• Sonuç bulunamadı

GÖZLERİN Bir yıldızsız gece kadar karanlık,derin;

Kalbe,sıcak ürpermeler verir gözlerin; Bir bakışta tâ ruhuma doldu kederin Kalbe,sıcak ürpermeler verir gözlerin!..

Durgun,neftî göller gibi süzülür bazı, Ah onlardan öğrendim ben nazı,niyazı! Karşısında âşıklar can vermeğe râzı Kalbe,sıcak ürpermeler verir gözlerin!

FANTAZİ:

PİRE

On yedi yaşının ateşli zamanlarını ben de geçirdim.Her yeni yetişen genç çocuk gibi o ânın macerâtlarını,eziyetlerini,yataklarda kıvranarak,lamba önünde uzun uzun düşünerek şuh,açık kitaplar üstünde ağlayarak,çırpınarak tattım.Sokakta,evde her gördüğüm kıza karşı gözlerim büyür,kalbim çarpar,şakaklarımın damarları gerilirdi.Kıvrak kadınların en lakayd hareketleriyle kalbimdeki ümitler çoğalır,manasız göz kırpışlarında visâl va’dleri arar, nezaketle baş eğişlerinde bir davet işareti his ederdim.

Uzak, yakın bütün bildiklerin kızları, kadınları benim delice hareketlerimden usanmışlardı.. En ciddilerini aman vermeden öper,en muhterizlerini koridorlarda,köşelerde,kapı aralarında sıkıştırırdım.Kimi,çocukluğuma verir, aldırmaz:

-Deli, derdi, ben senin annen yerindeyim.

Kimisi, asabî ve hiddetli, anneme, teyzeme şikayet için koşarlardı.

Sokakta daha uslu ve akıllıydım.Tabii bu kadarına cesaret edemezdim.Yalnız, bazı arkadaşlarımın haşarılığına uyar,mekteplerin kapısında bekler,galebelik bir alâyla kimi yele permalı, kimi çarşaflı, kolları çantalı kızları evlerine kadar teşyî ederdik.

Fakat, muvaffakiyetim nihayet böyle çocukça deliliklerime,akılsızca cesaretlerime münhasır kalıyordu.

Şeytan ü tesadüf, ilk avı bana nasıl yakalattırdı, size anlatayım:

Bir haftadan beri evimize uzak akrabadan bir genç kız gelmişti.Bilmem neden?Herkese tatbik ettiğim yaramazlıkları bu kıza göstermiyordum.Karşısına

çıktığım zaman cinnet damarlarım,gençlik hislerim uyuşur,başım önüme düşük; vaz’iiyetim hürmetkâr, sessiz ve sakin kalırdım.Acaba lâ-kaydmıydım.

Hayır!Çünkü belki de şimdiye kadar gördüklerimin hepsinden güzeldi.Yüksek ökseler üstünde oynayan vücud…Fırça artığı hafif çekilmiş iki kaş merhamet ile tehdidi mezc etmiş nazarlar.Yalnız biraz fazla hanımdı.Ötekiler gibi erkekliğin meziyetleri önünde şaşkın,hayran bakıp kalmıyor,en ufak bir şaklabanlığı,el çırpıp kahkahalarla tasvîb etmiyordu.Sanki o herkesten üstündü,kadınlarda da erkeklerden de…

Bu hal biraz da hoşuma gitmiyor değildi,Fakat elimden ne gelir!Dedim ya bir hafta biz bu kızla,abla kardeş gibi,ciddi konuştuk,oturduk,kalktık.Ama ahd etmiştim.Hem diğerleri gibi o ucuz kurtulamayacaktı.Neye mal olursa olsun aşkın nihayetini bulacak,sevginin mes’ud gayesine erişecektim.

Bir akşam odamda yalnız kalmış “Marsel Prevo”yu okuyordum.Baktım onun odasında ışık var.Penceresi tamamiyle gözüküyordu.Tül perdenin arkasında hayaletler kalkıp iniyor; entari,gömlek gibi büyük parça eşyalar havadan savrulup yere düşüyordu.Acaba dedim böyle galebelik ve mücadele…Sakın içeriye birisini almış olmasın?Ayaklarımın ucuna basarak sofanın köşesini döndüm.Anahtar deliğinden seyrediyordum.

Gömleğinin omzu düşük,saçları karmakarışık karyolaya yan oturmuş,kollarını ayaklarını oynatıp duruyordu.Odada başka kimse de yoktu.Öyle iken kendi kendine söyleniyordu.Etraf darmadağınıktı;iç çamaşırları şezlongun köşesine,sandalyelerin üstüne dayak yemiş birer kedi gibi büzülmüşlerdi.Cibinlik,bir saraylı fotuzuna benzetilerek tavana doğru toplanmıştı.Ah şimdi de tepinmeye başladı.Silkiniyor,zıplıyor,mühür basacakmış gibi şehadet parmağını ağzında ıslatarak bazen koltuğunun altına bazen bacaklarına yapıştırıyordu. Anladım..Üstümü başımı düzelterek içeriye girmeye hazırlandım.O bir taraftan meşgulken dışarıdaki çatırtıyı duymuş olacak benden evvel kapıyı açtı.

-Aaa dedi,çapkın,ne arıyorsun benim odamda?Defol!

Ben hiç ciddi görünmedim gülerek parmağımı ıslattım.’’Buldum’’ diye göğsüne bastırdı.O da dayanamadı güldü.Sahi mi dedi?Yalancı,hani?

-Ne yapayım, görüyorsun ya halimi.Evli kadınların huysuz kocaları, genç kızların da pireleri birbirine taş çıkarırlar.

Ben cevap verdim hem de yavaş yavaş içeriye giriyordum.

-Huysuz kocaları bilmem ama heralde pirelere gıpta ederim. -Hadi oradan sen olsan olsan tahta kurusu olurdun.

Bazen de böyle çapkınlaşırdı.Gözleri süzülür, kirpikleri her vakitkinden fazla birbirini karşılar, dudakları bükülürdü.

Cümleler ağzından lâ-kayd üflenmiş ıslık şeklinde çıkardı.Böyle zamanlarda bir san’at levhası halini alır, bir model mükemmeliyetini takınırdı.

Elleri takallüs etmiş, iki parmağını oğuşturarak bütün kuvvetiyle hasımını öldürmeye çalışıyordu.Zavallı civanı,yüzsüz bir aşık gibi ezdi,bozdu,hırpaladı.Artık tamamiyle mahvetiğinden emin,mes’ud ve mağrûr parmaklarını açınca ‘‘pire’’ diye bir siyah noktayı avucundan fırlattı.

Şimdi tuttuğu balık tekrar denize atlayan bir balıkçı,yere düşürdüğü av tekrar havalanan bir avcı kadar hiddetli ve me’yûstu. Hemen,hemen sinirleniyordu. ‘‘Of!..’’ dedi bu hayvan da…

Hayatın bu kurnazlıkları bana daha uğratmamış olmasına rağmen gayr-i ihtiyârî..

-İstersen,dedim,sana yardım edeyim.Beraber arayalım. -Git,istemem!Sen ha!Utanmıyor musun?

-Söz veriyorum,bir doktor kadar ciddi,bir hoca gibi saf olacağım.

-Yalnız gömleğinin üstünü ara.

İki saat kadar uğraştık.Sarıya çalan hayvanı ele geçirmek kabil olmadı.Mahir oyuncuların ayakları üstünde yere düşmek nasip olmayan top gibi oradan oraya sıçrıyordu.

İkimiz de yorulmuş,bitab bir halde idik.

-Hani ya,diye sordu;beceriksiz,sen de bulamadın.

-Pireye nikahlı değilsin ya,dedim,huysuz bir koca gibi mütemadiyen onunla mı yaşamaya mahkumsun?Elbet kaçmıştır.

-Ya kaçmamışsa.

-Yarın akşam yine ararız!..

Ahmet Hidayet

BERCESTE MISRALAR