• Sonuç bulunamadı

Daha önce de belirtildiği üzere sözlüklerde “bağlılık”, sevgiyi sürdürme, sevgi, dostluk bağlılığı” gibi anlamların yanında bir şeyi yerine getirmek, sözünde durmak ve sevgide süreklilik ve bağlılık gösterme” anlamlarında da kullanılan vefa kelimesi tasavvufta a) Ruhu gaflet uykusundan uyandırmak, zihni dünya dağdağası ile meşgul etmemek; sözde samimi olmak, ruhun dürüstlük içinde bulunması. b) Ezelde, Bezm-i elestte Allah’a verilen söze, misaka bağlı kalmak. c) İnsanlara verilen ahdi korumak (ahde vefa). d)Ezeli inayet. Kur’an’da “Bana verdiğiniz ahde vefa edin ki, size verdiğim ahde vefa edeyim (Bakara 2/40) buyrulmuştur. Yapılan âkidlere ve verilen âhidlere sadakat ve vefa temel bir ilkedir (Uludağ, 1991, s.515-16). Ethem Cebecioğlu da Tasavvuf Terimleri Sözlüğü adlı çalışmasında vefa kelimesinin Arapça kökenli bir kelime olduğuna vurgu yapar ve şöyle der:

“Vefa bir şeyi yerine getirmek, vefalı olmak vb. gibi anlamları olan bir kelime. Kur'ân-ı Kerim'de "Bana verdiğiniz sözde durunuz ki, size verdiğim sözde durayım." (Bakara/40) âyetiyle ifadesini bulan bu terim, Allah'a

"elest" toplantısında verilen sözü yerine getirmeyi gösterir. Buna, vefa bi'l-ahd de denir. Bu, avam tabakasının, müjdeye rağbeti, tehditten korkması sonucu yaptığı ibadetle olurken, havassınki, rağbet, korku veya bir bedel beklemeksizin, emre sırf emir olması bakımından verdiği sözde durmak şeklindedir. Havassû'l-havassın vefası, güç ve kuvvetten uzak kalmak suretiyle. Muhibbinki de kalbine Allah'tan gayrısını sokmamak şeklindedir.

Kulluk vefasının esaslarından biri de noksanlığın kendisinden çıkıp kendine döndüğünü görmek, Rabbinden başkasını olgun (kemalli) bulmamaktır” (Ethem Cebecioğlu, TTS)

Yukarıdaki tanımlara bakıldığında vefa kelimesinin anlam dünyasının katmanları içinde “ahlak” ile ilgili kuvvetli bir ilişkisinin olduğu da bir gerçektir. Daha doğrusu “vefa ahlakı” olarak ifade edebileceğimiz bir ahlaktan da bahsetmek mümkündür. Özellikle dinî/tasavvufî literatürde vefa ile ahlak arasında ilgi kurulduğu görülmektedir. Çünkü kişinin başta Yaratanı olmak üzere, ebeveynine, akrabalarına, arkadaşlarına karşı takınacağı tavır, onları hatırlamak, unutmamak ve unutturmamakla

HZ. MEVLÂNA’YA VEFA

yakından ilgilidir ve bu tutum ve davranış aynı zamanda ahlakî bir duruşu da göstermektedir.

İnsanoğlunun öncelikli olarak vefa göstermesi gereken onu yaratan Allah’tır. Dahası ezel gününde yarattığı ruhlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (el-A’râf, 172)” sorusuna ruhların verdiği “Kâlu Belâ/Evet sen bizim Rabbimizsin” cevabı bir ahittir ve bu ahdin gereği de O’na karşı her durumda vefalı olmaktır. İnsan ruhlar âleminden bu dünyaya gelince, nefsanâ ve dünyevî arzu ve isteklerin peşine kapılmış ve Ezel gününde kendisini Yaratan’a karşı verdiği sözü unutmuş; bu şekilde ahdine vefasızlık yapmıştır.

Bu ikrar hususu, Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyetini ve insanların kulluğunu kabullenmeyi ifâde eden bir ahitleşmedir. Bunu kabûl eden, ikrârında sadâkat gösterip kulluğunu hayâtı boyunca en güzel şekilde devâm ettirmekle vefakârlık göstermiş olur. Çünkü bu vefakârlık için sâdece ikrar kâfî değildir. Bu kabullenişin doğurduğu bir takım aklî ve vicdânî mükellefiyetler vardır. Bunlar da Allâh’ın emirlerine riâyet ve nehiylerinden kaçınmaktır.1

Kul Rabbine verdiği ahdi, ancak o ahdin gereklerini birer birer yerine getirdiği zaman vefa sahibi olmuş olur. Kul bu dünya hayatını yaşarken

“Ezel Gününde” Rabbine verdiği sözü yerine getirme sürecinde kendisini birbirine zıt iki yol arasında bulur. Yollardan biri nefsin kontrolünde, diğeri ise ruhun kontrolündedir. Kul eğer ahdine sadık kalıp vefalı olmak istiyorsa, aklını ruhun emrine verip meleklerden bile üstün bir duruma gelir, yok eğer ahdini unutup aklını nefsinin emrine verir ve mâsivânın rüzgârına kapılırsa bu sefer de nefsinin kontrolüne girerek hayvandan da aşağı bir seviyeye düşer. Buradan çıkan sonuca göre vefalı olup olmamak tamamen elimizde ve aklımızla, irademizle ilgili bir durumdur.

Mevlâna’nın da sık sık belirttiği gibi vefalı olmak akıllı adam işidir. Mevlâna Hazretleri Mesnevî’nin 4. Cildinde bu durumu kendi üslubunca şöyle anlatır:

Ahmağın, bir belâya uğrayınca nadim olup ahdetmesinde bir vefa

1 https://www.islamveihsan.com/vefa-nedir-kimlere-gosterilir.html 18.11.2019-15:00

HZ. MEVLÂNA’NIN 747. VUSLAT YIL DÖNÜMÜ ANISINA

yoktur. “Onlar tekrar dünyaya döndürülseler yapmayın diye nehy olundukları şeyleri yapmaya başlarlardı yine.. onlar yalancılardır.” Subh-ı kâzibin vefası olamaz! Akıl, ona diyordu k: Ahmaklık, seninle değil mi?

Ahmaklıkla ahde vefa edilmez. Ahitlerde vefa etmek, akılla olur... sense aklın yok a eşek değerli! Akıl, ahdini hatırlar... âkıl, unutkanlık perdesini yırtar (C.4.2285-2589).

Kulun ikinci olarak vefa göstermesi gereken, âlemlere rahmet olarak gönderilen, her fırsatta “ümmetî ümmetî” diyen ve bizi bizden daha fazla düşünen Hz. Peygamber’dir. Bizim O’na karşı göstereceğimiz vefa onun sünnetine sıkı sıkıya sarılmak ve bizi ebedî mutluluğa götürecek rehberliğine nankörlük etmemektir.

Mevlâna, insanları vefa açısından değerlendirdiği zaman sadık âşıkları ayrı bir yere koyar. Ona göre vefa, gerçek âşıkların işidir. Mevlâna gerçek âşıklara, ilahî aşka mensup âşıklara seslenerek dostun (Allah’ın) yolunda doğruluktan ayrılmayın, yanlış yollara sapmayın. Çünkü sizin içinizde vefasızlığı reddeden, ezelde verilmiş mutlu bir söz, bir ahd vardır (C. VI, 2837). Sorun tam da burada, bu cümlelerde kendisini gösteriyor.

Mevlâna’nın sizin içinizde vefasızlığı reddeden ezelde verilmiş mutlu bir söz, bir ahd (Sen Bizim Rabbimizsin) vardır. Ne mutlu bu ahdi her daim unutmadan yaşayan Allah yolunda doğruluktan ayrılmayan ahdine vefa gösterenlere!...

Mevlâna’ya göre kişi muhatabına verdiği söze, yemine her ne olursa olsun vefa göstermeli, ahdini bozmamalıdır. Çünkü ahdi bozmak nefse uymanın bir sonucudur ve bu durumda akıl devreden çıkmış; kişi ahmaklıkla baş başa kalmıştır. Kişinin yeminine vefa etmesi ve yemininde durması gönlünde mâsivâdan eser olmayanın temiz kişinin işidir. (C.2.

2875).

Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı fâş etme.

Köpeklerin âdeti vefakârlıktır. Yürü be, bari köpeklerin adını kötüye çıkarma derler. Ulu Allah bile vefakârlıkla öğündü de “Bizden gayrı ahdine kim vefa eder ki?” dedi. Hakları reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar vefakâr ol. Bil ki bu vefa, vefasızlığın ta kendisidir. Çünkü hiç kimse Allah hakkından daha ziyade hak sahibi değildir ki (C.3. 320).

HZ. MEVLÂNA’YA VEFA

Mevlâna vefalı kimseleri/varlıkları tanımlarken onların tertemiz ve safa içinde olduklarını belirtir. Bu bağlamda vefa ile gönül arasında da ilişki kuran Mevlâna bir beytinde Allah’ın kuluna karşı vefasının gönülde zuhur ettiğini, bedenin ise hakikat yolunda topal olduğunu anlatır. Beden, nefs ve ruhtan meydana gelen insan, bir yönüyle cismani, bir yönüyle ise rahmanîdir. Gönül, gerçek anlamda ilahi tecelli mekânı olacaksa, içinde cismani/dünyevi bir şey barındırmamalıdır. Bedenin hakîkat yolunda topal oluşundan, gönlün de hızlı gidişindendir ki, Allah sırrı bedenden zuhur etmez de onun vefası, mürüvveti hep gönülden belirir. (C.1.200)

Mevlâna, vefa açısından kendisini tanımlarken “Ben vefasız değilim!

Kıyamete kadar benim sevgilim budur. Benim işim gücüm de mest olmaktır, ne harap olmaktır. (c.I, 342)” diyerek kıyamete kadar sevgilisine sadık kalacağını belirtir. Demek ki vefa günübirlik, şıpsevdi bir tutumla sevgili değiştirmek değil, sevgiliyi ölene kadar hatta kıyamete kadar sahiplenmek demektir. Vefanın ölçüsü Mevlâna tarafından bir şekilde ortaya konulunca, bu ölçünün dışında kalanların vefasız olarak nitelenmesi gerekir.

Dîvân-ı Kebîr’de geçen vefa/vefasız ile ilgili unsurları tespit ederken, önce Mevlâna’nın Mesnevisini sonra da kimi divan şairlerinin bu kelimeyi kullanma sıklıklarını araştırarak bir durum tespiti yapmak istedik.

Bu bağlamda Mevlâna’nın Mesnevisinde vefa/vefakâr/vefasız/vefalı kelimelerinin kullanım sıklıkları incelendiğinde toplam 102 kullanımın sadece ikisinde (vefa tohumu C.2/2565 ve vefa ağaçları C3.4388)” biçiminde bir imgesel kullanım tespit edilmiştir.

DÎVÂN-I KEBÎR’DE VEFA İLE İLGİLİ TEŞBİH VE TASAVVURLAR