• Sonuç bulunamadı

3 SOĞUTMA SUYU 4 METEORLOJİ

ELEKTRİK YÜKSEK GERİLİM BAĞLANTI HATLARI

2.3 TÜRKİYE’DE 1988 – 2018 DÖNEMİ .1 Akkuyu Nükleer Santralı

2.3.4. Geleceğe Bakış

Önceki bölümlerde ayrıntı olarak açıklandığı gibi, Türkiye’de nükleer santral kurma çabalarının yoğunlaştığı 1971-1986 döneminde nükleer enerjiden barışçı amaçlarla yararlanılması bakımından çok daha uygun bir ortam vardı. Petrol krizi sonrasında, tüm dünyada yakın gelecekte elektrik üretiminde nükleer santralların yegane çözüm olacağı kabul ediliyordu. Henüz 3 büyük kaza olmamıştı ve nükleer reaktörlerin tehlikeli olduğu endişesi yoktu. Rüzgar, güneş, jeotermal enerji gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının 20-30 yıl geçmeden elektrik üretiminde önemli bir pay alamayacakları görüşü hakimdi.

Kısa bir süre önce, sembolik de olsa ilk nükleer santralın temelinin atıldığı bir dönemde, şartların çok daha elverişsiz olduğu görüşü ön plana çıkmaktadır. Türkiye’de nükleer santraller kurulmasına karşı olan bazı görüşler ileri sürülmektedir. Aşağıda bazı önemli hususlar ele alınmakta ve gerçekte ne gibi gelişmeler beklenebileceği araştırılmaktadır.

Soru: Artık gelişmiş ülkelerin bazılarında yeni nükleer santrallar kurulmamakta,

işletme ömrünü doldurmuş olan üniteler kapatılmaktadır. Bu ortamda Türkiye’nin nükleer santraller kurmaya başlaması doğru mudur ?

Cevap: Dünya’da işletilmekte olan nükleer reaktörlerin sayıları Tablo 9 ve Tablo 10'da

gösterilmiştir. Görüldüğü gibi, işletilmekte olan ünite sayısı Şubat 2012 de 437 iken Nisan 2018’e kadar, az da olsa, 455'e yükselmiştir. 2011 yılında meydana gelen Fukushima kazasının yarattığı olumsuz etki nedeniyle F.Almanya, Belçika, İsveç, İsviçre gibi ülkelerin 30-40 yıldan beri elektrik üretmekte oldukları, işletme ömürlerini dolduran üniteleri kapatmalarına karşı, Çin, Hindistan, Güney Kore gibi nükleer santral kurmaya geç başlamış ülkelerde hızla yeni üniteler kurulmaya devam edilmektedir. 2019 yılı itibarıyla toplam 55 yeni ünite inşa halindedir Tablo 11 ve Şekil 6'da 2008 ile 2017 yılları arasında yeni işletmeye açılan nükleer reaktörler gösterilmiştir. 2015 ve 2016 yıllarında onar yeni ünite işletmeye girmiştir.

A.B.D. de, 20 yılı aşan bir aradan sonra, 2016 yılında yeni bir ünite işletmeye açılmıştır; 4 reaktörün inşaatına devam edilmektedir. İngiltere’de 4 yeni ünitenin kuruluşuna başlanması için karar alınmıştır. A.B.D., Kanada ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde işletmede bulunan bazı yaşlı ünitelerde gerekli revizyon ve iyileştirmeler yapılarak işletme ömürlerinin 60 yıla çıkarılması yönünde çalışmalar yapılmaktadır.

Özetle: Son yıllarda, Fukushima kazasının etkileri azaldıkça, nükleer alanda yeniden bir

hareketlenme dikkati çekmektedir.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) tarafından 2014 yılında gerçekleşen değerler ve geçmiş 40 yıllık dönem için yapılan tahminler esas alınarak, dünyanın gelişmişlik düzeyine göre farklı bölgelerinde 2050 yılına kadar yapılan nükleer güç tahminleri Tablo

14'de gösterilmiştir [31]. Görüldüğü gibi, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa gibi gelişmelerini

tamamlamış ülkelerde elektrik üretiminde çok az artışlar olacağı ve toplam nükleer gücün 2030 dan sonra azalabileceği tahmin edilmektedir. Doğu Avrupa’da elektrik üretimi ve toplam nükleer güç, az da olsa, artmaktadır. Latin Amerika ve Uzak Doğuda artışlar nispeten sınırlıdır. Buna karşılık, az gelişmiş Afrika, Orta Doğu ve Güney Asya ülkelerinde 10 katına varan artışlar beklenmektedir.

gerisinde kalmaktadır. Halen yıllık enerji talebi yaklaşık % 7,5 oranında artmaktadır. Buna göre, üretim kapasitesinin 10-12 yıl içerisinde ikiye katlanması gereklidir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2012 yılı planlamalarına göre, kurulu gücün birincil kaynaklara göre değişimi Tablo 48’de gösterilmiştir [94]. Görüldüğü gibi, 2023 yılına kadar yerli linyit, taşkömürü, fueloil ve hidrolik kaynaklarının tamamı kullanılmış olacaktır. Bu 2030 yılında toplam kapasitenin yaklaşık % 38’ini oluşturmaktadır. İthal kömür ve doğalgaz en büyük payı almaktadır (% 41) ve büyük bir dış finansman ihtiyacı oluşturmaktadır. Yenilenebilir kaynakların 20 yıl içinde yaklaşık 16 kat artarak toplam üretimin % 13’ünü oluşturacağı tahmin edilmiştir. 2030 yılında toplam 12.000 MWe gücünde (yaklaşık % 8) nükleer santralın işletmede olacağı varsayılmıştır. Planlama 2012 yılında yapıldığı için Akkuyu birinci ünitesinin 2018 yılında işletmeye gireceği kabul edilmiştir; yani, şimdiden 6-7 yıl gecikilmiştir.

Türkiye’nin düşük olan kişi başına elektrik tüketimini gelişmiş ülkeler düzeyine getirebilmesi için 2030 yılına kadar yaklaşık 80.000 MWe gücünde yeni kapasite kurmaya ihtiyacı vardır. 2023 yılına kadar yerli kaynakların tamamı kullanılmış olacağı için, nükleer santralla karşılanamayan üretim açığının ilaveten ithal gaz veya kömürle kapatılması gerekecektir. Bu da ekonomik yönden büyük bir ek yük getirecektir.

Özetle: Türkiye’nin elektrik tüketimini gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarabilmesi için

nükleer santrallar kurmaya ihtiyaç vardır.

Soru: Türkiye’de neden yenilenebilir hidrolik, rüzgar, güneş, jeotermal enerji kaynaklarına

öncelik verilerek üretim gereksinimi karşılanmıyor ?

Cevap: Yukarıda açıklandığı gibi, 2023 yılına kadar hidrolik kaynakların çok büyük

bir bölümü tüketilmiş olacaktır. Rüzgar ve güneş santralları, gece-gündüz, iklim şartları gibi sürekliliği olmayan faktörlere bağımlı oldukları için, yıllık en fazla % 30-40 gibi yük faktörleriyle çalıştırılabilirler. Enerji üretiminin sürekliliğini sağlayabilmek için elektrik sisteminin tam gün, tam yükte çalışabilecek termik baz yük santrallerine ihtiyacı vardır. Fosil yakıtlı santrallerin ithal zorunluluğu ve karbondioksit kirliliğine yol açması nedeniyle, ideal çözüm, yakıt giderleri düşük olan (yaklaşık %20) ve % 80 yük faktörüyle tam gün, tam yükte çalışabilen nükleer santrallerdir.

Soru: Nükleer santralların çevre ve canlılara zarar vermesi nasıl önlenecektir ?

Cevap: İnsanlar günlük yaşamı sırasında çeşitli nedenlerle yılda ortalama 3 mili sivert

(mSv) doğal radyasyonun etkisinde kalırlar Tablo 49 [60]. Bunun büyük bir kısmı doğadaki ve binalardaki radon gazından kaynaklanır. Ayrıca vücudumuzda bulunan potasyum 40 ve diğer radyoaktif elementler nedeniyle radyasyon alırız. Teşhis ve tedavi sırasında yılda ortalama 0,4-1 mSv doza maruz kalırız. Yükseldikçe artan kozmik reaktivite nedeniyle alınan radyasyon dozu artar Şekil 36 [95]. Örneğin, bir uçak yolculuğu sırasında önemli bir doz alırız. Televizyon seyrederken de radyasyona maruz kalırız.

Bir nükleer santral normal işletmede, özellikle Chernobyl ve Fukushima kazalarından sonra alınan çok ileri güvenlik önlemleriyle, doğada ve günlük yaşamımızda aldığımız radyasyona kıyasla çok daha güvenli hale getirilmiştir. Bir nükleer tesiste bir kişinin sağlığına herhangi bir zarar vermeden bir yılda almasına izin verilen doz 300 mrem/yıl (3 mSv/yıl) olarak sınırlanmıştır. Oysa, nükleer santral tasarımında kabul edilen değer bunun 1/100’üdür). İşletme sırasında sıvı atıklarla dışarı verilen dozlar bunun çok daha altındadır

Tablo 49

Şekil 37

Tablo 50