• Sonuç bulunamadı

Eleştirel teorinin özü eleştirel bir toplum kuramını geliştirmeye dayanır. Toplumsal dinamiklerin değerlendirilmesinde eleştirel bir perspektifle iktidar ilişkilerini gizleyen ve meşrulaştıran ve dolayısıyla gerçekliğin sistematik biçimde tahrif edilmiş yorumları olan ideolojinin eleştirisi üzerine yoğunlaşmıştır. Bilgiye dayanan iddialar tarihsel ve bağlamsal olduğu için eleştirel teori gerçekliğin tarihsel ve söylemsel kurulma süreçlerini analiz eder. Toplumsal ilişkilerin tarihsel ve siyasal bağlamlarını anlamak için kavram ve kategorilendirmeler yaparak eleştirel bilgi düzeyleri hazırlar. Eleştirel kuram toplumsal ilişkileri ve iktidar ilişkilerini verili olarak ele almaz, bu ilişkilerin kökenlerini sorgulayarak değişim süreçlerini inceler. Gerçekliğin tarihsel ve söylemsel kurulma yollarına odaklanarak bunu gerçekliği algılayışımızdaki söylemsel etkilere bağlı olarak ele alır (bkz. Keyman 2000: 127-213)

Eleştirel teori sosyal bilimlerde birçok alanı etkilemiştir. Bu bağlamda post modernist ya da post yapısalcı yaklaşımlar da bu teorinin bakış açısından beslenmiştir. Eleştirel güvenlik çalışmaları, Frankfurt Okulu, eleştirel teori ve post yapısalcı eleştirel teori arasında bölünmüştür (Booth, 1997: 109; Wyn Jones 1999: 165-166).1 Eleştirel güvenlik yaklaşımı “güvenlik nedir” ve “kimin içindir” temelindeki iki soru

1 Bilgin, bu yaklaşımı daha çok yapısalcı uluslararası ilişkiler kuramına dayandırmaktadır (Bilgin, 2003: 197). 1998 yılında Bilgin, Booth ve Jones’in güvenlik çalışmalarının sonraki safhasının ne olacağını tartıştıkları çalışmada, eleştirel güvenlik çalışmalarının daha kuruluş safhasında (embryonic stage) olduğunu belirtirler (Bilgin, Booth ve Jones, 1998: 152).

çerçevesinde varsayımlarını geliştirmektedir. İlk soru temelinde güvenlik “bizim onunla kastettiğimiz şeydir”. İkinci soru ise, güvenliğine kastedilen nesnenin ne olduğudur (Bilgin, Booth ve Jones, 1998: 153-154, Booth, 1997: 140).

Eleştirel güvenlik anlayışında devletler farklı niteliklere sahip olmaları ve güvensizlik sorununun çözümünden ziyade parçası olmaları sebebiyle analizin temelinde yer almaları gerekir. Bu açıdan bakıldığında devlet bir taraftan kendi halkları için güvenlik sağlayıcı olarak görülebilirken diğer taraftan tehdit kaynağı da olabilmektedir. Dolayısıyla eleştirel güvenlikçiler güvenliğin analiz merkezine bireyin yerleştirilmesi gerektiğini savunurlar (Krause ve Williams, 1997: 33-59).1 Eleştirel güvenlikçilerden Buzan’a göre, devletin işleyişine dair unsurlar olan yasama yürütme, yargı birimleri ve normları, fiziksel özelikleri bakımından nüfusu ve ülkesi ve düşünsel unsurlar olan milleti ve ideolojisi bakımından devlet kurucu unsur özellikleri itibariyle güvenlik öznesidir (Buzan, 1991: 57-111). Booth, eleştirel güvenlik çalışması ile amaçlanan hedefi, yaygın güvenlik anlayışlarının güvenlik kavramsallaştırmalarına bir meydan okuma olduğunu belirtir. Ayrıca güvenliğin aşağıdan yukarıya, bireyden en üst insan topluluğuna kadar farklı bağlamlarda yeniden düşünülmesi gerektiğinin altını çizer. Bu güvenlik anlayışında, bireyden tüm insan topluluklarına kadar çok katmanlı bir toplum yapısını geniş ve kapsamlı bir şekilde teorik ve pratik olarak incelemek amaçlanır. “Eleştirel” kelimesi, objektif gerçekliği bulmak yerine hâkim yapı, süreç, ideoloji dışında, ön plandaki tavır ve inançlar hakkında daha derin anlayışlar geliştirmek anlamındadır (Booth, 2005: 15-16). Booth’un bu tanımını Kardaş (2006: 144) biraz daha açık hale getirerek eleştirel olmayı “toplumda atıl vaziyette bulunan ancak potansiyel olarak değişimi ve gelişimi gerektirecek aktörleri ve faktörleri keşfetme süreci” olarak tanımlar. Eleştirel yaklaşımın ardından siyasetin somut konularıyla ilgilenerek güvenliğin ve özgürleşmenin önündeki engelleri kaldırmak için yeniden yapılandırmaya odaklanılması gerekir.

Eleştirel güvenlik anlayışı, geleneksel/realist güvenlik anlayışının eleştirisi üzerine yoğunlaşmıştır (Krause ve Williams 1997: 33-59). Realist geleneksel yaklaşımın

1 Bu düşünce güvenliğin sadece bireysel temelli incelendiği anlamına gelmemektedir. Eleştirel güvenlik yaklaşımları devlet topluluk ve dünya güvenliğini de inceleme konusu yaparlar (Bilgin, 2003).

devlet egemen ve tehdit merkezli dar güvenlik anlayışı mevcut güvenlik kaygılarını açıklayamamaktadır. Çünkü insanların ve ulusların yaşamlarına ve refahlarına etki eden günlük tehditler geleneksel güvenlik anlayışının iddia ettiğinden farklıdır. Dünyanın çok büyük bölümünde insanların çıkarı ve toplumların çıkarına yönelik tehditler bir başka devletin tehdidinden daha çok devletlerin bizzat hükümet ve yönetim yapılarından kaynaklanan siyasi baskı, ekonomik çöküş, kıtlık, aşırı nüfus artışı, etnik ayrılıklar, doğanın tahribatı, terörizm, suç ve hastalıklar gibi diğer sorunlardan kaynaklanmaktadır. Birçok konuda insanlar komşularının askeri tehdidinden değil, kendi hükümetlerinin politikaları ve yetersizlikleri tarafından tehdit edilmektedir. Dolayısı ile dünyadaki birçok insana yönelik tehdit düşman değil kendi devletleridir. Yine birçok devletin yürüttüğü rejimlere yönelik güvenlik tehdidi dış faktörlerden daha çok iç faktörler üzerine kurulmuştur. Bu bağlamda birçok hükümet dış ülkelerden değil kendi askeri orduları tarafından devrilmektedir (Booth, 1991: 318). Bu gerçekliğin ortaya çıkardığı durumda eleştirel güvenlik bireyleri ve toplumları yapısal ve yerel engellerden ve yanlışlardan kurtarmayı amaçlamalı ve insancıl bir bakış açısıyla özgürleştirici pratikleri geliştirmelidir. Eleştirel güvenlik yaklaşımında, güvenliğe yönelik tehditlerin nesnelerin varlığının dışında ve önceden belirlenmemiştir. Yani güvenliğin nesnesi önceden belirlenmiş bir kimliğe sahip değildir. Dolayısıyla bu yaklaşıma göre “güvensizlikler ve güvensizliğin nesneleri” karşılıklı olarak birbirlerini üretirler (Weldes ve dig., 1999: 10). Bu anlamda güvenlik objektif bir durum değil aksine siyasi ve sosyal süreçlerin özel bir çıktısıdır (Williams 2003: 513). Ancak güvenliğin üretilmesi çoğu zaman güçlü güvenlik aktörleri tarafından sosyal ve özneler arası bir üretimle belirlenmektedir.

Eleştirel kuramcıların en çok üzerinde durdukları konu “gerçekliğin özneler tarafından nasıl algılandığı ve temsil edildiğidir”. Yani tehdidin ne olduğunun araştırmasını yapmaktan öte tehdidin özneler tarafından nasıl algılandığı ve temsil edildiği önemlidir. Özneler, güvenlik nesnelerine kendilerince taşıdıkları anlamlar çerçevesinde bakarken, bu anlamların algılanışının kültürel olduklarını söylemek mümkündür. Buradan hareketle, tehditlerin onu algılayanın sosyal ve kültürel çevresinde üretilmiş sosyal ve kültürel değerler oldukları söylenebilir. Weldes’in yaklaşımı ile “güvensizliğin kendisi ben ve ötekinin oluşturduğu kimlik inşa sürecinin bir ürünüdür”

(Weldes vd., 1999: 10). Topluluklar kimliklerine yönelik tehditleri güvensizlik olarak algıladıklarında aynı zamanda güvensizliğin nesnesi olarak kendi kimliklerini inşa ederek sürdürürler (Bilgin, 2003: 199). Bundan dolayı bu kuramcılar tehditlerin oluşumunda anlamlandırılmasında “söylemin oynadığı rolün” üzerinde yoğunlaşırlar. Ancak dışarıda bir gerçekliğin var olduğunu tartışma konusu yapmazlar dolayısıyla tehditleri yok saymazlar. Bilgin, Wendt’e atıfla, kişilerin nesnelere o nesnelerin onlar için taşıdığı anlam temelinde yaklaştıklarını belirtir. Bu anlamların özü kültürel olduğu için dünyanın anlaşılmasında kullanılan biçimler ve kategoriler söylemler yolu ile üretilir (Bilgin, 2003: 198-199).

Eleştirel güvenlik yaklaşımı her ne kadar güvenlik anlayışında devleti sorunlaştırsa da, devletin güvenlik sağlayıcı olarak önemini teslim eder. Knudsen (2001: 355-368), eleştirel güvenlik çalışmalarının konu edindiği, kıtlık ve buna bağlı açlık sıkıntısı, salgın hastalıklar, göç, kötü çevre koşulları ve kimliğe bağlı çatışmalar yüzünden insan toplulukları ve bireylerin tehdit altında bulunduğunu ve güvensizlik sorunu yaşadıklarını kabul eder. Dolayısıyla yeni güvenlik çalışmalarının devletin dışındaki güvensizlik alanlarını konu edinebilir. Ancak, devletin geleneksel güvenlik anlayışını bir kenara bırakmaması gerektiğini ve güvenlik çalışmalarının merkezinde olmaya devam etmesi gerektiğini belirtir. Knudsen (2001: 363), buna gerekçe olarak devletin önemli altı özelliğini sıralar. Buna göre, devlet tehdit olgusunu tanımlama yetkisini elinde bulunduran en büyük birimdir, seçkinler iktidarını örtülü şekilde devlet üzerinden kullanır, kolektif kimlik ve kültürün oluştuğu yegâne örgütsel birim devlettir, yasal sınırlar çerçevesinde toplumun genelini ilgilendiren meselelerle ilgili karar verme yeteneğine sahip temel aktör devlettir, bir coğrafi alan ve toprak parçası üzerinde yönetim yetkisine sahip ve vergi toplama fonksiyonunu ve aynı zamanda meşruiyet yetkisini elinde bulunduran yegâne organdır. Bu özellikleri sıraladıktan sonra Knudsen, devleti güvenlik öznesi olarak tartışma alanına dâhil ederken, tarihsel bir varlık olan devlet kurumunu değil, devlet kurumunu elinde bulunduran toplumsal sınıf ve grupları sorunsallaştırmak gerektiği sonucuna varır.

Sonuç olarak eleştirel güvenlik teorisinin temel iddiaların altı ilke etrafında toplamak mümkündür (Krause ve Williams 1996: 243; Krause, 1998: 316 ve 317; Kardaş, 2005: 29-30) Bunlardan ilki, dünya politikasında temel aktörlerin devlet olup olmadığı sosyal

olarak inşa edilir ve karmaşık tarihsel süreçlerin üretimi sosyal, siyasi maddi ve düşünsel boyutlar içerir. İkincisi, ortak siyasal anlayış oluşturan siyasi pratikler yoluyla özneler yeniden inşa edilmektedir; bu inşa süreci, öznelerin bir kimlik ve ilgi alanı oluşturmasına imkân sağlar. Dünya politikası değişmez ve statik değildir, bu politikalar sosyal bir inşa süreci olduğu için dünya siyasetinin yapıları tanımlanmamıştır. Üçüncüsü, dünya gerçekliğinin açıklanması ve yapılanması sosyal aktörler ve gözlemcileri içeren toplumsal ve sosyal bir süreç olduğu için dünya politikasının pratikleri ve yapıları konusundaki bildiklerimiz nesnel değildir. Dördüncüsü, sosyal bilimler için uygun metodoloji doğal bilimlerdekinden farklıdır. Yorumlayıcı metotlar aktörlerin sosyal dünyadaki yerlerinin anlaşılmasını olduğu kadar araştırmanın merkezi bir odağını oluşturan ve birbiriyle ilgili olan sosyal yapılar ve pratikler arasındaki ilişkinin anlaşılmasını da açıklar. Beşincisi, teorinin amacı geleceğe yönelik bir beklenti oluşturmak ya da genellenebilir nedensel iddialarla tarih üstü bir anlayış inşa etmekten daha çok uygun hedefler için bağlamsal anlayışlar ve pratik bilgiler üretmektedir.

Eleştirel güvenlikte, siyaset güvenlik ilişkisinde bir sorun güvenlik problemi olarak ele alındığında hangi sonuçlar ortaya çıkardığı, güvenlik söylemlerinin sosyal ilişkileri nasıl tanımladığı sorusu keşfedilmeye çalışılır (Huysmans 1998-232-3). Güvenlik politikaları ait olduğu aracın özel bir politikasıdır. Tehdit söylemi ve güvenlik pratikleri siyasi önemlerini belirginleştirmeye yönelik ve insanların belirli bir siyasi topluluğa bağlanma kapasitesini hızlandırmak içindir. Tehdit somutlaştırıldığı ölçüde de siyasi iktidarın pozisyonun yerleşmesine ya da karşı çıkılmasına bir gerekçe oluşturulur (Huysmans, 2000: 2007) Bu bağlamda, güvenlik söylemi, değişimi engellemek için kullanılır. Siyasi iktidarın aktörleri ya da mevcut siyasi iktidarın devamından yana olan aktörler “güvenlik” kelimesini telaffuz etmek yolu ile meseleleri güvenlik alanına dâhil ederler (Weaver, 1995: 55). Güvenliği söylem analizi üzerine bina eden ve “konuşma edimi” (speech act) olarak inceleyen ve güvenlikleştirme kuramının da içinden çıktığı yaklaşım Kopenhag Okulu’dur.

1.5. Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı 1.5.1. Kopenhag Okulu’nun Kuramsal Gelişimi

Kopenhag Ekolü realist güvenlik anlayışının eleştirisi üzerinden güvenlik anlayışı geliştiren bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Weaver Okul’un geçmişinin 1970’ler ve 1980’lerdeki siyaset ve güvenlik çalışmalarındaki geniş ve dar güvenlik kavramları tartışmasına dayandığını belirtir (Weaver, 2004: 8) Ancak Okul’un temeli 1985’te Kopenhag Üniversitesi’nde Barış ve Çatışma Araştırma Merkezi’nin kurulmasıyla atılmıştır. Bu merkez kuruluş aşamasında daha çok Avrupa güvenliği üzerine odaklanmış ve Avrupa’nın güvenliğini de daha çok askeri olmayan boyutlar üzerinden ele almıştır (Huysmans, 1998: 479-480). Okul askeri olmayan tehditleri ve devlet merkezli güvenlik anlayışını sorgulayarak geniş güvenlik anlayışı içeren (toplumsal gruplar, bireyler, devlet, hatta tüm insanlık) yaklaşımı gündeme alması güvenlik çalışmalarında ana akım güvenlik yaklaşımının göz ardı ettiği, yeni güvenlik referans nesnelerine odaklanmayı gerektirmiştir (Huysmans, 1998: 487).1

Okul’un teorileşme serüvenin ilk aşaması 1993’e kadar yaptığı çalışmalar olduğu kabul edilirse (bkz. dipnot ), ikinci aşama ise, Okul’un 1993’te grup üyelerinin katılımıyla Identity Migration and the New Security Agenda in Europe (Waever ve diğ., 1993) başlıklı derleme kitabının yayınlanmasıdır. Bu çalışmada grup, devlet

1Okul’un temsilcileri ilk olarak European Security- Problems of Research on Non-Military Aspect (Jhan, Lemaitre ve Weaver, 1987) başlıklı raporu yayınlamışlardır. Geniş ve dar anlamda güvenlik yaklaşımının tartışıldığı bu çalışmada grup ne geniş ne de dar güvenlik anlayışını benimser. Grubun bu bakış açısı bir anlamda Avrupa güvenliği yaklaşımında ortaya çıkar. Onlara göre, Avrupa’nın güvenliği “askeri düzen kavramından daha geniş sosyal düzen kavramından daha dar” bir çerçevede incelenmelidir. Bu bağlamda, eğer “hayat sağlık, refah”, gibi sorunlar Avrupa güvenliği için problem oluşturursa, yani askeri olmayan sorunlar askeri konularla bağlantısı çerçevesinde devletleri ilgilendirirse güvenlik sorunu olarak ele alınabilinir (Açıkmeşe, 2008: 152-154) Bu çalışmanın ardından grup European Polyhony: Perspectives Beyond East-West Confrontation (Waver, Lemaitre ve Tromer, 1989) adlı kitabı yayınlar ve bir önceki çalışmasındaki varsayımları genişletir ve test eder.

Okul’un güvenliği sektörler ve bölgesel güvenlik kompleksleri olarak ilk defa ele aldığı ve tüm grup üyelerinin katılımıyla The European Security Order Recast: Scenarious for the Pot-Cold War Era (Buzan, Kelstrup, Lemaitre, Tromer ve Waever: 1990) başlıklı çalışma bir anlamda grup üyelerinin daha önceden bireysel çalışmalarında geliştirdikleri yaklaşımları ortak olarak benimsemeleri sürecini başlatmıştır. Çünkü Kopenhag Okulu’nun temelini oluşturan “güvenlikleştirme”, “sektörel analiz” ve “bölgesel güvenlik kompleksleri” yaklaşımı grubun ortak çalışmasının değil bireysel çalışmalarının ürünüdür. Güvenlikleştirme Weaver (1989, 1995 ve 1997), “sektörel yaklaşım” ve “bölgesel güvenlik kompleksleri” ise Buzan (1983 ve 1991) tarafından geliştirilmiştir. Bu çalışmada Okul üyeleri, Buzan’ın geliştirdiği güvenlikte beş sektör yaklaşımı olan, askeri güvenlik, siyasi güvenlik, ekonomik güvenlik, toplumsal güvenlik ve çevre güvenliğini benimsemişlerdir (bkz. Açıkmeşe, 2008)

egemen anlayıştan vazgeçerek devlet ve toplumların her zaman örtüşmeyeceği gerçeğinden hareketle devletlere ek olarak toplumların da güvenlik tehditleri ile karşılaşabileceğini benimsemiştir. Güvenliğin geniş ve dar anlamda anlaşılması tartışmasında Huysmans’a (1998: 482-483) göre Okul iki açıdan geniş güvenlik gündemi ile ilgilenir. Bunlardan ilki, 1980’lerin ikinci yarısında Avrupa’da güvenliğin dar askeri konular ötesinde tartışılmaya başlanmasıdır. Ancak Okul bu tartışmada daha çok güvenliği teorik bir çerçeveye oturtma temelinde yaklaşarak, güvenlik politikaları ve çalışmalarının sistematik ve tutarlı bir açıklama modeline yoğunlaşır. Bu tartışmada ikinci olarak, güvenlik çalışmaları genel olarak ABD merkezli olduğu için kendilerini Avrupa temelli tartışmalara yakın görürler ve bu anlamda teorik tartışmada güvenlik sektörü, güvenlik kompleksi ve güvenlikleştirme bağlamında bir bakış açısı ile yaşanan tartışmaya katkı sağlarlar.

Okul bu tartışmalarda güvenliğe daha sınırlı yaklaşarak daha çok Avrupa’nın güvenliğini tehdit eden konular üzerinde durmuştur. Bu bakımdan “askeri olmayan güvenlik sorunu” daha çok tarihsel özel bir perspektifle Avrupa güvenliği üzerinde siyasi ve bilimsel bir tartışmanın yürütülerek güvenlik problemlerini siyasi amaçlar için de kullanılması üzerinden yürütürler. Dolayısıyla, Okul temsilcilerinin güvenlik yaklaşımı Avrupa’da yürüyen tartışmaların da bir sonucudur. Örneğin Soğuk Savaş’ın hemen ardından yazdıkları ilk çalışmada toplumsal güvenlik üzerine yoğunlaşmışlar ve toplumsal ve devlet güvenliği dinamiği arasındaki ilişkiye eleştirel bir bakış açısı getirmişlerdir (Waever ve diğ., 1993). Askeri ve askeri olmayan güvenlik anlayışı arasındaki ayrımın nasıl yapılabileceği sorusuna okul temsilcileri, güvenliğin siyasi boyutunu öne çıkararak cevap verirler. Onlara göre silah teknolojisindeki gelişmeler ve askeri boyut önemli olsa da savaş olasılığını tanımlayamazlar. Bu bağlamda bu gelişmelerin siyasi alana transfer edilerek, politik bir sorun olarak ele alınması durumunda güvenlik sorunu inşa edilmeye başlanır. Sonuçta güvenlik askeri tehditlerden daha çok “sübjektif” bir temelde oluşturulur (Huysmans, 1998: 487). Kopenhag okulunun yeni bir evreye geçtiği dönem Security: A New Framework for Analysis (Buzan, Waever ve Wilde, 1998) başlıklı kitaptır. Bu kitapla birlikte Kopenhag okulunun daha önceki çalışmalarındaki teorik yaklaşımların eksiklikleri giderilmiştir. Örneğin güvenlik sektörleri arasındaki ilişkinin kavramasal bir çerçevede

açıklanarak nasıl güvenlik tehditleri ürettiği sorunu bu çalışmada “konuşma edimi” yaklaşımı çerçevesinde tüm yönleri ile ele alınmıştır (Huysmans, 1998: 487). Okul daha önceki çalışmalarında güvenlik kavramının analizinde tehditlerin inşa edilişini Wolfers’e (1952: 50) atıfla “kazanılmış değerlere tehdit” ve “bu değerlere saldırı olabileceği korkusu” (objektif-subjektif güvenlik algısı) temelinde “gerçek tehdit” ve “algılanan tehdit” çerçevesinde ele almıştı. Grup üyelerinden Weaver’in 1995’te geliştirdiği “güvenlikleştirme” yaklaşımında daha önceki “tehdit algılaması”na yönelik bakış açısı değişmiştir (Weaver 1995). Bu bağlamda, tehditlerin oluşumunda “algılama” yaklaşımından “konuşma edimi” yaklaşımına geçilmiştir. Ancak bu geçiş önceki yaklaşımların bir tarafa bırakıldığı anlamına gelmemektedir (Huysmans, 1998: 487).

Okul’un üç ana yaklaşımından biri olan “bölgesel güvenlik kompleksleri” 2003 yılında yayınlanan Regins and Powers: The Structure for International Security başlıklı çalışma ile ayrıntılı bir şekilde teorik bir yaklaşım olarak ele alınmıştır. Bu çalışmada dünya dokuz güvenlik bölgesine1 ayrılarak bu alanlardaki güvenlik sorunları güvenlikleştirme perspektifinden incelenmiştir (Buzan ve Weaver 2003). Bu teori ilk kez Barry Buzan tarafından ele alınmış (Buzan, 1983, 199) zaman içerisinde geliştirilerek okulun ortak yaklaşımı haline gelmiştir. Okul önceleri bu yaklaşımı genelde Avrupa Merkezli bir teori olarak geliştirmiş, 1998 ve 2003 yıllarında yayımladıkları yeni çalışmalarda bu alanı genişleterek güvenliğin tüm sektör ve alanlarını kapsar bir hale getirmişlerdir (Buzan ve diğ., 1998, Buzan ve Weaver 2003).2

1Bu dokuz güvenlik bölgesi, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Sovyet Sonrası ortaya çıkan bölge, Ortadoğu, Güney Afrika, orta Afrika, güney Asya, Doğu Asya’dır.

2Bölgesel güvenlik analizinde Okul, coğrafi yakınlık hususunu öne çıkarır. Çünkü coğrafi yakınlık siyasi ve askeri anlamda daha kolay ve hızlı güvensizlik üretir. Kopenhag Okulu bu yaklaşımı geliştirirken ulusal ve küresel düzeyde yapılan güvenlik yaklaşımlarının eksikliklerini de göz önüne alarak bu tip bir güvenlik yaklaşımının daha rasyonel olduğunu ileri sürer. Okul zaman içinde bölgesel güvenlik anlayışını genişletmiştir. Huysmans’a göre bunun nedeni, siyasi ve askeri konulardaki devlet merkezli yaklaşımın sosyal inşacı bakış açıları ile geliştirilerek sektörel güvenlik anlayışının yaklaşıma dahil edilmesidir (Huysmans, 1998: 487-488). Okul bu değişimi 1998’deki çalışmasında tartışarak eski ve yeni bölgesel güvenlik kompleksi olgusunu tanımlayarak bir anlamda geldikleri yeni durumu açıklığa kavuştururlar. İlk çalışmalarında güvenlik kompleksi “önemli derecede güvenlik algısı ve endişesi bakımından birbirine bağlı olan devlet kümelerinin biri olmadan diğerinin ulusal güvenliklerin makul bir

şekilde analiz edilemeyeceği ve çözülemeyeceği gerçeğinden hareketle” tanımlanır (Buzan ve diğ.,

Kopenhag Okulu’nun güvenlik çalışmalarına getirdiği en önemli katkılardan birisi, insan topluluklarının güvenliğinin etkilendiği beş ana sektörü güvenlikleştirme teorisine uyarlamasıdır. Okul’un burada öne çıkardığı husus askeri tehditlerin toplumlar için tek güvensizlik kaynağı olmadığıdır. Diğer sektörlerdeki güvensizlikler de bir tehdit kaynağı olarak hem kendi başına hem de askeri sektöre taşınarak bir güvensizlik kaynağı oluşturmaktadır. Güvenliği sektör temelinde incelemenin önemli bir katkısı, sektörler arasındaki özel ilişki tiplerinin tanımlanarak birbirinden etkileşimini de ortaya koymaktır. Bu sektörler, askeri güvenlik, siyasi güvenlik, ekonomik güvenlik, toplumsal güvenlik ve çevresel güvenliktir (Buzan ve diğ., 1998: 7).

Askeri güvenlik bağlamında güvenlikleştirme, dış tehditlere yoğunlaştığında, “bir taraftan aktörlerin ellerinde tuttukları saldırma ve savunmaya yönelik gerçek imkan ve kabiliyetler ile diğer taraftan birbirlerinin imkan ve kabiliyetleri ile niyetlerine yönelik algılamaları arasında iki aşamalı bir etkileşim haline gelir”. Bu bağlamda askeri güvenlikleştirme bir taraftan savaşla doğrudan ilgili iken diğer taraftan rekabete dayalı

Outline

Benzer Belgeler