• Sonuç bulunamadı

4. İlgili Çalışmalar

1.2. Bilişsel Gelişimin Temel Kavramları

1.2.6. Gerçekçilik

Piaget, çocuk gerçekçiliğini ‘ben’ ve diğerleri arasında ayırım yapmada ilk başarısızlıklara işaret etmek için kullanmıştır. Bundan önceki çalışmalarında çocuk düşüncesinin biçim ve işleyişini sunmaya çalışırken bu çalışmada, çocukların ayrı bilişsel gelişim dönemlerinde doğal bir yolla kendilerini ve hayatı nasıl tasarladıklarını tespit etmeye çalışmıştır. Gerçekçiliği araştırırken de eşzamanlı uygulanan bazı ölçütler kullanılmıştır. (Piaget, 1928, 1929, 1932). İlk yöntem, iki koşulu karşılayacak biçimde düzenlenmiş deneylere tabi tutmaya yönelik “testler” yöntemidir. Test yöntemi ile birlikte, testin değerlendirmeye imkan vermeyen alanları için doğrudan gözlem yoluna başvurulmuştur. Test ve gözlemin ölçmede zayıf kaldığı noktalar için de üçüncü bir yönteme başvurulmuştur: Klinik yöntem.

Piaget, çocuğun sosyalleşmeye direnen ve doğuştan gelen benmerkezciliği sebebiyle, sözlerini inandırmaya ve kanıtlamaya çalışmadığını iddia etmiştir. Çocuk,

herkesin kendisi gibi düşündüğünü zanneder ve ortak gerçeklere uymaya çalışmaz. Bu nedenle Piaget için öncelikle çocuğun kendi ‘ben’i ve dış dünya arasına koyduğu sınırı belirlemek gereklidir. İnceleme alanının sınırsız olduğunu belirten Piaget, çok belirgin bazı olguların analiziyle inceleme alanını sınırlamıştır. (Charles, 2003: 31).

Çocuğun, düşüncenin belirgin özellikleri konusunda neler bilebileceğini, soru sorma tekniği ile ortaya koymaya çalışan Piaget, gerçekliğe ilişkin üç düşünce aşaması tespit etmiştir. Bu çalışmada, çocuğa iki soru yöneltilmiştir: “Sen düşüncenin ne olduğunu biliyor musun?”, “Sen buradayken ve evi düşünürken yada tatili veya anneni düşünürken bir şey düşünmenin ne anlama geldiğini biliyor musun?” Çocuk bunları anladığında devam edilir: “Peki insan neyle düşünür?” Çok ender durumlarda, çocuk bu soruyu anlayamazsa soru açılır: “Yürüdüğünde ayaklarınla yürürsün. Peki düşündüğünde nerenle düşünürsün?” Cevap ne olursa olsun, bu sözcüklerin altındakileri anlamak için ısrarcı olunur. Nihayet bir insanın onu öldürmeden başını açtığımız takdirde düşüncenin görülüp görülemeyeceği, ona dokunulup dokunulamayacağı ya da parmakla hissedilip hissedilemeyeceği sorulur. Yine “bir kuş (balık, köpek, tavuk, salyangoz, at vb.) düşünebilir mi? “Neresiyle düşüne bilir?” gibi sorular sorulur. (Piaget, 2010: 38).

Piaget’nin tespit ettiği düşünce aşamalarının birinci düzeyinde çocuk, insanın “ağzıyla” düşündüğüne inanır. Düşünce sesle tıpatıp aynıdır. Çünkü söz “ben”in bir etkinliğidir. Düşünme olgusunda hiçbir özenlik yoktur. Bu düzeyde çocukların yaş ortalaması altıdır. İçsellik ve dışsallık arasında açık bir ayrım yoktur. Çocuklar düşünceye dış özgünlük mal ederler. Çocukların çoğu düşünceye ilişkin iç etkinliğin farkında olamamışlardır. İkinci düzeyde de düşüncenin hava, rüzgar, soğuk ve hatta karından çıkan dumanla (nefesle) özdeşleştirdiği görülmüştür. Bu çocuklar düşüncenin içselliğini kabul etmezler. Çocukların çevrelerindeki yetişkinlerin sistematik etkisi söz konusudur. İkinci düzeyin yaş ortalaması ise sekiz yaş civarındadır. (Piaget, 1971). Yaş ortalaması 11-12 olan üçüncü düzeyin belirgin özelliği, düşüncenin maddilikten soyutlanmasıdır.

Piaget’ye göre çocuk gerçekçiliği ile ilgili bir konu da rüyalardır. Belli bir yaşa kadar rüyanın dışsal görünümü, dışsallığın kendisinden ayırt edilememektedir. Rüyada görülen resmin nesneden ya da bu resmi temsil eden kişiden geldiği kabul

edilmektedir. İnsan rüyasında okulu gördüğünde, rüya “okulda”dır, aynı şekilde insan güneşi düşündüğünde, düşündüğü sözcük ya da ad “güneş”tedir. Böylelikle rüya ve rüyada görülen eşya karışır. Piaget bu çalışma ile çocukların, işaret ve gösterileni ya da zihinsel nesne ve gösterdiği nesneyi karıştırdıklarını, ayrıca ikinci bir karışıklık olarak da, iç-dış karışıklığı yaşadıklarını tespit etmiştir. (Steiner, 1974). İç-dış ayrımının da ancak 11 yaşına doğru çocuğun, rüyanın maddi bir imge değil sadece bir düşünce olduğunu kesinlikle anlama noktasına gelebileceğini iddia etmiştir.

Piaget’ye göre çocuk gerçekçidir çünkü düşüncenin nesnesine bağlı olduğunu, adların adlandırılan nesnelere bağlı olduğunu ve rüyaların da dışarıdan geldiğini düşünür. Bu nedenle çocuğun gerçekçiliği, spontan ve dolaysız bir eğilimle ilişkilidir; işaret ve işaret edilen, iç ve dış, psişik ve fiziksel olanı karıştırır. “Ben” ve dış dünya arasındaki sınır çocukta bulanıktır. Piaget’ye göre, her ne kadar çocukta çoğu zaman çok ayrıntılı, kurnazlık dolu ve her durumda güçlü bir duygusal yaşama tanıklık eden bir psikoloji görülse de, bu sezginin bir paradoksu vardır. (Piaget, 2010: 112). Bilincin, verilerinin doğru algılanmasına rağmen, bu verilerin kazanıldığı yol konusunda bir bilince sahip olamamasıdır.

Piaget, gerçekçiliğe ilişkin yaptığı tüm araştırmaların neticesinde şu genel değerlendirmeyi yapmıştır: Çocuğun düşüncesi gerçekçidir. Akıl yürütme biçiminde çocuk, başkalarının düşüncelerinden az ya da çok habersiz biçimde sadece kendisi için düşünür. Mantık bağlamında çocuğun her şeyi kendi görüşüne indirgemesinin nedeni, herkesin kendisi gibi düşündüğünü sanması ve mümkün olabilecek tek görüşün kendi görüşü olduğuna inanmasıdır. İnandırmak gibi bir sorunu ve ihtiyacı olmadığından konuşurken kanıt gösterme zorunluluğu hissetmez. Çocuk kendi doğrusunu oluşturduğu gibi, kendi gerçekliğini de oluşturur. Kanıtlama zorunluluğu gibi bir şey düşünmediği gibi nesnelere karşı direnme gibi bir düşüncesi de yoktur. Kanıt göstermeye gerek duymadan düşüncelerini söyler ve emir verme konusunda sınır tanımaz. Akıl dışılığın ve doğrudan inancın kökeninde aynı benmerkezci inanç vardır: ‘Ben’in dış dünyayla karışması. (Piaget, 2010: 146).