• Sonuç bulunamadı

Buzan (1991) “güvenlik üzerine düşünürken mantıksal olarak özgürleşmeye güç ve düzenin temel temalarından daha fazla öncelik verilmesi” gerektiğini belirtir. Ardından güvenliği “tehdidin olmayışı”, özgürleşmeyi ise, “insanların yapmak istediği şeyleri seçmesini engelleyen fiziksel ve insanı kısıtlamaları kaldırmak” olarak tanımlar. Gerçek güvenliği sağlayan unsurun “güç ve düzen olmadığına” aksine “özgürleşme” olduğuna vurgu yapar. Bu açıdan bakıldığında “özgürleşme teorik olarak güvenliktir” sonucuna varır. Burada aslında temel belirleyici olan unsur güvenlik ya da

1 Örneğin Buzan askeri güvenliğin değişen gündemini 1945’de biten klasik Avrupa büyük güç dönemi, Soğuk Savaş, Soğuk Savaş sonrası dönem ve 11 Eylül 2001 sonrası dönem olarak incelediği çalışmasında, teröre karşı savaş ya da güvenlikleştirmenin küreselleşmesi sonucunda güvenlikleştirmenin de referans nesnelerinin değişimini göstermiştir.

özgürleşmeyi benimseyen devletin pozisyonudur. Devlet ya da bireyin güvenliği konusunda “kimin güvenliği”nin önce geldiği sorusu güvenlik konusunun merkezini oluşturmaktadır (Buzan, 1991: 319) Bu anlamda Buzan “kimin güvenliği sorusunun cevabını tanımlamayan güvenlik kavramı bir anlam ifade etmez” tespitiyle güvenliği sağlanacak olan nesnenin belirlenmesinin kaçınılmazlığına vurgu yapar (Buzan, 1991). Wyn Jones (1998:166) ise güvenliğin siyasi hayatın içindeki çatışmanın rolleri ve siyasetin doğası hakkındaki derin varsayımların parçasını oluşturduğunu ileri sürer. Kolodziej (2005: 22) güvenliğin politikanın özel bir şekli olduğunu vurgulayarak, aslında tüm güvenlik sorunlarının siyasal sorunlar olduğunu belirtir. Aktörlerin birbirinden istedikleri kuvvet kullanımı ya da tehdidi yoluyla gerçekleşiyorsa güvenlik siyasal tartışmanın önemli bir unsuru olarak ortaya çıkar. “Güvenlik politikanın özel bir şeklidir”. Sonuçta her güvenlik yaklaşımı, güven altına alınacak nesneyi belirledikten sonra, kendisine karşı tedbir alınacak olan güvenlik tehditlerini ortaya koyar, güvenliği sağlayacak nesne veya aktör açıklar ve en sondada güvenliğin nasıl sağlanacağına dair politikalara işaret eder. (Kardaş, 2006: 126)

Güvenlik çalışmalarında bu sorulara verilen cevaplar güvenlik yaklaşımlarına göre farklılaşmaktadır. Realist anlayışta güvenlik ilişkilerinin merkezine devlet yerleştirilir. Yani kim için güvenlik sorusunun cevabı devlettir. Modern devleti korumak ve devletin bekasını sağlamak asıl görevdir (Krause, 1998: 301). Devletin tek aktör olduğu bu anlayışta rasyonel karar vericiler ve kurumlar kendi çıkarlarını savunurlar. Güvenlik uluslararası sistem düzeyinde ele alındığı için bu sistemin üyeleri arasındaki ilişkiler anarşiktir (Terrif, Croft vd.1999: 30-38). Devletler bekalarını ve güvenliklerini sağlamak için güçlerini artırmak zorundadırlar. Realizmin bu devlet egemen görüşüne karşı yapılan eleştirilere neorelizmin öncüsü olarak kabul edilen Waltz karşı çıkar, ona göre devletin rolünün azaldığına yönelik eleştiriler gerçekliği yansıtmamaktadır. Çünkü güvenlik devletin diğer faaliyetlerinin de ön şartı olduğu için güvenliği sağlayamayan devletlerin diğer davranışları ve politikaları da anlamsızlaşır (Waltz 1979: 126). Realistlere göre devletler bireylerin güvenliğini devletin güvenliği bağlamında ele alırlar. Yani devlet bütünsel olarak güvenliği sağladığında birey doğrudan güvende olacaktır. Milli güvenlik kavramı güvenlikle aynı anlama gelecek şekilde tasavvur edilir. Dolayısıyla milli güvenlik askeri güçle sağlanır. Devletler

uluslararası sistemin anarşik yapısından dolayı sürekli güç mücadelesi içinde olacaklarından dolayı sistem güvensizlik üretir. Bu güvensizlik, devletlerin birbirlerine karşı niyetlerine yönelik en kötü senaryoları varsayacakları ve kendi çıkarlarını tanımlarken kendi kendine yetme çerçevesinde tanımlayacakları güvensiz bir yapı çerçevesinde güvenlik ikilemi oluşur (Terrif, Croft vd.1999: 29-69; Smith, 2005: 30-32; Kardaş, 2006: 126-133)

Geleneksel güvenlik anlayışında askeri gücün rolünün belirlenmesi dışsal olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda askerler ulusal güvenlikten sorumludurlar ve devlete dıştan gelecek saldırılara karşı konumlandırılmıştır. Geleneksel güvenlik çalışmaları ulusal güvenliği devletin askeri olarak savunmasını territoryal bağlamda ve askeri istikrarın öngörülmesi olarak tanımlar (Weaver, 2002: 43-48). Geleneksel güvenlik anlayışında iç ve dış ayrımı belirgin bir şekilde tanımlanmıştır. Uluslararası sistemin anarşik yapısından dolayı devletlerarasında çatışma her zaman bir olasılık dâhilindedir. Rasyonel dış politika davranışı, askeri gücü ve kapasiteyi artırmaktır (Terrif, Croft vd.1999: 29-44) Dolayısıyla askeri kuvvet kullanımı devletler ve toplumlar üzerinde uzun dönemli etkiler yapabilir (Walt, 1991: 212). Devletin güvenliği askeri gücün oluşturulması ve kullanılması ile yakın anlama gelecek şekilde kullanılır (McSweeney, 1999: 219). Sonuç olarak, geleneksel yaklaşım güvenliği ve güvenliğin nesnelerini hep önceden belirlenmiş olarak ele alır. Bu yaklaşım tehditlerin ontolojik olarak güveliğin nesnelerinden bağımsız oluştuğu varsayımına dayanır. “Tehditler vardır, oradadır”. Araştırmacının burada görevi önceden belirlenmiş kimliğe sahip varlıklara yönelen tehditleri tespit edip değerlendirmek ve risk analizleri yapmaktır. Devlet merkezli güvenlik anlayışında devletin güvenliğine odaklanıldığından ve bireyin güvenliği analiz dışında tutulduğundan devletten bireye gelen tehditler göz ardı edilmiştir (Bilgin, 2003: 197)

Güvenlik çalışmalarında, teoriden daha çok bir yaklaşım olarak kabul edilebilecek, sosyal konstrüktivist (sosyal inşacı) anlayışa göre, devletler tek aktör değildir. Devletin yanında karar alma sürecini etkileyen uluslararası örgütler, askeri ve bürokratik elitler, siyasi stratejik kültür ve devletin kimliği karar alma mekanizmasını etkileyen faktörlerdir. Dolayısı ile bu yaklaşım “olguların açıklanmasında insan davranışlarını, karşılıklı etkileşimleri, bunlardan doğan ve değişken olan normları, kuralları ve bilgisel

yorumları ön planda alan” bir yaklaşımdır (Kardaş, 2006: 133). Buna göre güvenlik politikalarının temeli, maddi değil sosyaldir. Went’e göre, güvenlik politikacıların ve analistlerin keşfetmesi için mevcut olan bir şeyden daha çok, özneler arası bir anlayışla yeniden üretilen sosyal bir alandır. Sosyal yapılar ortak bilgi, maddi kaynak ve eylemlerden oluştuğundan bu yapılar da ortak anlayışlar ve bilgi paylaşımları ve beklentilerin bir ürünüdür (Went, 1992: 391-425; Smith, 2005: 38). Realizmin aksine konstrüktivizmde milli çıkarların siyasi ve sosyo-kültürel inşa sürecinin sonucunda oluştuğu kabul edilir. Went’e atıfla Kardaş (2006: 134) sosyal konstruktivist güvenliği “insanlar arasında karşılıklı etkileşim sonucu kurulan kültür ve kolektif kimlik (ben ve öteki-dost-düşman) kodlarının ürettiği kavramların ve değerlendirmelerin ışığında tanımlanan, tüketilen olmaktan ziyade üretilen bir olgu olarak” kabul edildiğini belirtir. Konstruktüvist güvenlik yaklaşımında askeri yapı göz ardı edilmez, ancak milli güvenlik belirlenirken “kimlik” ve “kültür” önemli bir etkendir. Bu bağlamda, politika yapıcılar için güvenlik ve güvensizliği üretme ve toplum içinde özel bir alanın oluşturulması için kültür ve kimlik önemli bir işlev görür. (Smith, 2005: 38). Dolayısıyla siyaset yapıcıları ve liderler tarafından güvenlik söylemini seçmek basit bir seçim değildir. Bu söylem aktörün karar alma alanına etki etmek ve sınırlandırmak için seçilebilir, Çünkü aktör kendi politikalarına yardımcı olacak şekilde güvenliği tanımlaması gerekmektedir. Bu yolla, ortak bir anlayışının yaratılması yoluyla özel bir güvenlik söyleminin oluşturulması amaçlanır.

Güvenlik yaklaşımlarından bir diğeri eleştirel güvenlik yaklaşımıdır, ancak tezin teorik çerçevesinde ve Kopenhag Okulu’nun güvenlikleştirme kuramında önemli bir yer tuttuğu için bu yaklaşıma ayrı bir başlık altında değinilecektir. Bu temel güvenlik anlayışlarının yanında feminist güvenlik anlayışı, post yapısalcı –post modernist güvenlik anlayışı ve insan güvenliği yaklaşımı da güvenlik konusunda farklı bakış açıları getiren diğer önemli yaklaşımlardır. Feminist düşünürler, şiddetin meşrulaştırılması süreçlerinde erkek egemen yapıya işaret ederler. Ulusal güvenlik kavramının devleti dış saldırılardan korumaktan daha çok hâkim erkek eğemen düzeni koruduğunu belirtirler (Smith, 2005: 46-48). Postmodernist ve post-yapısalcı güvenlik yaklaşımında ise, söylem analizi ve dilin kullanımı önemlidir. Söylem ve yorum mantığı güvenliğin anlaşılmasında temel faktörlerden biridir. Post-yapısalcı güvenlik

anlayışının önemli yazarlarından olan Campbell, Amerikan dış politikasının ABD’nin kimliğini üretmesi sürecine odaklandığı çalışmasında tehdidin oluşumunda iç-dış, dost-düşman, ayrımından hareketle kimliğin oluşturulması üzerinde durur. Örneğin “dış politikanın kendi adına yürütülenlerin kimliğini oluşturması gibi güvenlik işlevleri de hizmet ettiği öznelliğe delil sağlar”. Bu bağlamda, dış politikanın da bir parçasını oluşturan güvenlik aynı zamanda siyasi düzeni oluşturan bir söyleme karşılık gelmektedir (Campbell, 1992). İnsan güvenliği kavramı ise, devlet güvenliğinden daha çok toplum güvenliğine odaklanmakta ve tehdidin küresel olduğunu, sınırlarla ilgili olmadığını gün geçtikçe günlük hayatta insanların, birçok alanda kendini güvensiz hissettiğine vurgu yapmaktadır (Smith, 2005: 51-55).

Outline

Benzer Belgeler