söz konusu kültürel ortamda İsa’nın ilahlaştırılmasında şaşılacak hemen hemen hiçbir şey olmadığı sonucuna varmaktadır. İkinci olarak, İsa’nın yaşadığı Yahudi çevreyi analiz eden Hick’e göre, İsa’nın ilahi özelliğe sahip bir varlık olarak görülmesi ilk olarak onun yaşadığı kültürün bir sonucudur. Bu durumda, İsa’nın geldiği dönemde önemli özelliklere sahip kişilerin mecazi anlamda ilahi özelliğe sahip “Tanrı oğul” olarak ele alındığının anlaşılması mümkün görünmektedir.

İsa’nın ilahlaştırılması konusuyla ilgili üçüncü sebep ise, dinsel zihniyetin eğilimini ifade eden İsa’nın taraftarlarının dinsel psikolojisidir. Bu konuda Hick’in vardığı sonuç şu şekilde özetlenebilir: Budaology ilahlaştırma süreci şekil bakımından mensuplarınca nasıl ilahlaştırılmış ise, Kristolojik ilahlaştırma süreç de aynı şekilde olmuştur.183 Bütün bu açıklamalardan hareketle, ilahlaştırma sürecini, herhangi bir teoriden öte, tarihsel olarak meydana gelen bir süreç olarak görmek mümkündür.

İsa’yı ilahlaştırma konusunda Hick sonuç olarak, ne tarihsel İsa’nın kendisinin ilahi tabiata sahip olduğunu ileri sürdüğünü ne de onun havarilerinin onun ilahlığını ve tanrısallığını ele alacak herhangi bir referansta bulunduklarını belirtmektedir. İsa’nın tanrısal özelliği düşüncesinin ilk Hıristiyan toplumu içinde

vuku bularak zamanla gelişip doktrinleşmiş ve ardından doğma haline gelmiş görünmektedir.

Yahudi geleneğinde kullanılan ilahi oğulluk ise, Roma kültürüne girince aslını kaybederek mecazi kullanımdan literal kullanıma geçmiştir. Hick’e göre, bunun sebebi, oğul tanrı geleneğinin Yahudilikte zaten bilinen bir şey olmasıdır. Yani “o kişinin Tanrı’ya yakın olduğu, O’na kulluk ettiği ve o’nun isteklerine uygun olarak eylemlerde bulunduğu” metaforik olarak anlaşılmaktaydı. İşte Hick’e göre, bu anlamda karizmatik bir vaazcı ve iyileştirici olan İsa da mensuplarınca Tanrı’nın oğlu olarak düşünülmesi gereği doğmuştur. Ancak söz konusu şekildeki İsa anlayışı ne zaman Yahudi bağlamından çıkıp Roma-Yunan kültürünün hakim olduğu dünyaya taşınmıştır, işte o zaman bu metafor anlayış, zamanla literal anlayışa yerini bırakmıştır. Buna göre, tarihsel İsa’nın kendisini hiçbir şekilde Tanrı’nın yerdeki hulul’ü olarak görmediği belli olduktan sonra, İsa’dan sonra gelişen hiçbir Hıristiyan öğretisinin hiçbir şekilde İsa’nın Tanrı’nın hululü olduğunu iddia etmesi mümkün değildir. Çünkü İznik konsilinin İsa’sının tarihsel İsa’yı değil, onun ölümünden sonraki kültürlerin ışığı altındaki İsa anlayışına dayandığı bir vakıadır.