• Sonuç bulunamadı

KEMAL TAHİR’İN ESERLERİNDE HALK BİLİMİ UNSURLARI 1. DİL ANLATIM

6. HAYATIN DÖNÜM NOKTALARI İLE İLGİLİ GELENEK VE GÖRENEKLER GÖRENEKLER

7.1. Halk Hekimliği

Halk arasında hemen her hastalık ve rahatsızlığı otamak, sağaltmak, tımar etmek amacıyla çeşitli uygulamalar söz konusudur. Halk hekimliği bu uygulamaların tamamını içine almaktadır.

Türkiye’nin Somut Olmayan Kültürel Mirası” adlı ansiklopedinin “Halk Hekimliği” maddesinde modern tıpla halk hekimliğinin en önemli farkının hastalıkların çıkış noktası üzerine olduğu ; modern tıbbın sebebi doğal sebeplerde aramasına karşın halk tıbbının bu sebebi birtakım büyüsel olaylara dayandırdığını belirtilir. Devamında ise halk hekimliği şöyle anlatılır:

“Halk arasında kocakarı diye bilinen ve kendine göre tedavi uygulamaları bulunan kişiler, aslında birer halk hekimidirler.Yaptıkları ilaçlar kocakarı ilacı diye tanınan bu kişilerin bazılarının uygulamalarının veya hazırladıkları ilaçların hastalıkların tedavisiyle ilgili doğrudan ilgisi olmazken bazılarının uygulama ve ilaçlarının da olumlu sonuçlar verebildikleri görülmektedir.” (Oğuz 2008: 167).

Pertev Naili Boratav ise halk hekimliğini şöyle açıklar:

“Halkın olanakları bulunmadığı için ya da başka sebeplerle doktora gidemeyince veya gitmek istemeyince hastalıklarını tanımlama ve sağaltma amacı ile başvurduğu yöntem ve işlemlerin tümüne “halk hekimliği” diyoruz.” (Boratav 1994: 122).

7.1.1. Zehirli Sıçanotu

Halk arasında “sıçanotu” diye bilinen otun zehirli olduğu şöyle ifade edilmektedir.

“Aslında karı milletinin oynağı bir zararsa, durağanı beş zarardır. Oynak karı, hovarda bulsa rahatça koynuna girerim diyerek napar? En kötüsü orbana sıçanotu serper, seni gebertir. Dünya meşakkatinden kurtarır.” (BM. s. 224).

7.1.2. Çocuk Düşürme

Çocuk düşürmek için halk arasında kullanılan; fakat bazı riskleri olan yöntem şöyle ifade edilmektedir.

“Bakabilir miyim? Şey olmadım iki aydır… —Anladım…

—İştahım yok… Midem bulanıyor. Olmadık şeyler istiyor canım…

—İlacı yok mudur bunun?... Bir şeylerler yaparlar, duyduğuma göre… Konyakla kinini karıştırıp içerler…

—Düşündüm hepsini… Sakat doğarmış düşmezse… kanı kesemem diye de korkuyorum… Bayılırım belki… Annem anlar…” (YS. s. 154).

7.1.3. Sıtmanın Tedavisi

Sıtma tedavisi için şu ifadeler geçmektedir:

“—Bende para var binbaşım… Yetmezse üstünü ben denkleştiririm. Sulfato bir, rakı konyağı iki… Rakı konyağını iyi düşündün. Sıtmayı kese osaat… Sıtmanın Azrail Peygamberi’dir. Bu rakı konyağı…” (YS. s. 334).

“Çalık Hafız hemen bir kağıt yazmış köyden bir oğlanı ata bindirip kasabaya salarak sulfato buldurmuştu. Lazlar tam iki gün avuç avuç sulfato yediler. Fayda vermeyince haplardan birer avucu boğma rakıda eritip içilirdi. Kısa boylu kalaycı biraz serhoşlandı. Şap falan söylendi. Dilini büsbütün anlayamadıklarından ne istediğine de akıl erdiremediler. Bir vakit yanık türküler çağırdı. Sonra yeniden titremeyi ele aldı. Sikkeye sarımsak ezdiler. İçine gene avuç avuç kinin doldurup sabah ayazına bıraktılar. Bunu zorla yuvarlayan fukaralar kusmaktan az kalsın gebereceklerdi. Kara sıtma bana mısın demedi…” (KÖKA. s. 290).

“Sulfatonun sıtmaya faydası olmaz. Laftır. Evde bizim çocuklarda geçende tutuldular… Sirke aldım, içine birkaç diş sarımsak dövdüm, sabahleyin sopa gücüyle birer bardak içirdim. Biri şuraya devrildi biri buraya… Bir kusma tutturdular tam iki saat… Ne safra kaldı ne sıtma.” (S. s. 271).

7.1.4. Pansumanlar

Yaraların pansumanında sıcak sirke kullanıldığı şöyle ifade edilmiştir: “— Evet! Neden sordun?

— Kesilen iplerden silkinerek kurtulmaya çalıştı. — Nereden çıktınız? Suyolundan mı?

— Suyolundan... Ağır mı yarası herifin?...

— Bilmem! Ağır gibi.. Sıcak sirkeyle tımarladı uzun domuz... Sardı sıkıca... — Bodur namert, bu yaradan, gebermeye gebermez ya, zıplayıp kalkamaz da, tezberi...” (DA. s. 634).

7.1.5. Şişme-Kan Toplama

Çeşitli sebeplerle şişen kan ve irin-iltihap toplayıp apse yapan yaralar eserlerde birbirinden farklı usullerle sağaltılmaya çalışılmaktadır.

7.1.5.1. Hayvan Derisiyle Tedavi

Şişen, kan toplayan yaraların nasıl tedavi edildiği, ağrının yeni yüzülmüş hayvan derisiyle dindirildiği şöyle anlatılmaktadır.

“Sağalma yok... Sülük vuracakmış Deli Balta... Gerekirse kan alacakmış neşteri çalıp...Ayağını yorgandan çıkardı. Küçük damarlardan birkaçı koptuğundan derinin altına kan toplanmış, adamakıllı morarmıştı. İlk günün acıları gerçekten korkunçtu. Yeni yüzülmüş hayvan derisine sararak biraz önünü alabilmişlerdi. Ezilmiş kaslar yüzünden Dalmaklarını oynattıkça hâlâ acı duyuyordu.” (DA. s. 479).

7.1.5.2. Kara Ağaçla Tedavi

Sağırdere adlı eserde incinip şişen diz kapağının nasıl iyileştirilmeye çalışıldığı akıllara durgunluk verecek niteliktedir.

“Çocuk gibi yürüyorum bildin mi ayağım nereye bastığımı bilmiyorum. Şu sol bacak bir kere “garç!” etti. Beş on adım sızladı. Sonra sonra acısı geçti. Eve geldim, yemeğe oturdum. Yemekten sonra hey Allah bağdaşı çözemem… Haftasında şişti. Beni köy doktoruna götürdüler. O zaman köy doktoru: Reşit emmin… Yunan savaşının asker kaçağı… “Karaağaç sarın şiş biraz yumuşasın!” dedi. Karaağacın kabuklarını kaynatıp, ufaladılar, sıcak sıcak sardılar. Birkaç gün geçti geçmedi, taş gibi diz kapağım cıvıdı. Cıvıyınca rahatladım.

—Cıvıyınca rahatladın demek… Pislik bir yere toplandı da rahatladın!

—Rahatladık tamam bildin, pislik bir yere toplandı. Biz rahatlayınca gitmedik Reşit Hoca’ya. Hafta olmadan bacak gene sertelmez mi?

—Pisliği dışarı vermemiştir.

—Vermedi. Beni Reşit Hoca’ya götürdüler. Eliyle yokladı. “Kara ağaç sarın yumuşar. Bu sefer yumuşarsa getirin!” dedi. Üçüncü gidişte baktı ki güzelce yumuşamış, şuraya bıçağı vurdu, işte bıçak yeri. Senin gavur emmin sıktı dizkapağımı. Söyle ceviz kadar bir şey sıçradı çıktı önce. Ardından bir sarı su aktı. Sonra ceviz kadar bir şey daha sıçradı çıktı. Tamam hafifledim. Eski hayvan yularından bir karış didikledi. Katrana tuzsuz yağa bulayıp fitil soktu. Fitil başladı yarayı işlemeye… Çankırı’nın hastane doktoru: “Bunu kim yardı?” diye sordu. Reşit Hoca demedim bir de “Müzevir” dersiniz. Şart olsun söylemedim. Ben yardım beyim dedim. Doktor okulundan çıkmayana doktorluk yasaktır. Mahpusta adam çok şey öğrenir. Emmini büyük cezadan kurtardım.” (S. s. 159).

7.1.5.3. Tavuk Pisliği İle Tedavi

Menüsküs tedavisinde dizin çakı ile kesilip cerahatın boşaltıldığı, kavrulmuş soğan kullanıldığı hastane doktoruna ise güvenilmediği şöyle ifade edilir.

“Ökkeş birdenbire sordu: —Sivas’a gittin mi hiç? —Ben mi?

—Sen ya!

—Hayır gitmedim. Zaten çok uzaklara gitmedim. Askerde de gitmedim… Bu topallık… Başa bela. Diz kapağım ceviz kadar şişti. Yeni evlenmiştik. On yıl oluyor… Ceviz kadar şişti. Köyde çakı ile kestiler. Cerahat aktı. Kestiler cerahat aktı.

—Soğan kızartıp koymadınız mı?

—Koyduyduk işletsin diye… Kar etmedi. —Tavuk tersi bağlamalı

—Bağladık kâr etmedi. Geçen ay doktor sardıydı. Aman doktor, aman doktor kes şu pisliği çıkar, dedim. Sargı koyduk ya dedi. Hastaneden buraya gelince bir öfkelendim. Kan tepeme sıçradı. Söktüm sargıyı anasını sattığım. Bir daha sefere gidince çekişti. Geberir gidersin adam olmazsın hayvan herif diye bağırdı. Şişman hastabakıcı kadın bile güldü halimize. Alçıya vurdular.

—Kesip içini temizlemeden fayda vermez ya! Doktor aklı işte Kim bilir elim kirlenmesin diye mi başından savdı.

—Alçıya vurmak kesmekten daha müşkül.

—Neyse doktor kısmının işine mümkün yok akıl ermiyor.” (DY. s. 47).

7.1.5.4. Tütün, Örümcek Ağı, Taze Kuyruk Altı, Fışkı ile Tedavi

İltihap (irin) tutan, açılan yaranın tedavisinde kullanılan “tütün, örümcek ağı, taze kuyruk altı, fışkı” şifa bulmak için nelere başvurulduğunu, insanların nelerden medet umduğunu apaçık gözler önüne sermektedir.

“… İşte bu sıralarda ayağımızdaki yarayı besbelli doktor iyi saramamış tekrardan açıldı. Tütün bastık, örümcek ağı, taze kuyruk altı, fışkı bağladık olmadı. Cerahati kesilmedi. Şaziye ile evlendiğimizin haftasında kasabadaki Doktor: “Bir kere İstanbul’a git, belki orada iyi ederler” dedi. Yüzünü de sözünün de beğenmedim.Ne de olsa taşra hastanesi, geçti. Ayağımı keserler dedim, kalktım, geldimAli’nin iki gün sonra ayağını kestiler. Bir müddet sonra tahta bacağını sürükleyerek çolak koca istemeyen karısına gidecek.” (DY. s. 152).

7.1.5.5. Zeytin Mucizesi

Zeytinyağının mideye, dövülmüş zeytinin ise burkulmalara iyi geldiği şu şekilde anlatılmıştır.

“Sabahları bir fincan zeytinyağı içmek çok yararlı arkadaş,mideyi temizler, adamı semirtir.” (K. s. 90).

“—Bilek nasıl Yamörenli? —Kötü.

—Çok… Zeytin tanesini döğersin üzerine sardın mı bir şey kalmaz.” (S. s. 308).

7.1.6. Öksürüğün Tedavisi

Öksürüğün tedavisinde ise “naneruhu”nun kullanıldığı Bir Mülkiyet Kalesi’nde açıklanmıştır. Ayak burkulmasının şişkinliği, ağrısı ve tedavisi “Sağırdere” adlı romanda karaağacın kabuklarının kaynatılıp sıcak sıcak o bölgeye sarılması onun pis kanı bir yere çekip toplaması ve akıtılan pis kan yarasının tedavisinde katran ve tuzsuz yağ kullanıldığı şöyle hikaye edilir.

“—Boş lafı bırak. Çineli Yusuf fena öksürüyor. Tabur karargâhına hâlâ bir doktor gelmedi. Şunu alaya mı göndersek?

—Alaya... Fena fikir değil... Alaya gitsin... Yolda ağzından tekrar kan boşanıp düşmezse, naneruhu verirler... Naneruhu... “Kordiyal”. (BMK. s. 383).

7.1.7. Karaçıban (Frengi)’ın Tedavisi

Frenginin halk arasında “karaçıban” diye bilindiği ziftle katranla tedavi edilmeye çalışıldığı şöyle anlatılır.

“ Berber Rıza Onbaşı işi almıştı kaşlarını çatıp;

—Hey Uzun Hoca! Dedi bil bakalım şimdiye kadar bu yiğidi neden yiyip tüketmedi.

—Neye

—Karaçıban düşmüş. Karaçıban dökenlerde bit olmaz. —Pire olur mu sakın!

—Hele sakallı domuz it mi bu?

Berber Rıza Onbaşı Ahmet’e acıdı. Sevabın biraz ziftli merhem verdi. Merhemi şartla vermiş, sorduklarının karşılığını istemişti. Ahmet hiç çekinmeden anlattı.Samsun’da arada sırada bir kötü kadınlara gidermiş. Bununda bu yüzden başı belaya girmiş. Köye gelmesi de orada birini yaraladığından (Anadolu’nun birçok yerinde frengiye vaktiyle Karaçıban derler, ziftle, katranla geçirmeye çalışırlar, ağrısı filan olmadığı için aldırmazlardı)” (KÖKA. s. 19).

7.1.8. Deniz Tutması

Deniz tutmasına karşı “limon yalanması” gerektiği “Göl İnsanları” adlı eserde şöyle anlatılır.

“Dur yahu, unuttum gitti. Sizi Kırklareli’ne kadar, hükümetimiz bedava götürüyor. Motorcular, kayıkçılar para mara isterlerse, bir metelik verme sakın! Bahşiş mahşiş de gerekmez. Ben buralarını Emniyet Müdürüyle görüşeceğim ya… Bahşişi, kavurma tenekelerine saysın teresler!.. Dur yahu! Unutuyordum az kalsın! Bizim hanım tembihledi… ‘‘Deniz yolculuğunu bilmezler. Tutar mutar! Yanlarına limon alsınlar yeterince,’’ dedi, ‘‘çok yemesinler! Baktılar, baş dönmesi başladı.

Limonları yalamaya girişsinler, arasını da hiç kesmesinler!’’ dedi. Haydi, Allah kazadan beladan korusun!

—Sağ ol vali bey!

Çadırları yıktık. Aşiret, vapura tıkıldı.

Vapurun düdüğü, üç kez acı acı öttü. Hışılayaraktan denizin yüzünü köpürterekten geçti gitti.” (Gİ. s. 270).

7.1.9. Zehirlenmeler

Zehirlenmelere karşı sarımsaklı yoğurt yendiği şöyle açıklanmıştır.

“—Babamı vuranlardan biri Vahap derler bir adam üç ay sonra mahpusa düştü. Üçüncü gün kapıya bir çocuk gelmiş bir tava, iki karpuz getirmiş. Vahap’a verilecek deyip savuşmuş. Tavadaki eti sekiz arkadaş yemişler. Yarım saat sonra başlamışlar feryada… Döşemeleri sökecekler, kendilerini yere vuran hangisi, göğsünü, karnını cırmalayan hangisi. Bereket arkadaşlar sarımsaklı yoğurt yetiştirmişler. Doktor koşmuş. “Bunları hastaneye kavuşturun,” demiş. Anladın mı işi… Tavaya ağı koymuşlar… Şimdi geçti, gitti Karı beye sorarım da ‘‘Benim haberim yok” diye yemin eder. Lakin benim yüreğim hala şüphede…” (N. s. 300).

7.1.10. Kalp Yetmezliği

Kalp yetersizliğine karşı vücudun çeşitli yerlerine sülük yapıştırtma işi şöyle açıklanmıştır:

“Olay, Cambaz Kadı’nın ağır hastalığına rastlamış, hırsız Naip de masraf azalır, diye sevinmişti. Açılan yarmayı destek duvarıyla örmeye kalmadan, Katır Molla, doktorun yasağına aldırmayıp, kalp yetersizliğine karşı gövdesinin şurasına burasına ille de şah damarlarına elli tane sülük yapıştırdığından öldü gitti.” (YA. s. 96).

7.1.11. Bebek Sancısının Tedavisi

Çocukların gazını gidermek için afyon kaynatılıp suyunun içirildiği, ateşe esrar atılıp dumanın çocuğa yutturulduğu şöyle anlatılır.

“Kerim bir ağlama tutturdu. Karılar önce buna pek kulak asmadılar. Aman dediler, çocuktur böyle olur; ama günler haftalar geçip oğlanın sesi kesilmeyince Narlıca’yı bir kaygı aldı. Afyon kaynatıp suyunu içirdiler. Kerim bir saat bayıldı

bayılmadı bağırtısı yeniden göğe erişti. Yürek bunaltısını karın ağrısını bıçak gibi kesen ne kadar ot varsa hepsi sıradan geçirildi. Hiçbiri işe yaramadı. Ateşe esrar atıp, dumanına tuttular…” (KÖKA. s. 53).

7.1.12. Avradotu-Adamotu

“Avrat otunun” kadına faydalı erkeğe zararlı; “adamotunun” ise insana çok faydalı olduğu hatta “can otu” diye adlandırıldığı şöyle anlatılır.

“—Nesi oluyor? Kolağasının nesi dedim?

—Anasıymış. Günde yediği, Arabistan’da yetişen adamotu kökünün bir çiğnemi… Benim yüz elli yıldır yaşadığım işte bundan, demiş.

—Adamotunu bildim. Büyülü bir ottur ki eski kitaplar “can otu” diye yazar. Eğer cadı karı can otunu ele geçirdiyse kafanı kessen faydasız.

“Bazı yerlerin suyunda “avrat otu” olurmuş. Narlıca suyu da avrat kısmına gayet yarayışlı. Bir yerin suyunda “avrat otu” varsa oranın suyu erkek kısmına iyi gelmez. Narlıca heriflerinde bet beniz neden kara sıtmaya tutulmuşlar gibi yeşil-sarı bakalım? Suyuna avrat otu karışmış ondan.” (YÇY. s. 122).

7.1.13. Ruh Hastalıkları

Sinir hastalığının dualarla, tütsülerle, atkestanesinden yapılmış tesbih ise İsm-i azam duası İsm-ile tedavİsm-i edİsm-ilmeye çalışıldığı “Köyün Kamburu” adlı eserde şöyle açıklanmıştır.

“Ahmet’in biraz durgunlaştığı sıraları kollayarak türlü düzenler tütsüler yaktı. Bu tütsüleri Serendipteki Hz. Adem türbesinden getirmişti. Ahmet kaç para… İstanbul’un Toptası tımarhanesindeki bütün zırdelileri yarım saate uslandırır diyordu tütsü fayda vermeyince Uzun Hoca padişah’ın baş imamıydı. Ele geçirdiği Magribi Yasin sarıldı. Gecelerce okudu. Bir yandan da sıtmanın iyice güçten düşürdüğü sıralarda gözleyip herifi muskalarla donattı. İçine peygamber mühürleri erittiği sularla Ahmet’e büyüklü küçüklü abdestler aldırdı. Bunlar bir başkasına yapılmış olsaydı, öfke şurda kalsın adamın dili dişi kitlenir, herif yedi yıl ağzını açamazdı. Allah’ın işi canım Parpar’ın öfkesi bana mısın demedi. Sıtmasını biraz savuşturan herif dışarıya ilk çıktığı gün az kalsın sığırtmacı sopayla öldürüyordu.

Uzun Hoca gene de yüreğini bozmadan Amasya’dan atkestanesi ısmarladı. Bunlardan beş yüzlük tesbih yaptı. Bir gün nasılsa razı edip Ahmet’i önüne oturttu. Tayı dizgine alıştırır gibi okşaya okşaya koca tesbihi iki yüz defa başında aşırarak herifi İsmi Azam duası ile nefesledi…” (KÖKA. s. 16).

7.1.14. Diş Ağrısının Tedavisi

Diş ağrısı ve diş tedavisi için “Göl İnsanları” adlı eserde zikredilen ifadeler oldukça enteresandır…

“Yemeğin yarısında Ağazade Mustafa’nın diş ağrısı tuttu. Yanağını eliyle kapatarak dışarı çıkınca Hamdi söylendi:

—Şu domuzu çektiremedin. Geçenlerde Terkos köyünde, hazır buradayız berber Sadık Baba alıvarsin, dedim kulak asmadın.

Mustafa dışardan cevap verdi. —O zaman ağrısı kesilmişti. Deli İbrahim:

—Ağrıyan diş kelpeteni görünce siner, dedi. Akılcığı ere sanarsın. Şuna biraz çay kaynatalım. Sıcak, sancının panzehiridir. Ne dersin Hamdi Ağa? (Gİ. s. 22).