• Sonuç bulunamadı

BERCESTE MISRALAR Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer

Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz

Bugün şâdım ki yâr ağlar benimçün

Dürdâne-yi derûnu için çâk olur sadef Gözleri bezm-i ezelden beri mağmur gibi

YEMİN

Ah on beş yirmi sene evvel…Hayat bana tatlıydı:Yaşamanın,eğlenmenin hoş bir zevki,güzel bir şekli vardı.Kadınlar başka,erkekler başka,ruhlarımız başkaydı.En büyük günahlar bile ‘‘din,iman,terbiye,namus,nezaket’’ perdesi altında hiç sezdirilmeden yapılır,masumluğun mukaddes fûsunu,aslâ kayıp edilmezdi.Ben,o vakitler Doğancılardaki Hacı Hafız Sıddıka Mualla’nın meşhur evine

dadanmıştım.Matlube isminde bir kızı çıldırasıya seviyordum.Son yangınlarda yanan o kırmızı aşı boyalı viran ev,duvarları hanımelleriyle sık sarmaşıklarla örtülmüş koca bahçe,yeşil çıkrıklı,mermer bilezikli kuyu hala gözümün önünde…Hacı Hanım çok sufî bir kadındı.Bütün şişman vücudunu kaplayan kocaman baş örtüsünün içinde gök mavi gözleriyle – tıpkı bulutların arasında kalmış ihtiyar bir melâike gibi – bakar, ağzından hiç kötü söz çıkmazdı.Abdest,namaz,oruç en birinci merakıydı.Yanındaki kızlardan birisine tutulanı mutlaka ibadete başlatırdı.Sokağa bakan alçak tavanlı odacığı tabii ki mini mini bir meccitti.Kıble tarafında mihraba benzer bir girintisi bile vardı.Buraya serili pamuk doldurulmuş yazma seccadesinden ateşi hiç sönmeyen gusülhaneye bakmak için sık sık kalkardı.Kızlarının da hepsi sufîydi.Hiç birisine alafranga esvap giydirmez,korse taktırmaz,yüzlerine allık,pudra sürdürmez,gözlerine sürme çektirmezdi.Dört peşli mavi basma entarisiyle,fes rengi oyalı yemenisiyle tombul Matlubecik ne şirindi.Ben gelir gelmez,şimdiki zamane kızları gibi,hemen boynuma atlamaz ‘‘Haydi gusülhaneye, arslanım!’’ diye yavaşça yukarı çıkarır;beni yıkar,temizler,abdest aldırtır,çamaşırlarımı değiştirirdi. Sonra,hacı hanımın elini öpmek için odasına inerdim.Ne kadar vakit namazlarını onun odasında yan yana kılmıştık.Hele ramazanları…Bir sene bütün bir ramazan Matlubeyle kapanmıştım.Sahurdan bir saat evvel Hacı Hanım kapımızı vurarak bizi uyandırıyordu.Suyu ısınmış gusülhaneye koşuyor,soyunup abdestimizi alıyor,sofranın başına,temiz temiz, saçlarımızın nemiyle geliyorduk.Yemekten sonra imsak topunu beklemek ne uluî bir neş’eydi!Bazen sabah namazını kılar,öyle yatardık.Gündüz,öğle namazından sonra Hacı Hanım kızlarını câmi’ye va’aza götürürdü.

-Matlube evde kalsın!Ben yalnız ne yapayım Hacı Nine! diyecek olsam: - Nafile namaz kıl,aşr oku,hiç canın sıkılmaz yavrum.

cevabını verirdi.Benden başka eve gelen erkekler hep hısım akraba,hep süt oğul,ahret evladı filandı.Matlube benden başka hiçbir erkeğe çıkmıyor,en yakın akrabalardan,hatta erkek kardeşinden bile kaçıyordu.

Bir gün ikindi namazından sonra Hacı Hanımın odasında oturuyorduk.Matlube çamaşır katlıyor,diğer iki kız,Kadriye ile Firdevs yorgan

kaplıyorlardı.Hızlı hızlı kapı çalındı.Matlube cumbaya koştu sonra birden bize döndü.

- Hacı anne… Sabri… dedi - Sabri mi?

- O vallahi… -……

-……

Birbirlerine bakıştılar.Hacı hanım seccadesinden kalktı.Matlube sararmıştı.Öteki kızlar da şaşkın şaşkın,kapladıkları yorganı topluyorlardı.

- Bu Sabri kim?

diye sordum.Hacı Hanım: - Matlube’nin teyzesinin oğlu…

dedi,sonra aval aval bakan Matlube’ye döndü: - Haydi git,kapıyı aç!

- Şey,ben,dedim,burada duracak mıyım? Hacı Hanım:

- Hiç öyle şey olur mu? diye güldü.Sabri çok sufîdir.Senin burada olduğunu sezerse hiç birimizi sağ komaz!

- Şey ne yapacağız? - Haydi şu yüke giriver. - Ya ararsa

- Aramaz

- Şüphelenip arayacağı tutarsa?

- Bana inanır,diyorum,yavrum,haydi çabuk gir.Yalnız öksürme,çıtırtı falan yapma!

Yerimden kalktım.Öteki kızlar da yorganları,çamaşırları dışarı çıkardılar.Yüke girdim.Burası zifiri karanlıktı.Nefesimi kıstım.Yükün kapısındaki bir budak deliğinden giren aydınlıktan başka bir şey görmüyordum.Bir dakika geçmeden Sabri odaya girdi.Ben hemen uzandım.Budak deliğine sağ gözümü uydurdum.Bu iri yarı,pala bıyıklı,siyah fesli kabadayı bir gençti.Hal hatır sorduktan sonra:

- Hacı Anne! Matlube başka birisine çıkıyormuş!İşittim.Bu gün buraya onu temizlemeye geldim dedi.

Hacı hanım hiç istifini bozmadı:

- Hayırdır inşallah…Sen rüya görmüşsün.Geçen hafta teyzesinin oğlu geldi de,hem süt kardeş oldukları halde ben yine göstertmedim.Sen benim nasıl kadın olduğumu bilmiyorsun galiba?

- Biliyorum ama… - Şey ne?

-Diyorlar ki seviştiği herif şimdi bile bu evin içindedir.

- Sen vallahi deli olmuşsun!İşte sen,işte ev!..Her tarafı kalk ara.

Sabri biraz durakladı.Dişlerinin gıcırtısını duyuyordum.Kırmızı muhacir bezi örtülü boy minderine yan oturmuştu.

Sarı şayak ceketinin altından saldırmasının ucu görünüyordu.İçime soğuk bir ürperme geldi.Yanımda toplu iğne bile yoktu.Silahlarımın hepsi Matlube’nin yastığı altında idi.Hacı Hanım sûkutu bozdu:

- Sabri!Ben böyle şüpheye filan gelemem,diye başını salladı.Benim namusum var.Sana darıldım.Yüzüne bakmam.Şimdi seccadeden kalktım.Taze abdestimle sana yemin edeyim.Yalancıların gözleri kör olsun.Sürüm sürüm sürünsünler inşallah…

Sonra, ayakta divan duran solgun perişan Matlube’ye sordu:

- Abdestin var mı kızım? - Var hanım nine

- Şu duvardaki Kuran-ı Kerimi alıver.

Matlube yürüdü.Daima mihrab gibi yerde asılı gördüğüm yeşil ipek bir bohçaya sarılı Kuran-ı Kerimi aldı.Öptü.Başını koydu.Sonra sol elinin avucuna aldı.Sağ eliyle üstüne basarak:

- Vallahi,billahi,tallahi,bu kitap beni çarpsın;eğer senden başka Matlube’nin yüzünü kimse gördüyse… dedi.

- Nasıl şimdi inandın mı bana? - İnandım.

- Bir daha müzevvirlerin sözüne uyup üstüme gelme,Sabri! - Afv et hanım nine…

- Ben böyle rezalete gelemem. - ……..

Tekrar Kuran-ı Kerimi öptü, başına koydu.Matlube’ye verdi.Matlube’ye aynı öpme ayinini icradan sonra yeşil bohçalı kitabı duvardaki çiviye astı.Ben yükün içinde yıldırımla vurulmuşa dönmüştüm.Yüreğim çarpıyor,yarı belimin aşağısı uyuşuyordu. O vakit çok dindardım,öleceğim sandım.Sanki beni yalan yere edilen bu yemin tutuyordu.O vakitler yemin çok büyük bir şeydi.Binlerce lira verilse bir yalancı şahit bulunamazdı.Eskiden yalan yere yemin insanı olduğu yerde tutar,hiç kımıldayamaz,öldürüverirdi.

Sabri Hacı Hanımın yeminine inandıktan sonra kalktı.Elini öptü.Aşağı indi.Sokak kapısı örtülür örtülmez yükün kapısını açtım.Dışarı fırladım.Hacı Hanım halimi görünce gözlerini açtı.

- Çok mu korktun yavrum? - Yok..

- O ne öyle?Betin benzin sapsarı! - Yemin tutuyor,dedim.

- Hangi yemin?

- Yalan yere senin ettiğin yemin! - Benim mi? diye güldü.

- Evet! Abdestli abdestli Kuran-ı Kerim’e el bastın.Matlube’yi kendisinden başka kimse görmediğine yemin ettin.Halbuki her gece onunla beraber bir yatakta yattığımızı bilmiyor muydun?

- Sus,sus!Böyle terbiyesiz,hayâsız laflar istemem.Şuraya otur bakalım.O senin ahret kardeşin…

diye elimden çekti.Sonra kapıdan giren Matlube’ye: - Haydi Kuran-ı Kerim’i getir de yiyelim kızım! dedi. - Peki anneciğim!

Ben bu emirden bir şey anlamadım.Aptallaştım.

Matlube mihrab gibi bir yere koştu.Yeşil bohçaya sarılı kitabı aldı.Getirdi.Kitabı minderin üstüne,benimle hacı hanımın arasına koydu.

Tombul elleriyle bohçayı çözdü.Bohçanın içinde kahverengi ikinci bir bohça daha vardı.Onu da çözdü.Ortaya çıkan pembe kutunun kapağını birdenbire açtı.İçi sarı sarı,gayet nefis kuru incirle doluydu.Bir şey söyleyemeden baş salladım.Güle güle bu incirleri yedik.

Hacı hanım:

- Ettiğim yemin kimseyi tutmayacağına aklın erdi ya,oğlum? diye yanağımı okşadı.

- Erdi…

Sonra Matlube’ye döndü.

- Haydi kızım,ağabeyini yatak odana götür.Korku damarlarına bas!Sabri budalasından biraz ürktü galiba!...

Heyhat!Artık İstanbul’da ne Matlube gibi körpe,temiz,boyasız,masum,süssüz yosmalar kaldı;ne de Sabri gibi dostunu kesmeğe gelen saldırmalı,yemine inanır kabadayılar!.. Ben bilmem niçin,kutu incirlerinde böyle o eski lezzeti bulamıyorum.Ah,evet on beş yirmi sene evvel hayat ne tatlıydı!

Ömer Seyfettin

GARP EDEBİYATI

: