• Sonuç bulunamadı

Küçüklüğünü tanıdığım bir genç kız vardı. İki sene evvel bir ihtiyarla evlenmişti. Zavallıya çok acıdım.O bana yalnız kaldığı zamanlar istikbalinden ne kadar sevinçle ve şetaretle bahs eder, kocası olacak adamda tahayyül ettiği şartları, meziyetleri sayar, dururdu. Bazen düşünürdüm: Sözleri benim fikirlerime o kadar muvâfık gelirdi ki…Acaba, derdim, şimdi söyleyivereyim mi? Ben de senin gibi bir aşk ma’budesi, bir ev meleği arıyordum.Fakat birden gençliğin heves olduğunu anlar, birbirimizle geçireceğimiz uzun seneler hatrıma gelir; evliliğin yek-nesak saatlerinden bıkar, biçareyi zihnen alır, hayalen bırakırdım.

Annesinin yerleşmiş bir kanaati vardı. Kızını muhakkak zengine vermek.. - Kesesi dolu, kafası boş, derdi ben damadı böyle isterim.

Arzusuna erdi. Mev’ûde’yi bin türlü vaat, hokkabazlıklarla kandırdı. Saçının, bıyığının beyaz çizgileri yaşının ayları, seneleri kadar çok olan Makdem Bey’e verdi. Adam cahil, ihtiyar fakat zengindi. Arabasının beygirleri kapının önünde kişnerken konağının öbür ucunda işitilmezdi. Çok kıskançtı. Mev’ûde’ye evlendikten

sonra, kocasından gizli, birkaç defa ziyarete gitmiştim. Sonraları esasen pamuk ipliğiyle bağlanan saadetini ihlâl korkusuyla büsbütün gözükmemeği hayırlı buldum.

*

O vakitten beri sokakta bile bir tesadüf olmadı. Kim bilir, diyordum, nerdedir? Geçen hafta birdenbire karşıma çıkmasın mı, tam Taksim Hastanesi’nin önünde.

Az kaldı tanıyamayacaktım. Güllü, kalemli bir hanım olmuş.

- Ne yapayım, dedi.Araba tamirde, tramvaylar yok. Nişantaşı’na kadar böyle yürüyeceğim.

- İstersen beraber gidelim, lakin ben de seni hala eskisi gibi zannediyorum. Ya Makdem Bey seni görürse..

- Ah, o artık ticareti bütün bütün ilerletti. Hiç kimseye inanmıyor, ikide bir Çatalca’ya , Adapazarı’na gidiyor, daha dün Lüleburgaz’dan kart aldım.

Uzun uzun konuştuk, hayatı pek sade geçiyormuş. Kocasının şikayet edecek fena bir tabiatı yokmuş. Yalnız bunakça diyordu. Öbür zevcelerden iyi ya. Hiç olmazsa şüpheli değil. Tamamen emniyet içinde yaşıyorum. Çünkü bana bile faidesi dokunmuyor. Ayrılırken Allah aşkına bir akşam gel, diye davet ediyordu. Ben sana telefon ederim.

Bu gün telefon etti, Makdem Bey, Erikli’ye gidiyormuş, sert rüzgarın, ince dökülen yağmurun altında Nişantaşı’nı güç halde boyladım. Evin zilini karanlıkta kalemini hokkaya batırmaya çalışan bir muharrir gibi zorla bulabildim.

Kapıyı açan hizmetçi beni gümrükten geçecek eşya dikkatiyle muayene ettikten sonra siz Şarim Bey misiniz, diye sordu. Buyurun salona değil, odaya efendim? Mev’ûde nemli saçları omzunda beyaz dekoltesiyle beni bekliyordu.

- İyice geç kaldın. Adeta gelmeyeceğine hükmettim.

- Bir havaya, bir de yolun uzaklığına bak. Sonra tramvaysızlığı da düşün. Sana söz verdikten sonra gelmemek kâbil mi? Fakat sen böyle ne tuhafsın, yeni yumurtadan çıkmış gibi sırılsıklam.

- Vakitsiz banyolar neden icâb ediyor?

- Ah,doktor tavsiye etti; baksana karnım canlanıyor.. - Desene, Makdem Bey bu yaştan sonra…

- Ya… Kocama pek ilişme onu çok severim. - O halde benim durumum ne?

- Seni de severim, gel Şarimciğim oh… ‘‘Başımı okşayarak” saçların ne yumuşak “öperek’’ yanakların ne kadar taze..

- Beyinkiler böyle değil mi?

- Onunkiler çamura düşmüş süngere benziyor. Daha eğlenecektik.. Birden kuyuya düşer gibi karanlıkta kaldık. Elektrikler kesilmişti.

Mev’ûde, aman diyordu. Bu elektriklerde sahil fenerine benziyor. Kâh kapanır, kah açılır.

- Merak etme çok sürmez şimdi gelir.

Kibrit çaktım. Acaba diyordum oralarda lamba falan bir şey yok mu?

- Hayır, hepsini çoktan kaldırdım, böyle olacağını ne bilirim.. Adeta bu hal beni heyecana uğratıyor.

Birden etraf yine parlamıştı. Fakat kapıya da gece yarısı telgraf gelmiş gibi vuruluyordu. Hizmetçi muharebede emir getiren bir yaver telaşıyla içeri girdi.

- Bey…bey diyordu.

Bu zamana kadar hiç böyle şey başıma gelmemişti.Şimdi ne yapacaktım.. Eyvah.. Budalalıklarına güle güle katıldığım safdillerin mevkine ben de düştüm. Mev’ûde de bana soruyordu.Birden güldü. Aklıma geldi, dedi.Sen zaten biraz tıbbiyede bulundun.Hiç vaziyetini bozma ‘‘doktor ol’’ şimdi ben de yatağa girerim.

Ben tereddüt ediyordum. Sapsarı dimdik kaldım. Makdem Bey de sofaya kadar gelmişti. Ne olursa olsun karar verdim. Rolümü yapacaktım.

Ceketimi ilikledim, boyun bağımı düzelttim. İmtihana hazırlanan talebe tavrıyla kapıyı açtım. Beyi karşıladım.

- Bey birden devirdiği bir vazonun karşısında durup bakan bir kedi hayretiyle beni süzdü.

- Doktor bendeniz, dedim.

Mev’ûde yataktan başını kaldırarak, bitab, te’kîd etti.

- Yine heyecan gelmişti.. Beyi köşedeki eczaneden çağırttım.Siz gidemediniz galiba.

- Vapur yokmuş döndüm. Neyse aman doktor ne var doğrusunu söyle, zavallının başını bu kadar neden ıslattın? Mev’ûdeciğim bu kadar suya rağmen güç bela kendine gelmiş olacak.

- Telaş buyurmayınız, ufak bir heyecandan ibaret.. - Kendim tekrar nabzına baktım.

- Son zamanlarda elektriklerin ani açılıp kapanmasından hâsıl olma bir heyecan. Ekseri kadın müşterilerime ârız bir hastalık..

- Az kaldı korkumdan kekeleyecektim. ihtiyarın gözleri kaşlarına kadar açılmıştı.

- Evet tahammülsüz bir şey… Adeta asab nöbeti. - Tuhaf hiç böyle hastalık işitmedim.

- Evet efendim çok yenidir.

- O halde ne yapmak lazım doktor?

- Vak’ayı tekrar ederek iyi bir muayene lazım..Ondan sonra ilacı yazarım efendim.

- Ne gibi vakıa-yı tekrar?

- Elektriği ani söndürerek göğsünü dinlemek. - Bir tehlike melhûz değil ya?

- Hayır efendim, bendeniz burada bulunacağım. - İsterseniz ben de çıkayım.

- Siz bilirsiniz.. Kalsanız da olur.

Emniyetsizlik göstermemek için salona geçti. Derhal elektriği söndürdüm. Ve yatağa doğru koştum.

Bir çarık sonra, merdivene kadar beni teşyî eden Makdem Bey’e malumat veriyordum…

- Reçete masanın üstündedir. Sabah, akşam birer bardak yemek arasında içilecek, mamafih geceleri mümkün olursa lamba kullanın.Açılıp kapanan elektrikler, sizi daha büyük bir felâkete ma’ruz bırakmasın.

Ahmet Hidayet

MECMUALARA DAİR

ŞÂİR