• Sonuç bulunamadı

Halk Veterinerliği (Baytarlığı) ve Zoolojisi

KEMAL TAHİR’İN ESERLERİNDE HALK BİLİMİ UNSURLARI 1. DİL ANLATIM

6. HAYATIN DÖNÜM NOKTALARI İLE İLGİLİ GELENEK VE GÖRENEKLER GÖRENEKLER

7.2. Halk Veterinerliği (Baytarlığı) ve Zoolojisi

Kemal Tahir’in eserlerinde veterinerliğe çok fazla yer verilmemiştir. Atlarla ve koyunlarla ilgili birkaç rahatsızlığın tedavisi dile getirilmiştir. Halk baytarlığı kavramı “Türkiye’nin Somut Olmayan Kültürel Mirası” adlı eserde: “Anadolu halkının veteriner olmadığı zamanlarda ya da veterinere ulaşamadığı durumlarda ya da gitmek istemediklerinde hayvanlarını hastalıklardan korumak veya tedavi etmek için başvurdukları uygulama ve pratiklerin tümüne halk baytarlığı denmektedir.” (Oğuz 2008: 171). şeklinde açıklanır.

“Körduman” adlı eserde boğazına sülük yapışan atın öksürmesi ve bunun tedavisi şöyle hikaye edilir.

“Köse nalbant’ın uykusu dağılmıştı. Nazlıkız’ın neden öksürdüğünü anlayınca sağ kolunu sıvadı. Eline bir parça tuz ekti. İsmail’le Mustafa kısrağın çenesini açtılar. Tuzu görünce yapıştığı yeri bırakan koca sülüğü köse demirci çekip şu yana atıverdi.” (K. s. 170).

Çoban Ali ile kuyrukçusu Kör Ahmet’in aralarında geçen şu diyalogtan kuyrukçunun sınava çekildiği görülür. Bu sınavda koyunların bazı rahatsızlıkları ve onların tedavisi ile ilgili sorulara kuyrukçu Kör Ahmet doğru cevap verir ve Çoban Ali’den tam not alır.

“—Hayvan bulanık ağrısı olursa, ne yaparsın? —Kavun veririm, sarımsaklı yoğurt veririm. —Kelebek illeti olduğu nasıl anlaşılır?

—Duvarın gözünden… Gözündeki damarlar sararır.

—Pekala… Bunu da bildin, aferin… Şimdi gelelim dalak olunca…

—Dalak olunca… Sürü, dereye çaya vurulur, sudan birkaç kere geçer… Akıntıya doğru yürür de, zorlamasıyla dalağını eritir hayvan… Silahın varsa atar, korkutursun. Sağa sola koşturması da faydalı. Elli hayvan kırılacaksa, yirmi, otuz baş ölür.

—Yiğit çoban davarın doyduğunu nereden bilecek? —Tren gibi bağırır da ondan…” (Gİ. s. 71).

Hayvanlarla ilgili olarak koyunların otlatıldığı yayla güzergahı, yoldaki tehlikeler, hayvan hastalıkları çoban ile iletişimleri çobanın kazancı gibi konular “Göl İnsanları” ” adlı eserde uzun uzun anlatılmıştır.

“Sürü tepeye çıkınca, Ali hiç yerinden kımıldamadan: ‘‘Kis!’’ diyerek, hayvanları geri çevirdi. Sardığı sigarayı yakıp kibrit çöpüyle dişlerini karıştırarak Kör Ahmet’e döndü. Boş oturdukları zamanlarda, kuyrukçularını imtihan etmek boş çobanların adetiydi.

—Say bakalım Ahmet, dedi, Ilgaz’dan İstanbul’a kaç konak var?

Kör Ahmet, yüzükoyun uzandığı yerden dizleri üstüne toplandı, saymaya başladı:

—Ilgaz, Osman gölü, Ambar dere, Hamamlı, Kurt gölü, Gerede, Kamburun Değirmeni, Bolu…

—Oldu mu ya… Kamburun Değirmeni’nden Bolu’ya beygirle mi geçtin? —Ha… Dur ağa… Kamburun Değirmeni… Kamburun Değirmeni…

Ali sigarasını ağır ağır ağzına götürdü. Kendisi de derhal bulup çıkaramadığı için titizlendi. ‘‘Akıl başka yerde olunca adam şaşırıyor,’’ diyerek,

içinden saydı: ‘Hamamlı, Kurt gölü, Gerede, Kamburun Değirmeni…’’ hatırlayarak, yüksek sesle ilave etti:

—Köroğlu Devretti.

Kör Ahmet, ustasının durakladığını fark etmemişti:

—Ha… Sahi, dedi, öyle ya… Köroğlu Devreti, sonra Çaytut, Bolu, Yumlutepe, Devebağırtan, Daryeri, Düzce, Karasu, Akcami, Hendek.

—Aferin Kuyrukçu.

—Hendek, Kargalı, Yağbasan, Çatalköprü, Tersyeri, Adapazarı, Serverin, Çağgölü, Uzun tarla, Kirazoğlu…

—Aferin, bellemişsin… Yeter… Yiğit çobanın gözü en fazla nerede açık olacak, bil bakalım?

—Yiğit çoban; Bandır, Çumçöllü, Hamamlı’da gözünü açacak. Buralarda davar hırsızları ziyadedir. Sürü yoluna çukur kazarlar, üstüne çırpı örterler, koyun içine düşer, kalır.

—Hayvan bulanık ağrısı olursa, ne yaparsın? —Kavun veririm, sarımsaklı yoğurt veririm. —Kelebek illeti olduğu nasıl anlaşılır?

—Duvarın gözünden… Gözündeki damarlar sararır.

—Pekala… Bunu da bildin, aferin… Şimdi gelelim dalak olunca…

—Dalak olunca… Sürü, dereye çaya vurulur, sudan birkaç kere geçer… Akıntıya doğru yürür de, zorlamasıyla dalağını eritir hayvan… Silahın varsa atar, korkutursun. Sağa sola koşturması da faydalı. Elli hayvan kırılacaksa, yirmi, otuz baş ölür.

—Yiğit çoban davarın doyduğunu nereden bilecek? —Tren gibi bağırır da ondan…

İkisi de güldüler.

—Gelelim sürüye sesine nasıl alıştırırsın?

—Tokluları teslim aldık mı, bir iki ay uğraşırım. Yere halı, kilim, çuval sererim. Üstüne bulgur, yarma saçarım. Sürüye: ‘‘Dadaaa!’’ diye bağırırım. Gelip tane yemeye alışırlar. Gide gide, tane istemez. Sesinle idare olur.

—Bunu doğru bellediğim iyi oldu. Çobanlıkta sesine sürü alıştıramadan da ayakla çevirmeye başladın mı, aldığın parayı, kunduraya, çarığa verirsin. Aferin

çoban oldun sayılır Ahmet; artık seneye bir kuyrukçu bulur, İstanbul’ a tek başına gelirsin.

—Daha nede usta? Kör Ahmet, önüne bakarak gülümsedi. Daha çok seninle gelip gitmek lazım.

Çoban Ali içini çekti:

—Artık bize bakma… Bu son seferimiz… Evleniyoruz, duymadın mı? Osman gibi, Rıza Bey’e ortakçı gidiyoruz.

Kör Ahmet sevindi. On dokuz yaşındaydı. Beş seneden beri kuyrukçuluk ediyor. Ayda on iki lira alıyordu. ‘‘Beni baş çoban tutar mı Rıza Bey?’’ diye düşündü. Baş çoban olursa, ayda yirmi lira alacaktı. Sürünün başında yedi ay dolaşıyorlardı, ustasına belli etmeden parmaklarıyla hesapladı. Demek, yedi ayda yüz kırk lira kazanacaktı. Her on günde bir okka yağ, bir hak bulgur, tiryaki isen tütün tayını beye ait. Kendisinden küçük dört kardeş daha vardı. Babası bu habere kim bilir ne kadar sevinecekti.” (Gİ. s. 69-70-71-72).

“Yedi Çınar yaylası” ” adlı eserde Kenan’ın aldığı dillere destan olan kısrakla ilgili olarak şu ifadeler yer almaktadır:

“Herif hayvanın sağrısına (kalçasına) iki şaplak indirdi. —Hemedan… Hemedan… dedi.

Hayvanın soyunu söyleyecek aklı sıra… Essahtan Hemendan ise… Dur bakalı! Boyu fena değil… Ayakları özürsüz. Bileklerinin inceliğini görsen, bu gövdeyi bu bilekler çekmez ne mümkün, dersin. Körpe kız bileği yanında halt etmiş… Say ki ısmarlayıp balmumundan döktürmüşsün. Tırnaklar tımarlı… Nalları gümüş gibi parlamakta.

Bedevi şeyhin dediklerini Abdülfettah bize çevirdi:

—Bir suyla on sekiz saat yol keser. Bir avuç arpayla on sekiz saat gider. Yirmi batman4 yük ver üstüne bin… On sekiz saatlik yaya yolunu sana hiç terlemeden dört saatte alsın.(….)Gececiliği Şam’dan Basra’ya kadar nam salmıştır… Pusulara yarım saat kala dayanır kulağını kessen bir adım atmaz. Gece vakti evi, çadırı it gibi bekler. Sahibi vurulunca omuzlayıp ordunun içinden çeker çıkarır. Çarpışmalarda yere yatıp sana siper olur. Üstündeyken silaha davransan kafayı dikip tüfeğe destek

verir. Bedevi şeyhi bu lafların sonunu nasıl bağlasa iyi, Davavekili? Vallah billah yaşı on yedi… dedi kesti.(….)Arap atı ne demek? Bunlar kırk yaşına kadar bütün dişlerini başlarında taşırlar. Hem de yarış olmacasına.(…)Denemesi bedava! Yirmi batman yük sarıp sınayacağız. Eşkinine, rahvanına, dizginine, dört nalına huyuna muyuna bakarsınız…” (YÇY. s. 182-183).

Yine atlarla ilgili olarak teferruatlı açıklamalar “Namusçular ” adlı eserde şöyle zikredilmektedir.

“—Demek asıl hayvandı?

—Birader, Urfa’da bir aşiret reisiyle ortak almışlardı. Tabi benim Ceylan’ı değil. Ceylan’ın validesini. İki ayağı biraderin, iki ayağı reisin. Ceylan ikinci tayıdır. Henüz üç yaşında olduğu halde, iki koşu aldı.

—Cinsi nedir? —Selakir.

—En iyi cins bu mudur?

—Evet… En güzel cinsi Hemedani’dir. Sonra Küreyşan, Maneki, Cinfi, Ubeydan gelir. Benim tayın arka sol ayağı beyazdır. Malum ya, ilerdeki sağ, arkadaki sol beyaz olursa uğursuz sayılır. Kasıkta kıvırcık bir kıl varsa netameli. Kuyrukta bükülü kıl, eve ziyanı dokunur. Böyle hayvanı ne kadar koşturur ezersen, yani hayvan ne kadar yorulup terlerse evin düzeni, o kadar bozulur.

—Pekala demin bahsettiğiniz cinsleri nerden bilirsiniz? —Şeceresinden.

—Şeceresini doğru söylerler mi?

—Arap şeyhleri kafalarını kesseler yalan söylemezler. Şecereye hile karıştırmak namussuzluktur. Bizim o taraflarda bey, at satmakla bedhahlık yapıldığı duyulmamıştır. Ucuz bir şey değil ki… Asilzade bir kısrağın bir tek ayağı 150 madeni liraya alınır. Bir tek ayak. At sahibine götürdüğün hediye, yalvarmak için döktüğün dil de caba…

—Pekala… Bir tek ayak nasıl taksim edilir.

—Ayağını aldın mı kısrak sende durur. Lakin ilk tay satanın malıdır.” (N. s. 245-246).