• Sonuç bulunamadı

Kim derdi ki bir gün büyüyeceğiz, başımıza boyumuzdan büyük işler açılacak? Kısa boylarımıza rağmen kendimizi lise hayatının kucağında bulacak ve hayatımızın seçimlerinden birini yapacaktık?

Bir zamanlar sadece işin ABC‟sini öğrenip “Ali ata bak.” diyebildiğimizde kendimizi büyümüş sanıyorduk. Okumayı erken sökenler aramızda daha fazla saygı görüyor, öbürleri ise büyük bir hırsla yetişmeye çalışıyordu. Ne kadar basitti sorunlarımız, korkularımız. Küçük beyinlerimizin IB‟den, kalplerimizin ise aşktan haberi yoktu. İlk ayrılık korkusu daha biz fark etmeden baş göstermişti. İlköğretim, sekiz sene oluyordu ve bizim o sıcak yuvamız, “yaşasın okulumuz” kapanma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.

Derken ABC‟ler yerini yavaş yavaş sosyal bilgilere ve matematiğin karmaşık dünyasına bıraktı. Bir de araya İngilizce girdi. Daha yeni Türkçeyi sökmüş beyinlerimiz bir de İngilizce ile uğraşmak zorundaydı artık. Birdenbire kendimizi üstün görme derecemiz bile değişivermişti. “I love you.” diyebilmek büyük bir gururdu artık. Birbirine “I love you.” diyebilenler arasında yakınlaşmalar bile başlamıştı. Artık, birbirimizle “Ali loves Emel.” diye dalga geçiyorduk. Artık, kalplerimiz bir başka çarpıyordu. Önceden arkadaşlarımız saçımızı çektiğinde ağlarken artık o çok önemli üç kelimeye karşılık alamadığımızda ağlamaya başlamıştık. Birdenbire kız arkadaşlarımızın etekleri dizlerine küsmüş, erkeklerinse saçları jöleyle tanışmıştı. Hayatımızın yeni öncelikleri bunlardı artık. Sonra, aramıza ayrılık, bir kara kedi gibi girmeye başladı. LGS dönemi baş göstermişti. İngilizceden sonra bir de bu sınava tabi tutulmuştuk sanki yapacak başka hiç işimiz, düşünecek şeyimiz yokmuş gibi. Daha kendimizi bile tanımazken birdenbire test kitapları ve netler hayatımızın bir parçası oluvermişti. Yeni korkularımız, liseyi kazanabilmekti; çünkü iyi bir üniversitenin yolu iyi bir liseden geçiyordu. Bir yandan LGS, bir yandan arkadaşlardan ayrılma korkusu her yanımızı sarıvermişti. Nice sözler vermiştik birbirimize; hatta “benden kurtulamazsın” sözünü doğrularcasına bazılarımız inatla çalışıp aynı liseleri kazandık.

Sonra kendimizi lisenin koynunda bulduk. Zavallı beyinlerimiz İngilizce ve LGS‟den sonra bir de matematiğin gizemli dünyasına adım atmak zorundaydı. Kimimiz sırf bu yüzden hazırlık sınıfı okumayı seçti. Tek amacımız bir senecik bile olsa dinlenmek ve ortama alışmaktı. Lise birinci sınıfa geçmeyi seçenler içinse durum biraz daha karışıktı;

çünkü kendilerini bir anda matematiğin göbeğinde buluvermişlerdi. 3+2=5, yerini ax+by+c=0‟a bırakmıştı. Bu karmaşıklaşma, aşk hayatımızda da baş göstermişti. Bir zamanlar o çok övündüğümüz “I love you.” kelimeleri yerini uluslararası kelimelere bırakmıştı; çünkü bir yandan da ikinci bir yabancı dil öğreniyorduk. “Ich liebe dich.” ve

“J‟aitame” daha popüler oluvermişti aramızda. Tam bu sıralarda bir kara kediyle daha yüzleşmek zorunda bırakılmıştık ve bu seferkinin adı, “alan seçimi”ydi. Acaba TM‟mi seçilmeliydi yoksa F mi? Ama biz daha kendimizi doğru düzgün tanımazken alanları nasıl tanıyacaktık? Bir de tabii IB vardı, o seçimler arasında en havalı görüneni ama herkesi en çok korkutanı. Aramızdan yirmi “cesur kurban” IB‟nin zorlu dünyasına adım atıverdik ve macera, bitmeyen CAS ve bir türlü planlanamayan “planning”lerle başladı.

Bir anda ilk senemizde kendimizi IB‟nin altıgen merkezinde buluvermiştik. CAS, TOK ve Extended Essay (EE) gelişerek üzerimize üzerimize geliyordu; ama biz daha “küçük IB” idik, şikâyet etmeye hakkımız yoktu. Sonra, Almanca dersleri köşeye atılıveriyordu, her ne kadar kimimiz hakikaten dile yetenekli olsak da. “Küçük IB” idik, ama önümüzdeki sene karşımıza çıkacak olan IB sınavlarını düşünmeden edemiyorduk.

Derken, IB‟nin ilk senesi bitti, kimi arkadaşlarımız bu zorlu yolculuğa dayanamadı ve pes etti. Kimimizin aklına ise o “şeytan” ÖSS girdi, onları bu tatlı maceradan alıkoydu.

Kalanlarsa hem ÖSS‟ye hazırlığı, hem IB‟yi aynı anda yürütebilme yolunda kendilerine ve birbirlerine söz verdiler, yollarına devam ettiler, kavgasıyla, gürültüsüyle, dedikodusuyla kaldıkları yerden. Ne de olsa biz atılana kadar IB‟deydik, çıkmayacaktık.

Son senemize, derdimiz artmış, kişiliğimiz gelişmiş olarak girdik. Artık, “küçük IB”

bizler değildik. Acaba, gerçekten de büyüdük mü ne?

Ġrfan Giray ÖZGĠRAY 2005 mezunu

NOKTALAMA ĠġARETLERĠNE SIRADIġI BĠR YAKLAġIM

Nokta ( . )

Nokta. Şu anda açıklamaya çalıştığım ve yazıya anlam katan hadiseye adını veren işarettir. Küçüktür. Sayfada çok az yer kaplar. Ekonomiktir. Sıklıkla kullanılmaktan şikâyetçi değildir. Serttir. Bitirir ve arkasına bakmaz. Ancak, bu sert mizaçlı işaretin, heyula gibi bir işaret irisi olması beklenirken, düzlemde yer kaplamayan, eni boyu olmayan ve x, y, z gibi harflerle yeri belirlenen bir işarettir olduğu gerçeği karşımıza çıkar. Diğer işaretlere örnek olma sebebi, ağırbaşlı olmasıdır. Ne kadar köşesiz bir yapısı olsa da delikanlı bir işarettir. Nokta, M.Ö. 4500 yıllarında Mezopotamya‟da doğmasına rağmen Orta Asya, Uzak Doğu, Orta Amerika, Güney Afrika ve Sağ Avustralya gibi ülkeleri gezdi. Evlenip çocuk yapmak gibi bir şansı olmadığından, her gittiği yerde bölünerek çoğaldı ve günümüzdeki nokta aşiretini kurdu. Kendisi halen Orta Asya‟daki Göktürk Kitabeleri‟nde huzurlu bir yaşam sürmektedir.

Soru ĠĢareti ( ? )

Çengelligilus familyasının fakir ama kuyruğu dik bu üyesi, neden ve niçinler içinde boğulmuş, eski bir felsefecidir. Kendisi, deliğine girememiş ve arkasına da kabuk

bağlamıştır. Beli, karısı olan Ünlem‟in yaptığı harcamalardan dolayı bükülmüştür. Karısı dimdik dururken o, fitness, botoks, lip-o suction, gerdirme, aldırma, manikür, pedikür, sir ağda, balyaj, röfle, fön, katlı kesim ile ilgili faturalarla uğraşmaktan yorulmuş, beli bükülmüştür. Karısı, gençliğini ve alımlılığını korurken, yaşlı bünyesiyle sorularla boğuşmaktadır. Kendisi şu anda Pablo Neruda‟nın Sorular Kitabı‟nda başrol oynamaktadır.

Ġki Nokta ( : )

Bir deve güreşi sırasında talihsiz bir şekilde sakatlanan “iki nokta”nın kırılan omurgalarının birbirine kaynaması sonucu bu hale gelmiştir. Diğer noktalama

işaretlerinin onları görüp korkmalarından dolayı konuşacak kimse bulamayan bu işaret, her türlü açıklama yapma fırsatını kullanır. “Uzun çizgi”den ders aldığı söylenen bu noktaların, şu sıralar 1. Geleneksel Noktalama İşaretleri Arası Uzun Merkep

Turnuvası‟na katıldığı ve kaynamış omurgaları sayesinde savunmada hiç yıkılmadığı gelen bilgiler arasında. Şu sıralar yaptıkları bir açıklama şöyledir: Biz de işaretiz. Eşit haklar istiyoruz. TDK, yardım etsin. İş bulsun. Aş versin. Biz yayıp yatalım. Evet, yüzsüzüz!

Taksim ( / )

İstiklal Caddesi‟nin sonunda (ya da başında, kime göre son?) bulunan semt ile aynı ismi taşıyan bu işaret, evveliyatında hukukçudur. Baba mesleği ile uğraşan bu “dürüst tabiatlı İstanbul bey efendisi”; anayasada, TCK‟da, Medeni Kanun‟da, trafik kanununda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‟nın gıda izninde ve daha birçok resmi belgede görev almış, mahkeme salonlarında ismini yankılatmıştır. İşbu noktalama işareti senelerdir üstünden esen kavak yelleri ile yan yatmış, 17 Ağustos depreminden sonra eğikliği “İtalyan mühendisler”ce düzeltilmek istenmiş; fakat TDK tarafından izin verilmemiştir. Ortaya atılan diğer tezle ise satırın kaygan mürekkepten oluşması ve aslında defterin eğik olmasıdır.