• Sonuç bulunamadı

GABRIEL GARCIA MARQUEZ’ĠN KIRMIZI PAZARTESİ ADLI ROMANINDA RÖPORTAJ TEKNĠĞĠNĠN KULLANILIġI

Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi adlı romanında bir kasabada işlenen namus cinayetini ele alarak “toplumsal değerlerin birey üzerinde baskı yaptığı ve bireyin davranışlarını etkilediği” tezini savunmaktadır.

Eserdeki anlatıcı, bu namus cinayetini araştırır, başkalarının ifadelerine eserinde röportaj tekniğiyle yer vermekte, böylece bir yandan kahramanları ve toplumu tanıtmakta, bir yandan kendi tarafsızlığını ortaya koymakta, bir yandan da eserine ironik bir nitelik kazandırmaktadır.

Yazar, röportaj tekniğini kullanarak romandaki kahramanlar ve bu kahramanların bakış açıları hakkında bilgi vermektedir. Yazar, romandaki namus cinayetinin kurbanı Santiago Nasar hakkında başkalarının verdiği bilgileri röportaj tekniğiyle aktarmakta, bu yolla okuyucunun Santiago Nasar‟ı başkalarının bakış açısıyla da tanımasına yol açmaktadır. Örneğin, Santiago Nasar‟ın annesi Placida Linero‟nun sözleriyle,

“Şuradaydı işte. Dupduru suda yıkanmış beyaz keten kostümünü giymişti. Çünkü öyle ince bir teni vardı ki, kolanın hışırtısına dayanamazdı,” (Marquez, 12)

yazar, okuyucunun Santiago Nasar‟ı meleksi ve narin biri olarak tanımasını sağlamaktadır.

Marquez, romanda röportaj tekniğiyle kahramanların iç dünyalarını ve bakış açılarını da yansıtmaktadır. Yazar, eserde yer verdiği röportajlara kahramanların cinayet günü, havanın durumu hakkında farklı bilgiler vermesine bağlı olarak kahramanların Santiago Nasar ve olayla ilgili yaklaşımlarını da göstermektedir. Yazar, Belediye Başkanı Albay Lazaro Aponte‟nin,

“Kesinlikle anımsıyorum; saat hemen hemen beşti ve yağmur yağmaya başlamıştı,” (Marquez, 59)

biçimindeki açıklamasını aynen aktararak okuyucuya Albay‟ın cinayetin üzerine yükleyeceği sorumlulukların etkisiyle havayı yağışlı hatırladığı çağrıştırılmaktadır. Buna karşılık, Santiago Nasar‟ın katilleri Vicario kardeşlerden Pablo Vicario,

“Yağmur yağmıyordu,” (Marquez, 64)

diyerek kız kardeşlerinin namusunu temizledikleri cinayet gününde işledikleri cinayetin amacı gibi açık bir hava olduğunu anımsamaktadırlar. Yazar, röportaj tekniğiyle bu farklı görüşleri yansıtarak kahramanların iç dünyaları hakkında fikir edinmemizi de sağlamaktadır. Kahramanların röportajlarda hava durumu gibi belirgin konuyu farklı yorumlamaları, toplumdaki bireyler arasındaki uyumsuzluğu gözler önüne sermekte, kasabalının verdiği bilginin güvenilir ve nesnel olmadığını düşündürmektedir.

Bireyler arasındaki uyumsuzluğa karşın, yazar, toplumu aynı olaylara aynı tepkileri veren aynı değer yargılarına sahip olan bir kitle olarak tanıtmaktadır. Marquez, kasabalının özelliklerini de röportaj tekniğinden yararlanarak ortaya koymaktadır.

Anlatıcının annesine, kasabalılardan bilinmeyen biri tarafından söylenen,

“Namus aşktır.” (Marquez, 97)

ifadesiyle, yazar, namusun toplumdaki önemini vermektedir. Böylece, Santiago Nasar‟ın namus uğruna öldürülmesinin toplum için bir suç sayılmadığını da göstermektedir.

Kasabalılardan biri olan Angela Vicario‟nun annesinin,

“Aşk da öğrenilir, kızım!” (Marquez, 39)

sözleri toplumda kızların istedikleri kişiyle evlenme hakkına sahip olmadıklarına ve baskı altında evlendiklerini göstermektedir. Yazar, eserindeki toplumsal yapıyı, toplumsal değerleri ve bu toplumda bireylerin maruz kaldığı baskıyı gözler önüne sermek için röportaj tekniğinden yararlanmaktadır.

Yazar, cinayeti sadece anlatıcının ağzından ve bakış açısından aktarmak yerine röportaj tekniğine başvurarak pek çok kişinin izlenimiyle aktarmakta, böylece anlatıcısını bir dedektif gibi tarafsızlaştırmaktadır. Anlatıcı, farklı kahramanların farklı bakış açılarını onların ağzından vererek tarafsız olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, yazar, bu anlatım yoluyla önyargı, töre baskısı gibi toplumsal sorunlara ironik göndermeler yapmaktadır.

Marquez, röportaj tekniğiyle kahramanlara ve topluma dair bilgileri, romandaki zıtlıkları aynı anda gözler önüne sermekte, böylece romana ironik bir özellik katmaktadır.

Romanda, kahramanların taraf tutmalarının ortaya konmasıyla bu ironi yaygınlaştırılmaktadır. Santiago Nasar hakkında aşçısı Victoria Guzman‟nın

“Hınk demiş, babasının burnundan düşmüş, bokun biri,” (Marquez, 15)

şeklindeki aşağılayıcı sözleriyle anlatıcının kız kardeşi Margot‟un

“Birdenbire ondan daha iyi bir koca bulunamayacağını anladım,” (Marquez, 24)

ifadesindeki yüceltici sözleri kahramanların taraf olmalarının yarattığı ironilerden biridir.

Anlatıcının zaman zaman,

“Ayrıca Santiago Nasar‟ın elindeki kozların ne olduğu da hiçbir zaman öğrenilememişti. Törende olduğu gibi kilisede de Cristo Bedoya, kardeşim Luis Enrique ve ben, yanından hiç ayrılmamıştık. Hiç kimse durumunda herhangi bir değişiklik olduğunu fark etmemişti. Bu, üstünde aralıksız durulan önemli bir noktaydı. Çünkü biz dördümüz de okulda birlikte büyümüştük. Tatillerde aynı kümenin içindeydik.

Topluluğumuzdan bir arkadaşın bizimle paylaşmayacağı özellikle böylesine büyük ve gizli bir şeyleri olabileceği düşünülemezdi.” (Marquez, 46)

sözlerinde olduğu gibi Santiago Nasar‟ı yakından tanıyor olmasından kaynaklanan taraflı bir tutumla onun suçsuzluğuna dair fikirler ileri sürmesi ile bazı kahramanların Santiago Nasar‟a olumsuz yaklaşım içinde bulunmalarının yersizliğini ortaya koymaktadır.

Böylece, kahramanlara eleştirel yaklaşarak esere ironik bir nitelik kazandırmaktadır. Bu öznel yaklaşımı ile okuyucuyu da yönlendirmekte, okuyucuda Santiago Nasar‟ın suçsuz olduğu izlenimini yaratmaktadır. Angela Vicario‟nun annesinin,

“Aşk da öğrenilir, kızım!” (Marquez, 39)

sözlerinde de toplumda aşka değer verilmediği ironik bir şekilde anlatılmaktadır. Yazar, röportaj tekniğiyle, kimi zaman karşılaştırmalarla, kimi zaman da alaycı sözlerle ironiyi

kullanmakta ve böylece hem bireysel değerlerin farklılığına dikkat çekmekte hem de toplumsal değer yargılarına eleştirel yaklaşmaktadır.

Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi adlı romanının kurgusunda röportaj tekniğini çok farklı amaçlarla kullanmaktadır. Bu şekilde hem kahramanları, hem toplumu tanıtmakta, hem de anlatıcının tutumunu ortaya koymaktadır. Bu yolla toplumsal değerlerin bireyler üzerinde yarattığı baskının sonuçlarını gözler önüne sermektedir.

AyĢegül BAYAR 11-MA

SAVAġTAN ĠNSANLIK DERSĠ ÇIKARMAK

Buket Uzuner‟in Gelibolu adlı eserinde; Çanakkale Savaşları‟nda ölen büyük dedesinin kayıp mezarını aramak için Gelibolu‟ya gelen Yeni Zelandalı genç bir kadının; akıllı, uyanık, yaşlı ama dinamik Beyaz Nine‟nin; Osmanlı teğmeni Ali Osman Bey‟in; Anzak eri Alistair John Taylor‟ın seksen beş yıllık sırrı ele alınmıştır. Biri Türk, diğeri Anzak askeri olan iki gencin, Doğu-Batı çatışmasını hiçe sayarak insanlığa verdiği ders anlatılmaktadır. Buket Uzuner, tarihi bir olayı, akıcı anlatım diliyle sadeleştirip kusursuz betimlemeleriyle renklendirerek tarih kitaplarındakinden farklı bir şekille okuyucuya sunmaktadır.

Eserin ana kahramanı olan Beyaz; Alistair John Taylor‟ın -diğer adıyla Alican Çavuş- kızıdır. Beyaz‟ın öğrenmeye aç ve meraklı olduğu, çocukluğunda babasından hevesle İngilizce öğrenmesinden bellidir. Yaşlılığında bulunduğu köyde herkesin saydığı, sevdiği, önemli konuları danıştığı, güvenilir, halk tarafından ermiş olarak görülen güzel bir nine haline gelir. Daha çocukluk döneminde boy gösteren ağırbaşlılığı ve soğukluğu devam etmektedir. Erkekler tarafından küçümsenmeyen, sözü önemsenen tek Türk köylü kadınıdır. Bu saygınlığı kazanmasında, kendisi gibi milliyetçi olan babası; şerefli Çanakkale gazisi Alistair John Taylor‟ın büyük rolü vardır. Çanakkale Savaşı sırasında, kafasının tam ortasına saplanacak olan bir Türk kurşunundan, ayağının, yerde yatan Ali Osman adlı Türk askerine takılmasıyla kurtulan Alistair John Taylor, saatlerce onun ölmemesi için dua edip, suyunu, yemeğini onunla paylaşmasına rağmen, ağır yaralı olan Ali Osman hayatını yitirir. Ölmeden önce, üzerindeki asker kıyafetini işaret eder ve Anzak Alistair‟in onu giymesini ister. Alistair John Taylor, geçmişini kendi asker kıyafetiyle birlikte toprağa gömer ve Ali Osman için yaptığı mezarın başına geçip en ufak bir düşmanlık hissetmeyerek dua eder. O sırada ileride karısı olacak olan Meryem ile karşılaşır. Birbirlerinden çok hoşlanırlar ve Meryem onu köyüne götürür. Alistair John Taylor‟ı köylülere; İngilizlere esir düşmüş, işkence görmüş Gazi Alican Çavuş adlı bir kahraman olarak tanıtır. Köylüler bu zavallı genç gaziye kucak açar ve bir daha kimse

onun hakkında bir şey sormaz. Gazi Alican Çavuş, gencecik bir delikanlıyken savaşın ruhunda açtığı derin yaralara karşı, ömrü boyunca örnek bir insan olan, köylüler tarafından büyük saygı gören, Çanakkale Savaş Madalyası sahibi Müslüman bir Türk kahramanıdır. Çanakkale Savaşları sırasında yarattığı kahramanlık efsaneleri kadar, barış yıllarında yörenin gelişmesi için gösterdiği çabayla da köylülerin takdirini kazanmış olan cesur, iyi yürekli, yardımsever, cömert ve barışçıl Alican Çavuş, uzun yıllar süren savaştan fazlasıyla etkilenip ani titreme nöbetleri, kısa süreli felçler, şiddetli baş ağrıları, hafıza kaybı ve uykusuzlukla beraber yaşamak zorunda kalmıştır. Gelibolu köylüleri kendi özgür yaşamlarının bedelini Alican Çavuş ve onun gibi kahramanların ödediğini düşünerek bu hastalıkları hüzünlü bir anlayışla karşılamaktadırlar. Alican Çavuş‟a, son nefesini verene kadar aynı ihtiraslı aşk ve düşkünlüğüyle bağlı kalan, hayatını ona adayan Meryem; inatçı, dik kafalı; fakat becerikli, dayanıklı ve kuvvetli bir kadındır. Eserin önemli kahramanlarından bir diğeri Yeni Zelandalı Anzak kızı Viki‟dir. Gelibolu‟ya, kayıp dedesinin mezarını bulmaya gelen Viki, uzun boylu, mavi gözlü, beyaz tenli, sarışın, otuz yaşlarında genç bir bayandır. Zaman geçtikçe içine kapanık hale gelen Beyaz Hala‟yı eski dinamik haline getirdiği için köylülerin sevgisini kazanmıştır Viki.

Çanakkale Savaşları‟nda hayatını yitiren hukuk öğrencisi Subay Ali Osman‟la yaşamını, onun kimliğine bürünüp sürdüren Alican Çavuş‟un birbirlerine dostça yaklaşımları, Anzak kızı Viki‟nin bir Anadolu kasabasında sevgiyle karşılanışı; eserin tezini destekleyici bir nitelik taşımakta, kahramanlar tarafından Doğu-Batı çatışmasının hiçe sayıldığını göstermektedir.

Eserin olay örgüsü yalın bir dille, görülen geçmiş zaman kullanılarak, bir düzen içerisinde, öyküleme tekniği ile okuyucuya sunulmaktadır. Anlatıcı, üçüncü tekil şahıs dili kullanarak tüm karakterlerin ne hissettiğini, ne düşündüğünü bilen “Tanrı anlatıcı”

niteliğindedir. Eserde bazı olaylar Beyaz Hala‟nın dilinden anlatılmaktadır ve tarihi savaşta yaşananları, eserin omurgasını oluşturan seksen beş yıllık sırrı; köylü şivesiyle konuşan yaşlı, bilge bir kadının yorumuyla okumak esere samimi bir hava katmaktadır.

Aralara katılan ve olayların kolayca çözümlenmesine yardımcı olan mektuplar ise romanı renklendirip tekdüzelikten uzaklaştırarak romana bir çeşitlilik getirmiştir. Tarihsel bir olay anlatıldığı için zaman zaman geriye dönüş tekniğinden de yararlanılmıştır. Olaylar 2000 yılında geçmektedir; fakat romanda Çanakkale Savaşları ele alındığından, sık sık

1915 yılına geri dönüşler yapılmaktadır. 1915 yılında meydana gelen bir olayın seksen beş yıl sonra ortaya çıkarılmasıyla iki tarih arasında gidiş gelişler yaşanmaktadır.

Betimlemelere ise geniş yer verilmiştir. “Gelibolu‟nun ayazı serttir. Ege‟den hiç beklenmeyecek kadar hırçındır, insafsızdır. Uğultulu seslerle ürkütücü bir hikâye anlatarak dolaşan rüzgâr, insanı döver, hırpalar. Sessiz ve incecik yağan erken bahar yağmuru rüzgârın anlattığı ürkütücü hikâyeyi anlamış kadar içini titretir insanın…” (sf 15). Gelibolu rüzgârının betimlendiği bu satırlarda rüzgâr ve yağmur kişileştirilmiştir. “O sırada dışarıdan, sesine güvenen iddialı bir horozun art arda yükselen tiz ötüşünü duydu.”

(sf 206) cümlesinde ise işitme duyusunu ön plana çıkaran bir betimleme vardır. Eserde, betimleme ve kişileştirmelerle beraber benzetmelere de sıkça rastlanabilir: “Gelibolu gelincikleri; güzellikleriyle içimi acıtarak sevindiriyor beni. Tıpkı şu anda dünyanın başka yerlerinde sevgilileriyle el ele dolaşıp bira içen yaşıtım gençlerin varlığını düşünmek gibi bir duygu bu…Evet, Gelibolu gelincikleri böyle bir duygu işte…” (sf 178) cümlelerinde Gelibolu gelinciklerinin hissettirdiği duyguyla ilgili bir benzetme yapılmıştır. Romanda sıkça karşılaşılan çevre betimlemeleri ve benzetmeler, içinde bulunulan savaş koşullarının ve Çanakkale‟nin güzelliğinin anlatılması bakımından önem taşımaktadır.

Olay, Çanakkale‟nin Gelibolu ilçesinde, Eceyaylası köyünde geçmektedir.

Mekânın bir köy olarak seçilmesi, eserde önemli sonuçlar doğurmuştur. Geleneklerine ve savaş gazilerine derin bir bağlılık duyan köylüler Gazi Alican Çavuş‟un torunu olduğunu iddia eden Viki‟yi ilk önce ayıplamışlar; fakat Anzak kızı Viki özür diledikten sonra onu affetmişler ve ona alışmaya başlamışlardır. Ayrıca, Beyaz Hala‟nın herkesten saygı görmesi de mekânın köy olmasının bir etkisidir; çünkü büyük kentlerde yaşayan insanlar, birbirlerini köylerde yaşayanlar kadar tanıyıp, samimi ve sıkı ilişkiler içerisinde olamadıklarından bir kişinin büyük bir kesim tarafından yüceltilmesi köylerdeki kadar kolay değildir.

Biri, otuz yaşlarında, Hıristiyan-Batı kültürünün kentli, özgür ve meslek sahibi 21.

yüzyıl kadını. Öbürü, yetmiş yaşlarının sonunda, Müslüman-Doğu Akdeniz kültürünün köylü, çiftçi, 19. yüzyıl ev kadını. Biri, hayatını büyük dedesinin gizemli hikâyesine adayan, diğeri babasına inanılmaz bir sevgiyle bağlanmış ve bu nedenle ikisi de kendi aşklarını yaşayamamış olan iki kadın. Biri, kendi eksiklik ve korkaklığını büyük dedesi

Alistair John Taylor‟ın gizemli hikâyesinin ardına saklayarak kadınlığını erteleyen Victoria Taylor (Viki). Öbürü, asla affetmediği annesi Meryem yüzünden eğitim hayatına devam edemeyen ve evlenmeyen Beyaz Taylar. Bu iki kadının hayatını ele alan Gelibolu adlı eser, milliyetçilik, düşmanlık, dostluk, kahramanlık, kadınlık kavramlarına sıkça rastlanan, Buket Uzuner‟in akıcı anlatım diliyle; tarihi, tarih kitaplarındaki yüzünden farklı, insani yönüyle bize sunduğu, tek solukta okunabilecek çok heyecanlı bir romandır.

Ġrfan Giray ÖZGĠRAY 2005 mezunu