• Sonuç bulunamadı

Şeyh Sait Ayaklanması: Güvenlikleştirici Söylemlerin Meşruiyet Alanı ve Kolaylaştırıcı Koşullar Kolaylaştırıcı Koşullar

BÖLÜM 2: ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ GÜVENLİKLEŞTİRME SİYASETİSİYASETİ

2.2. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası: Erken Cumhuriyet Dönemi Siyasal Alanın Güvenlikleştirilmesinin İnşası

2.2.2. Şeyh Sait Ayaklanması: Güvenlikleştirici Söylemlerin Meşruiyet Alanı ve Kolaylaştırıcı Koşullar Kolaylaştırıcı Koşullar

Güvenlikleştirme, bir sorunun güvenlik sorunu olarak, varoluşsal bir tehdit söyleminin özeneler arası kurulumu yoluyla, (aktör ve alımlayıcı kitle) tanımlanmasının ardından olağanüstü önlemlerinin alındığı sürecin “meşrulaştırılması” olarak ele alındığında, alınacak kararların alımlayıcı kitlede meşruluk hissi sağlaması için bir takım olaylara gönderimde bulunulması gerekir. Daha somut bir ifade ile, güvenlik politikaları ait olduğu aracın özel bir politikası bağlamında tehdit söylemi ve güvenlik pratikleri, siyasi önemleri belirginleştirmeye yönelik ve insanların belirli bir siyasi topluluğa bağlanma kapasitesini hızlandırmak amacını taşır. Dolayısıyla, tehdit somutlaştırıldığı ölçüde siyasi iktidarın pozisyonun yerleşmesine ya da karşı çıkılmasına bir gerekçe oluşturur (Weaver, 1995: 55; Walker, 1990: 5; Huysmans, 2000: 207). Güvenlikleştirmenin başarılı olması için iç ve dış koşulların varlığı güvenlikleştirmenin kolaylaştırıcı yönüne işaret eder. İç koşullarda güvenlik söylemi içerisinde “varoluşsal tehditler, çıkış yolunun bulunmayışı veya muhtemel bir çıkışın olmayışı” gibi dramatik ifadeler bulunması alımlayıcı kitlenin daha kolay ikna edilmesi içindir (Buzan ve diğ.1998: 32). Söz ediminin başarısı için öngörülen dış koşullar iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki, “söz ediminde bulunan güvenlikleştirici aktörün sosyal konumu” ile ilgilidir. Sosyal konumdan kastedilen husus güvenlikleştirme ediminde bulunan aktörün alımlayıcı kitle üzerinde güvenlikleştirme iddiasını benimsetmeye yeterli derecede etkiye sahip olabilecek otoriter bir konuma sahip olmasıdır. Bu anlamda bu otoritenin resmi otorite olması şart değildir. İkinci dış koşul ise, “objektif olarak” var olduğu kabul edilebilen ve “gerçek bir olaya” referans verilen tehdit ile ilgili tarihsel koşullardır (Weaver, 2003: 14, Buzan ve diğ., 1998: 32-33).

13 Şubat 1925’te Bingöl’de başlayan ve bölgede hızla yayılan Şeyh Sait İsyanı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Cumhuriyet’e tehdit olarak algılanmasının somutlaşmasında önemli bir meşruiyet aracı olmuştur. Bu bağlamda, parti ile bağlantısı olan birçok kişinin yapıp ettikleri Şeyh Sait İsyanı’na eklemlenmiş ve partin

kapatılmasında söz konusu üyelerle ilgili söylemler meşruiyetin sağlanması için bir referans olarak kullanılmıştır. İsyanın başlaması haberinin ardından Parti, bu olayın ortaya çıkmasının bir sebebi olarak gösterilmeye başlanmıştır (Koçak, 1997:100). Aydemir’e (1993: 216) göre isyan bölgesinde partinin teşkilatlanması olmamasına ve parti elamanlarının isyanla ilgili bir bağlantısı tespit edilememesine rağmen, parti mensuplarına karşı bir “hücum” başlamıştı. İsyan, Zürcher’in (1992: 107) tanımlaması ile “hem Kürt ulusçuluğu hem de İslamcı tepki karakterini” taşıyordu. Lewis’e (1998: 266) göre, “Allahsız Cumhuriyeti devirmeyi ve halifeyi geri getirmeyi isteyen derviş şeyhlerin yönettiği” bir kürt ayaklanması; Tunçay’a (2005:136) göre “daha çok, dinsel bir giysi altında ulusal bir başkaldırı[dır]”; Ahmad’a (2002: 75) göre ise, “isyanda güçlü bir Kürt ulusçu öğesi” olmakla birlikte isyanın patlak verdiği ve geliştiği ortam dikkate alındığında “dini öğeler” daha ağır basmaktadır. Sonuç olarak, Cumhuriyet’in resmi söylemi, Şeyh Sait ayaklanmasının “irtica” ve “karşı- devrim” (Tunçay, 2005: 136 ) bağlamında Cumhuriyet’e karşı bir tehdit olduğu yönündedir. Bu anlamda İsmet İnönü’nün isyanla ilgili açıklaması resmi tarih tezinin üretilmesi için temel gerekçeyi oluşturur: “Şeyh Sait, harekât esnasında dini kurtarmak davasını açıktan ortaya atmış bulunuyor. ‘Hilafet kalkmıştır din tehlikededir. Dini kurtarmak lazımdır’. Davaları bu. Şeyh Sait isyan hareketini, böylece bütün bir memlekete milli bir hareket olarak değil bir din hareketi olarak gösteriyor” (Cumhuriyet, 17 Şubat 1925’ten aktaran Ertunç, 2004: 96). Zaten, isyanın “irtica” ve “karşı-devrim” bağlamında değerlendirilmesi, sadece doğudaki bastırmayla sınırlı kalmaması sonucunu doğurmuş, “genel bir karşı hareketi haklı kılmak” için ülkenin diğer yerlerinde de muhalefeti bastırmada kullanılmıştır (Tunçay, 2005: 136).

Cumhuriyet Halk Fırkası’nın içindeki radikal grup, özellikle Fethi Bey Hükümetini Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programındaki “dine saygılı” ifadesinin açıkça “gericilik” olduğu halde bu partiye karşı yeterli derecede önlem almamakla suçlamışlardır (Koçak, 1997:100). Siirt Mebusu Mahmut Bey, İsyanın nedenini Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programına dayandırıyor ve “muhalif fırkanın programı nifakla doludur” derken, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ise, ayaklanmanın arka planında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın olduğu iddiasını ileri sürmekteydi (Yüceer, 2002: 540). Mustafa Kemal Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı

Cumhuriyet’e bir tehdit unsuru olarak görmekte ve Şeyh Sait isyanına partinin cesaret verdiğini düşünmekteydi. Bu düşüncesini daha sonradan Nutuk’ta açıklayacak ve isyanı, “Cumhuriyet rejimine, çağdaş yenileşmeye karşı cahillik, bağnazlık ve bir türlü düşmanlık ayağa kalkması” olarak açıkça tanımlayarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı isyana umut vermekle suçlayacaktır. İstiklal Mahkemeleri’nin “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası denilen muzır teşekkül-i siyasiyi seddetti” tespitiyle bir anlamda partinin kapatılmasının meşruluğuna Şeyh Sait İsyanı’nı gerekçe gösterecekti (Nutuk, 1997: 593-594).

İsyanın başlamasının ardından, Başvekillikten istifa eden ve İstanbul Heybeli Ada’da dinlenmekte olan İsmet Paşa Ankara’ya dönmüş ve 21 Şubat’ta Mustafa Kemal ile görüşmüştür. Görüşmenin yapıldığı aynı gün akşam, Çankaya Köşkü’nde Mustafa Kemal başkanlığında Cumhuriyet Halk Fırkası başkanı İsmet Paşa, Başvekil Fethi Bey ve TBMM Başkanı Kazım Paşa’nın katıldığı bir toplantı yapılmış ve ayaklanmaya karşı alınacak önlemler görülmüştür. Aynı gece Mustafa Kemal ayrıca hükümet üyeleri ile bir araya gelerek doğu illerinde sıkıyönetim ilan edilmesini kararlaştırmışlardır (Koçak, 1997: 100). Aslında sıkıyönetim ilanının Meclis tarafından sonradan görüşülmesi prosedürün yerine getirilmesinden başka bir anlam taşımadığını belirtmek yanlış olmaz. Meclis’te konunun görüşülmesi sırasında yaşananlar, bu durumun açık bir göstergesiydi. Bu anlamda sıkıyönetimin ilan edilmesi hukuki olmaktan daha çok egemen olanın istisna halini belirlediği (Schmitt, 2005) bir durumdu.

25 Şubat 1925’te Başvekil Fethi Bey, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Başkanı Kazım Karabekir ve Umumi Kâtip Ali Fuat Paşa’yı ve Rauf Bey’i1 davet ederek partilerinin gelecekleri ile ilgili telkinlerde bulunmuştur. “Size, fırkanızı kendi kendinize dağıtmanızı tebliğe beni memur ettiler. Dağıtmasanız geleceği çok karalık görüyorum. Kan dökülecektir… sizinle bu surette konuştuğuma çok müteessirim. Bilirsiniz ki ben, her türlü örfü muamelenin aleyhindeyim… azınlıkta kalacağımdan korkuyorum” (Orbay, 1993: 181; Cebesoy, 1960: 143; Aydemir, 1993: 217, Mango, 2004: 492). Mustafa Kemal, sonradan bu uyarının kendisi tarafından yapıldığını

1

Nutuk’ta teyit etmiştir. Gerekçesini ise, Muhalefet partisinin “muzır ve isyan ve irticaa müşevvik vaz’ı ve mahiyetinde” olduğuyla açıklayacaktır (Nutuk, 1997: 593).

25 Şubat’ta Doğu illerinin bazılarında sıkıyönetim ilan edilmesine yönelik hükümet önergesi Meclis’e sunuldu. Meclis’in 64. birleşiminde görüşülen sıkıyönetim ilanı önergesi üzerine söz alan Başvekil Ali Fethi Bey, isyanın ortaya çıkışı, isyanı kimlerin kışkırttığı ve isyancıların üzerinden çıkan broşürlerde ulusal bir Kürt hükümetinin kurulmasına ve Şeriat’ın egemenliği ve Hilafetin yeniden kurulmasına yönelik isteklerin bulunduğuna ilişkin açıklamalar yapmıştır. Ali Fethi Bey konuşmasında ayrıca, isyanın niteliği ile ilgili 1912 Arnavut isyanı ve 31 Mart 1909 isyanına atıf yapmış, “[g]erek otuz bir Mart vakasının, gerekse Arnavutluk isyanının Türk Milletine, Türk vatanına vurduğu mühim darbelerden Türk Cumhuriyetini vikaye etmek için, Hükümetiniz her türlü tedabiri almaya azm eylemiştir” söylemi ile de bu isyanlar arasında paralellikler kurmuştur (TBMM, 1341, 306-309) Bu gibi geçmiş üzerinden geliştirilen güvenlikleştirici söylemler (Vuori, 2008) Cumhuriyet tarihi boyunca birçok gelişme de kullanılacak ve bir takım yeni sorunların da güvenlik gündemine alınmasında meşrulaştırıcı bir gerekçe oluşturacaktır. Konuşmasında Ali Fethi Bey, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile ilgili doğrudan herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır. Zaten Ali Fethi Bey’den sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adına söz alan Kazım (Karabekir) Paşa da “şiddetli alkışlar” arasında hükümeti destekleyen kısa bir konuşma yapmıştır:

“Bu, mahdut mütegallibenin, haricî teşvikatla bazı emellere nail olmak için, halkı dini tahrik ile idlâl ettikleri anlaşılmıştır. Dini âlet ittihaz ederek, mevcudiyeti milliyemizi tehlikeye koyanlar, her türlü lanete lâyıktır. Hükümetimizin kanunî olan icraatına biz de bütün mevcudiyetimizle müzahiriz. Dahilî ve Haricî herhangi bir tehlike karşısında, bütün cihan bilmelidir ki, bu vatanın yekvücut evlâtları her zaman, her fedakârlığa amadedir” (TBMM, 1341: 309).

Sıkıyönetim ilanının oybirliği ile kabul edilmesinin ardından Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda değişiklik önergesi görüşülmüştür. 24 Şubat’ta Meclis’e gönderilen önerge, “muaccelen” görüşülmesi kararlaştırılmış ve 25 Şubat’ta Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmüştür. Yürürlük ve uygulama maddeleri hariç kanun bir maddeden müteşekkildi:

“Dini veya mukaddesatı diniyeyi siyasî gayelere esas veya âlet ittihazı maksadıyle cemiyetler teşkili memnudur. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar haini vatan addolunur. Dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek,

şekli devleti tebdil ve tağyir veya emniyeti devleti ihlâl veya dini veya mukaddesatı

diniyeyi alet ittihaz ederek her ne suretle olursa olsun ahali arasına fesat ve nifak ilkası için gerek münferiden ve gerek müştemian kavli veya tahriri veyahut fiilî bir şekilde veya nutuk iradı veyahut neşriyat icrası suretiyle harekette bulunanlar kezalik haini vatan addolunur” (TBMM, 1341: 310).

Aslında Kanunun Meclis’te görüşülmesi sırasında acele kabul edilmesi üzerinde durulması gereken bir husustur. Çünkü güvenlik söylemlerinde “varlığa kastedilen tehditler karşısında acil ve olağanüstü önlemlerin” (Waever, 2003: 9) alınması en önemli hususlardan birisidir. Bu bağlamda bu kanun Meclis’te görüşülürken “muaccelen” görüşülmesi kararlaştırılmıştır. Kanunun müzakeresine yönelik geneli üzerinde söz alan olmadığı gibi maddelerle ilgili müzakereye sıra geldiğinde Bozok Vekili Süleyman Sırrı Bey’in madde metninde geçen “ahali” kelimesi yerine “halk” tabiri kullanılsa daha iyi olur önerisi bile “Allah çıldırtacak sesleri” ile susturulmuştur. Karesi Vekili Vehbi Bey’in “Mukaddesatı diniyeden neler kastediliyorsa zapta geçsin, tavzih edilsin” önerisi ise, “hemen reye” geçilsin itirazları ile tartışma uzamadan sonlandırılmıştır (TBMM, 1341: 311). Bu bağlamda, olağanüstü halin ilan edilmesi ve ilan ediliş süreci hem Weaveryan anlamdaki güvenlikleştirmeye hem de Schmittyen anlamdaki siyasal olanın güvenlikleştirmesine uymaktadır. Ayrıca Meclis’te kararın hem iktidar hem muhalefet milletvekilleri ile oybirliği ile alınmış olması alımlayıcı kitlenin iknası bakımından da önemlidir.

İsyanın Başlamasının ardından 21 Şubat’tan itibaren yaşananlar, güvenlikleştirme siyasetinin nasıl işlediğini yeterince açık eder. Güvenlikleştirici aktör olan Mustafa Kemal, Çankaya köşkünde Cumhuriyet Halk Fırkası Başkanı İsmet İnönü, Başvekil Fethi Bey ve TBMM başkanı Kazım Paşa ile bir araya gelir. Mustafa Kemal önce bu üç önemli aktörü ikna eder (alımlayıcı kitle) , sürecin nasıl işleyeceğini belirler. Ardından da Fethi Bey, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ileri gelenleri ile görüşerek partiyi kapatmalarının gerektiğini belirtir. Fethi Bey’in Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensuplarına karşı dile getirdiği güvenlik söylemine bakıldığında parti dağıtılmadığı durumda geleceğin çok karanlık (güvenlik grameri-iç koşul-internal) olacağını söylemesi tipik bir güvenlikleştirme adımıdır. Çünkü olağanüstü bir dönemden geçilmektedir ve acilen önlem alınması gerekmektedir. Olağanüstü süreci gerektiren unsur Şeyh Sait isyanıdır (bağlam-context-dış koşul-external). Hem Kazım Karabekir’in Meclis’teki konuşması hem de sıkıyönetim ilanının oybirliği ile alınması

özelde Şeyh Sait isyanı üzerinden yürüyen güvenlikleştirme adımının, genelde ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasına yönelik güvenlikleştirme siyasetinin başarıya ulaştığını gösterir (Weaver, 1995; Buzan ve diğ. 1998; Balzacq, 2005; 2008; Sritzel 2007). Sıkıyönetimin çerçevesini çizen yasa metnine bakıldığında ise, daha önceden dile getirilen güvenlikleştirme söylemlerinin izi kolaylıkla görülebilir. Bu anlamda Güvenlikleştirme siyaseti sadece söylem üzerinden değil yasal ve kurumsal düzenlemeler üzerinden de devam eder (Holm, 2004). Bu süreç sonradan Türkiye siyasal yaşamındaki siyasal alanın güvenlikleştirilmesinde genelde başvurulan bir yöntem olarak devam edecektir.

Bu gelişmelerin ardından, Mart ayında da gazetelerin bir çoğu haberlerini, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensuplarının İstiklal Mahkemelerinde tutuklanmasına ayırmış ve güvenlikleştirici söylemlerin pekişmesine hizmet etmiştir. Son Saat gazetesi “terakkiperverlerin Urfa ve civari temsilcisi eski mutasarrıflardan Fethi Bey İstiklal Mahkemesi’ne verildi” haberinde Fethi Bey’in “memleketin huzur ve sükununu ihlal edecek propagandada bulunduğu ezcümle kuva-yı tenkiliyyemizin miktarı hakkında malumat cem’ine çalıştığı ve asilerden Siverekli Şeyh Eyup ile muhaberede bulunduğu” gerekçesiyle bu kararın alındığı belirtiliyordu (aktaran Ateş, 1998:156). Ayrıca daha sonradan Takrir-i Sükun Kanunu’na göre kapatılmış olmasına rağmen dönemin sol ve komünist çizgideki yayın organları Aydınlık ve onun kitle yayın organı olan Orak Çekiç de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na karşı önemli bir muhalefet yürütmekte ve yayınları güvenlikleştirici söylemlere hizmet etmekteydi. “Yobazların Sarıkları Yobaz Zümresine Kefen Olmalı”, “Yobazlarıyla, Ağalarıyla, Şeyhleriyle, Halifeleriyle, Sultanlarıyla Birlikte Kahrolsun Derebeylik!”, “İrtica ve Derebeyliğe Karşı Mücadele için Köylüler, Ameleler Etrafında Teşkilatlanmalıdır”, “İngilizlerin Oynattığı İrtica Kuklası” başlıklı haberleri Şeyh Sait İsyanı’nı hedef alır gibi görünse de aslında Cumhuriyet’e karşı tehdit gördüğü diğer “irticai” unsurlara odaklandığı aşikârdı. (Öngider, 2009 315-316).Cumhuriyet’in bekasının tehlikede olduğu tezi çerçevesinde iktidar elitleri tarafından “irtica” ve “karşı devrim” söylemlerinin, dile getirilmesi ve buna ilaveten güvenlikleştirme de önemli işlev gören ve fonksiyonel aktör olarak tanımlanan basın tarafından da bu söylemlerin

desteklenmesi güvenlikleştirme söyleminin yeterli düzeye ulaşmasına ve güvenlikleştirmenin başarılı olmasına hizmet etmekteydi.

2.2.3. Güvenlikleştirmenin Başarılı Olması: Takriri Sükûn Kanunu ve

Outline

Benzer Belgeler