• Sonuç bulunamadı

4.4. John Hick’in Din Anlayışı

4.4.1. Gerçeği Kanıtlama Aracı Olarak Din

John Hick, bu bölümde dini tasdiklerin doğru olup olmadığı ve faydalı olup olmadığı sorusunu ele almaktadır. O, Amerika’da 1950 ve sonrası metinlerinde din, dinin doğası, fonksiyonu ve çeşitleri, pragmatik değeri konusunda açıklamalar yapıldığını v pek çok Amerikan eğitim kurumunda dinin insan kültürünün bir unsuru olarak dikkate alındığını ve bu konuda çalışmalar yapıldığını aktarmaktadır.

Kültür, papazlık, tabular ve bunlarla bağlantılı pek çok şeyin tanrı fikrine dahil olduğunu görmekteyiz. Tanrı konusunda klişeleşen soru, O’nun var olup olmadığı veya gerçek olup olmadığıdır. Ancak bu soru Hick’e göre, dinle ilgili bir soru değildir. Dinin var olduğu açıktır ve bunun insan hayatında hizmet ettiği amaçlar ortadadır. Dini inançların doğurduğu fayda sorusu sıklıkla gündeme gelmiş ve bunun pratik faydaları meselesi insanın dikkatini oldukça cezp etmiştir.196

Hick, bizlere dinin kullanımı konusunda John Stuart Mill’in gözleme dayalı yazdığı ünlü makalesinden örnekler sunmaktadır: “Eğer din veya onun herhangi biçimi doğru ise, bunun yararı hakkında başka bir kanıta gerek yoktur. Eğer kaderimizin hangi şeylerin düzeni altında ve evrenin hangi yönetimi altında yaşanacağını bilmek yararlı olmasaydı neyin bu şekilde dikkate alınacağını hayal etmek elbette zor olacaktı. İnsanlar ya inanmayı bırakmalılar ya da diğerlerinin inançlarına güvenmekten vazgeçmelidirler. Dinin yararının gösterilmesine gerek yoktur. Dinin yararıyla ilgili bir tartışma, aslında yalnızca inanmayanların hoşuna giden bir şeydir”.197

196 John Hick, 1993c, s. 19. 197 John Hick, a.g.e., s. 20.

Mill’in bu sözleri 19. yüzyılın İngiltere’sine atıfta bulunmaktadır. Ayrıca Bertrant Russlle’nin iğneleyici sözlerini hatırlarsak, o, “dinin doğru olduğunu ve inanılmasını gerektiğini tartışanlara saygı duyabileceğini, ancak dinin faydalı olduğu için inanılması gerektiğini söyleyen kişiler için sadece derin bir ahlaki şartlanma hissettiğini de öne sürdüğünü”198 görüyoruz. Hick’e göre, Tanrı, bilimsel araştırma için uygun bir olgu değildir, ama din öyledir. Dinin, tarihi, psikoloji, sosyoloji ile karşılaştırmalı bir çalışması olabilir. Yani, din uygun bir araştırmanın parçası haline gelebilir. Fakat Tanrı, bu karmaşık din olgusu içerisinde ortaya çıkan tanımlanmış bir düşüncedir.199 Hick bu düşünce etrafında iki şeyi tartışmaktadır. Birincisi, Hıristiyan inancının temel doğrulamalarının gerçekliğini sürdürmesinin hayati derecede önemli oluşu, ikincisi ise, gerçek inancın temel yapısı ile onun mitolojiye ait gerçek olmayan dilinin inanan kişinin din dilini oluşturması konusudur. Ona göre, eğer dini inançların tanımı gerçek dışı olarak kabul edilseydi bunların hiç biri, objektif gerçek ile olan bir bağlantıya dayalı türde önem taşımayacaktır. Hick, mitolojinin mitolojik olmayan inançlar üzerinde oldukça etkili olduğunu düşündüğünü önemle belirtmektedir.200

Bu yaklaşım, Hick’in, diğer bir tezini işaret etmektedir. Bu tez, Hıristiyanlığın kendi temel doğrulamalarının gerçekliği üzerinde ısrar etmesi gerektiğidir. Bu durumu doğuran unsur, hâlihazırda sunulan alternatiflerin varlığıdır. Artan sayıdaki çağdaş felsefeciler din dilinin nonkognitif olan sonucuna varmışlardır. Örneğin, bu felsefecilere göre, “Tanrı insanoğlunu sever” gibi bir cümlenin akla yatkınlık noktası ne olursa olsun o noktanın bir gerçeği gösteremeyeceği açıktır. Onlar, buradan hareketle, bu tür cümlenin nasıl bir işlev gösterebileceğini dikkate alırlar. Örneğin, bu, doğal dünyaya bir şekilde bakma biçimini ifade etmektedir. (Jhon Widsom, Rudal, Petermune’e göre) veya bu belli bir şekilde yaşama niyetini açıklamaktadır. R.B.Braithwite, T.R. Miles’e göre belki inanca dayalı bir ifadedir. W. Zurdegge’e göre tüm dini inançlar semboliktir.

Randall’a göre, “felsefe insanların ahlaki tecrübe ve ideallerinin yaratıcı ve sembolik şekilde yorumlanmasıdır”. Dini sembollerin işlevi ise, dört şekilde ortaya çıkmaktadır:

198 John Hick, 1993c, s. 22. 199 John Hick, a.g.e., s. 28. 200 John Hick, a.g.e., s. 173.

1)Aklı ahlaki eyleme teşvik etmektir,

2)Bir toplumu ortak sembolleri sayesinde bir araya getirmek,

3)Sadece şiir ve sembolle ifade edilebilen bir tecrübe kalitesini yaymak, 4)Doğanın daha nadir bulunan derinliklerini oluşturarak dünyadaki ihtişam düzenine gözlerimizi açmaktır. Randall, dini bir yandan insan yaşamının önemli ve değerli bir niteliği olarak görürken, öte yandan, Aşkın Tanrı fikrinin doğru düzgün yeri olmayan düşüncesini taşıyan sıradan bir mesele olarak görmektedir. Bu noktada Hick,e bakıldığında ise o, üç tane tezi derinleştirmek istemektedir. Birinci tezi, Hıristiyan yazıları, duaları, ayinleri, prensipleri ve felsefelerinde öngörüldüğü üzere tanrının var olduğu işlevsel bir doğruluk konusudur.

Hick, bu görüşünün Prof. Phillips tartafından onaylanmadığını belirtmektedir. Ona göre, “Tanrı fikrine sahip olmak, Tanrıyı bilmek demektir” Bu, şuna yol açıyor gözükmektedir. Birisi Tanrı fikrine sahip ise, bu, Tanrı’nın var olduğunu gösteriyor veya bu düşünceye sahip olan kişi için Tanrı vardır. “İnanan kişinin öğrendiği dini dildir, yani kendisinin de diğer inanan kimselerle birlikte içinde bulunduğu bir dildir”. Phillips’in iddia ettiği şey bu dili nasıl kullanılacağını bilmek Tanrı’yı Bilmek anlamına gelmesidir.201 Phillips’in ateizm olasılığı tartışmasına bakacak olursak şöyle diyor, “Felsefi olarak bir düzen içerisinde tek ateizm türü dinin kişiye göre hiçbir şey ifade etmemesinin farkında oluşudur Yani, kişi ibadet, dua, inanç ve benzerlerinin ne olduğu konusunda söylenecek hiçbir şey bulamaz yani bu ateizm şekli şu cümlede toplanır. Benim kendimi dindar olarak adlandırmamam gerekir, din benim için hiçbir şey ifade etmiyor”202.

Eğer bu ateizmin felsefe olarak tek uygun şekli ise o halde felsefi olarak uygun olmayan bir şekli de olmalıdır. O da şu cümlelerle ifade edilir: “Tanrı’nın var olduğuna inanmak mantıksızdır. Tanrı’nın gerçekliğine inanmak için yeteri kadar gerekçe yoktur”. Phillips’e göre, Tanrı’nın var olması mantıken imkansızdır, çünkü bu özel İlah konsepti derin bir şekilde anlaşılmazdır. Diğer yandan, Phillips dini dilin kullanımının Tanrı’nın var olması içerisindeki inancı içermediğini zannediyor.

201John Hick, 1993c, s. 32. 202John Hick, a.g.e., s. 29.

Ama bu noktada Hick’e göre, öyle geliyor ki, Tanrı hakkında söylenen sözler onun var olduğunu gösteriyor. Örneği şudur, Tanrı zor zamanlarda yardım etmek için hep vardır, yüce Tanrı her şeye kadirdir. Başlangıçta emir vardı ve o emir Tanrı ile birlikteydi. Bunun devamında ekleyerek şunları der, “Bu tür dilin kullanıcılarına gerçekte atıfta bulunduğumuz sonsuz kadir olan varlık var mıdır sorusuna tereddüt etmeden verilecek cevap elbette vardır olacaktır”.

Hick’in ikinci tezi ise, birincisini takip etmektedir. Hıristiyan itikadı Tanrı’nın işlevsel gerçekliğini doğruladığı için bu doğrulama ile ilgili bir sorunun doğmasına neden olmaktadır. Hick’e göre, burada, her zaman mantıklı bir şekilde uygun olduğunda o iddianın doğrulanıp doğrulanmadığını sormak bizi işlevsel bir iddia ile yüzyüze bırakacaktır. Ancak o, Phillips’in açıkça böyle bir soruyu kabul etmediğini söyler. Phillips, dua babında şöyle demektedir: “Fiziksek dünyanın gerçekliği hakkında bir soru sormak fiziksel dünyanın var olup olmadığını sormak değildir, ancak söz konusu gerçeklik konseptinin aydınlatılmasını sormaktır.”203

Benzer şekilde felsefecilere ilginç gelen Tanrı sorusu da, gerçekliğin bir çeşidi hakkındaki bir sorudur. Bağlamın bir ifşasıdır. Bir kavramı açıklama sorusudur. Yani, felsefeciler, “Real” ( Gerçek ) kelimesiyle “ Tanrı Gerçektir” ifadesindeki anlamı ortaya koymak isterler.

Hick’in üçüncü tezi, felsefi hususların tanrının var olduğuna inanmanın mantıklılıığı konusundaki bir kararla bağlantılı olup olmadığına ilişkindir. Phillips, felsefi eleştirinin var olan bir inancı sarsabildiği olumsuzluğunu kabul etmkte ve bu konuda şöyle demektedir: “Din, tam anlamıyla karıştırılmaktadır. Epistemoloğlar, elbette dini ifadelerin anlamını netleştirmek için araştırma yapacaklardır. Felsefe ne dini destekler ne de karşıdır. Her şeyi olduğu gibi bırakır ve bu gerçek felsefeyi “kelamdan” ayırt eden bir yöndür. Tanrı’nın var olup olmadığına karar vermek felsefenin işi değildir. Ancak onun işi Tanrı’nın varlığını kabul etmenin veya reddetmenin ne anlama geldiğini sormaktır.”204

203John Hick, 1993c, s. 27. 204John Hick, a.g.e., s. 33.

Hick bu pasaj hakkında bazı soruları şu şekilde yöneltir. Yukarıda da ifade edildiği gibi felsefe genel anlamda ne dinden yana ne de dine karşıdır. Ancak kendisinden başka her şeyi yaratan sonsuz bir varlık olduğu iddiası gibi dinle ilgili inanç yana veya buna karşı felsefi tartışmalar olamaz mı? Başka bir sorusunda, felsefe her şeyi olduğu gibi bırakır, ancak bu bizim olup bitenleri ayırt etmemize yardımcı olmaz anlamına mı geliyor demekten de kendini alamamaktadır.

Hick’e göre dini tavır ve anlama arasındaki farkın ne olabileceği meçhuldür.205 Phillips ise, böyle bir fark olduğunu iddia etmekte ve bunu şu şekilde tarif etmektedir: “Dinlerin doğruluğu hayattakilerin işlerinin nasıl yürüdüğüne bağlıdır. İşler öyle veya böyle iyi gitmeyebilir, ancak nihai gerçekle kişinin hoşuna gitmediği sürece inanç bir şaka ya da başarısızlık haline gelecektir.”206 Hick’in bu konudaki görüşü ise, şu şekildedir, dinin hayata dair farkı, söz konusu olan veya olmayan bir takım emprik gerçeklerin arasındaki farktır.

Hick, birisinin çıkıp, Tanrı’ya inanç ile zeka özürlü çocuğa sahip olmanın korkunçluğu arasında birbirine uymayan bir görüntü bulunduğunu söylemesine karşı, bunun dinle çok az alakası olduğunu ve böyle düşünmenin batıl itikada daha yakın olduğunu söylemektedir. İnsanlar neden böyle şeyin ona olmuş olduğunu sorduklarında, neden bana olmasın ki diye cevap vermektedir.

Hick , Phillips’in “Dini İnançlar ve Dil Oyunları” makalesini genel olarak şu şekilde değerlendirmektedir. Bu konuda anlam ve geçerlilik bu dil oyununu oynamayı seçenler için önem arz edecektir. Dini inançlardan dil oyunları olarak bahseden kimse, bu şekilde yaparak bazı açılardan şüpheler hissetmeye başladığını da ortaya koymaktadır. Aslında burada, dinin izole edilmiş dil olarak ve yaşamın diğer şekillerinden bağlantılı olmadıkça anlaşılamayacağı gerçeği dikkate alınmaktadır.

Dini inançlar, sadece bu dünya ve bunun içindeki yaşantılarla bağlantılarla sınırlanmayıp bu dünyanın aşkın gerçekliğiyle ilgili yönleriyle de bağlantılıdır. Hick’in bu konuyla ilgili örneği, Tanrı’nın ölümden sonra bize tekrar hayat verme

205 John Hick, 1993c, s. 34. 206 John Hick, a.g.e., s. 35.

amacındaki dini inançtır. Dini inancın bu alanı ve ölümden sonra insan deneyiminin gelecek süreciyle ilgili beklentileri arasında açık bir ilgi bulunmaktadır. Hicke göre, Tanrı’nın yarattığı tüm insanlara duyduğu sevgiye inanç ve insanların vücut ölümü gerçekleştikten sonraki yaşamı ile inanç arasındaki alakaya dikkat edilirse, Hıristiyan inancında Tanrı’nın insana duyduğu sevgi dilinin ayrılmış farklı bir boyutunun olmadığı görülecektir. Bu sevgi, yaratıcının tüm insanlara birlikte yaşayarak hayatın olağanüstü gücünden haz almalarını sağlayan kutsal bir amaçtan başkası değildir.

Hick’e göre, böyle bir Tanrı bilinci, “Cennetin Krallığı olarak sembolize edilmektedir. Phillips bazı yazarlar gibi ( N.G. Chernıshevski, Dostoyevski ) Tanrı’yı sevgide değil, acıda, başarısızlıkta ve belanın ortasında bulunabileceğini söylemektedir. Tanrı insanlara bu kadar acı verdiğine göre iyi niyetini yerine getirmiyor demektir. Hick, dini inançların örnek bir dil oluşturmadığının fark edilmesini özellikle belirtmektedir. Eğer sevgi kelimesi Tanrı için söylendiğinde bir anlam ifade ediyorsa, bunu, İsa’nın sözlerindeki insan sevgisine olan pozitif benzetmenin bir karşılığı olarak düşünülmesi gerekmektedir. Hick’in ifadesiyle, Tanrı’nın insanlar için iyi niyeti bu dünyevi yaşantının çok ötesindedir.