• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM III: GÖRSELLERLE ANLAM YARATMA

3.2. Göstergebilim

3.2.6. Görsel Göstergebilim

Bir bilim dalı olarak kurulması çok eski dönemlere dayanmasa da göstergebilim, her geçen gün daha popüler hale gelmektedir. Göstergebilimin bu kadar genç bir bilim dalı olmasına karşın göstergenin mazisini insanlık tarihinin en eski dönemlerine kadar götürmek mümkündür. Bugün yaşadığımız toplumda ise sayısız göstergeyle iç içe yaşamaktayız ve toplumsal kurallar ile diğer insanlarla iletişimimiz tamamen göstergeler üzerinden sağlanmaktadır. Örneğin; trafik ışıklarında, bir uzaktan kumandanın kullanımında ya da diğer insanlarla selamlaşma şekillerinde daima göstergelere ihtiyaç duyulur (Günay ve Parsa, 2012: 7). Göstergelerin iletişim sağlama boyutunu şöyle özetlenebilir; insan zihninde bir mesaj oluşturur ve ortak kod bilgisiyle yani dilbilgisiyle bunu bir cümle haline getirir. Daha sonra bu cümleyi de bir belirtkeye dönüştürerek bir kanaldan iletir, alıcı da kodu çözerek mesajı almış olur ve iletişim bu şekilde sağlanır (Wollen, 2017: 140). Göstergenin iletişimsel boyutunu vurguladığımızda akla ilk olarak sözcükler gelse de, iletişim kurmanın tek yolunun sözcükler olmadığını söylemek yanlış

90

olmayacaktır. Farklı türden göstergeler kullanılarak da iletişim sağlanabilir. Görüntüsel, sözel (dilin birimleri), sözel dışı (konuşma şekli gibi) ve sözel olmayan (beden duruşu, bakış gibi) göstergeler aracılığıyla da iletişim kurulabilir (Günay, 2012: 13).

XXI. Yüzyıl insanının göstergelerle insanlık tarihindeki tüm insanlardan daha çok iç içe yaşadığını söylemek ise abes kaçmayacaktır. Çünkü günlük hayatımıza kısaca göz attığımızda dahi pek çok insanın hayatına bir şekilde girmiş olan internet, facebook, twitter, instagram gibi araçların bile hem kendilerinin hem de içeriklerinin birer gösterge olduğunu söylemek mümkündür (Günay ve Parsa, 2012: 8). Görsel göstergelerin de teknolojiyle beraber had safhaya ulaştığı düşünülürse, başlangıçta daha çok resim ve sinema ile beraber anılan görsel göstergenin bugün reklamlar ve internet üzerinden işleyen pek çok uygulamayla hayatın hemen her alanını kuşattığını söylenebilir.

“Görüntüsel gösterge belirttiği şeyi doğrudan temsil eder, canlandırır. Bu açıdan bir resim, bir desen, görüntüye dayalı bir fotoğraf ya da çizgisel anlatım (karikatürler) bu tür özellikler taşır” (Günay ve Parsa, 2012: 16). Diğer yandan görüntüsel gösterge bir şeyi simgeleştirebilir. Görüntüsel göstergedeki simgeleşmiş bir anlamın yakalanması doğal olarak doğrudan temsil edilen anlamı yakalamaktan daha zordur. Örneğin güneşin batışını yansıtan bir görüntüsel gösterge romantizmi ya da yaşlılığı simgeleyebilir (Günay ve Parsa, 2012: 16). Ancak genel olarak simgesel anlam taşısa dahi görüntüsel göstergenin algılanması diğer göstergelere göre daha kolaydır, çünkü görüntüsel göstergelerin nesneleriyle yakınlık veya benzerlik ilişkileri vardır (Günay ve Parsa, 2012: 16).

3.2.6.1. Görsel Göstergelerde Anlam Yaratma

Belirtisel gösterge ve görüntüsel gösterge sinemada en çok başvurulan göstergelerdir, simgesel gösterge ise bunlardan sonra gelir (Wollen, 2017: 126). Kimi sinema eleştirmenleri göstergenin bu boyutlarından birini sinemada anlam için önemli kabul etseler de, gerçek şudur ki; sinemayı sinema yapan ve onu zenginleştiren şey bu üçünün mükemmel birleşimini sunmasıdır. Saussure’ün aksine Peirce de bu üç boyutun birbirini dışlamak zorunda olmadığını, aksine beraber var olabileceklerini hatta olmaları gerektiğini vurgulamıştır (Wollen, 2017: 127). Peirce bu birlikteliği bir adım öteye taşımış ve mükemmel göstergenin bu üçünden (görüntüsel gösterge, belirti ve simge) eşit parçalar

91

alınarak oluşturulabileceğini düşünmüştür (Wollen, 2017: 128). Görüntüsel gösterge nesnesini, nesnesine olan benzerliği ile temsil eden bir göstergedir; gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki rastlantısal değildir, bir benzerlik ya da gibilik ürünüdür, bir insanın portresi görüntüsel göstergeye örnek verilebilir. Belirti ise kendisi ve nesnesi arasında varoluşsal bir bağ oluşturur. Örneğin rüzgar yönünün göstergesi olan ve aynı zamanda rüzgar tarafından harekete geçirilen bir rüzgar gülü belirtisel göstergedir. Öte yandan simgesel göstergede bir “anlaşma” söz konusudur. Sözcükler simgesel göstergelere örnek olarak verilebilirler. Örneğin insan “yıldız” sözcüğünü yazabilir fakat böyle yapmakla bu sözcüğün yaratıcısı konumuna geldiği, aynı şekilde yazdığı yıldız sözcüğünü silmesi bu sözcüğü ortadan kaldırdığı anlamına gelmez (Wollen, 2017: 109-110). Bu çalışmada ise ağırlıklı olarak simgesel ve görüntüsel göstergeye odaklanılacaktır.

İmge denilen dil dışı göstergeler dilsel göstergelerden farklı olarak doğal dil yerine görüntüsel ya da yoğrumsal gösterge kullanırlar (Günay ve Parsa, 2012: 17). İmgesel göstergeler için ilk akla gelenler resim ve fotoğraftır fakat fotoğrafların ard arda gelmesiyle oluşturulan sinema da bu göstergelere örnek verilebilir (Günay ve Parsa, 2012: 21). Dildışı göstergelerin anlamlama olgusu dilsel göstergelerden farklı işler, dilsel göstergelerde eklemlilik olgusu varken dil dışı göstergelerde bu yoktur ve bir bütün olarak incelenmeleri gerekir. Bununla beraber görsel dil yazısal anlatıma göre daha kolay anlaşılır çünkü imgenin anlaşılması ilgili nesnenin bilinmesiyle ilgilidir, oysa dilsel bir göstergeyi anlayabilmemiz için belli düzeyde bir öğrenmeye ihtiyaç duyulur (Günay ve Parsa, 2012: 25).

Her fotoğraf nesnesinden yola çıkarak kendisine özel bir gerçeklik yaratır. Bir fotoğrafı okuduğumuzda fotoğraftaki nesne ile gerçek dünyadaki nesne arasındaki bağlantıyı ortaya koyarız. Bu iki nesne arasında benzerlik ilişkisi ve yansıtma durumu vardır (Günay ve Parsa, 2012: 26). Bununla beraber görüntüsel göstergelerin her gösterge gibi bir toplumsal anlamı yani düz anlamı vardır, ancak pek çok görüntüsel gösterge düzanlamının dışında bir de öznel bir okuma gerektiren yananlama sahiptir (Günay ve Parsa, 2012: 29). Yoğrumsal göstergelerde ise durum yananlamdan dolayı görüntüsel göstergeye göre biraz daha karmaşıklaşır, çünkü çoğu zaman yoğrumsal göstergelerin yani sanat ürünlerinin nesnesi gerçek dünyada yoktur (Günay ve Parsa, 2012: 30).

92

Sanatsal dolayısıyla yananlamı olan bir resim göstergebilimsel çözümlemeye tabi tutulduğunda belli aşamalar izlenmesi gerekir. Bu aşamalar betimsel düzey, anlatısal düzey ve izleksel düzey olarak ifade edilir (Günay ve Parsa, 2012: 38). Betimsel düzeyde doğrudan gerçek dünyadaki nesnelere gönderimde bulunulur. Örneğin kişinin fiziksel ve ruhsal görünümü, eylemler ve etkileşimde bulunduğu diğer kişiler ele alınır. Ya da zamansal olarak olayların tarihsel gelişimi ya da yinelenişi ele alınır. Anlatısal düzeyde eyleyenler şemasına göre kişilerin anlatıdaki işlevleri değerlendirilir. Son olarak izleksel düzeyde anlamın soyut ve derin aşamaları ortaya konulur. Çağrışımlar, simgeler görünen ve görünmeyen anlamlar ve birbirleriyle ilişkileri ele alınır (Günay ve Parsa, 2012: 38-39). Sinemada gösterge anlamında örtük yani şifrelenmiş kalan boyut simgesel olandır. En basit anlamıyla sinemanın ilk dönemlerinde bugün ilkel simgecilik olarak adlandırılan ve -yoğun olarak olmasa da- hâlâ kullanılan bir anlam yaratma şekliyle, iyi kovboyların beyaz, kötü kovboyların siyah gömlek giymeleri buna örnek gösterilebilir. Geçmişte bu şekliyle simgeler sahneye çıkar çıkmaz tanınıp, kimliklerini açık eden karakterler yaratmak için kullanılmıştır (Wollen, 2017: 129). Bugün simgeler sinemada hâlâ sıklıkla kullanılıyor, tek fark seyircinin bu kadar bariz kullanılmasını değil örtük anlamlar taşımasını tercih etmesi (Wollen, 2017: 132).

Görüntüsel iletilerde yananlam yaratmak için şifrelenmiş görüntüsel iletilere sıkça başvurulur. Bu iletilerde renkler ve biçimler ekstra öneme sahiptir. Renkler eski dönemlerden bu yana simgesel anlamları olan iletişim araçları olarak kullanılmışlardır. Renklerin insanlar üzerinde yarattığı etki bugün herkesin kabul ettiği bir gerçeklik olarak görülür. Bu etkiler aracılığıyla insanlarda çeşitli duygular uyandırılması ya da bilinçli bilinçsiz tepkilere sebep olmak olasıdır (Günay ve Parsa, 2012: 100). Renklerin bizde ilk olarak uyandırdıkları belli başlı izlenimler olsa da bunlar zorunlu ve her zaman genel geçer izlenimler değillerdir, çünkü renklerin yarattıkları anlamlar en çok kullanıldıkları bağlamla ve kültürle (matemin rengi Türkiye’de ve pek çok batı ülkesinde siyahken, Japonya’da beyaz olması gibi) ilişkilidir (Günay ve Parsa, 2012: 101). Görüntüsel gösterge en değişken göstergedir, çünkü uzlaşım normlarına ve doğa yasalarına boyun eğmez. Bu da görüntüsel göstergeyi kaygan ve değişken yapar. Bütün bunlar ise görüntüsel göstergeyi belirli sınırlardan kurtarıp, özgürleştirir ve ona anlamsal zenginlikler, tasarlayana da sonsuz yaratım ve hayal gücünü kullanma imkanı sunar (Wollen, 2017: 136).

93

Bağlamsal ve kültürel farklılıklar olabilmekle beraber bazı renklerin kalıplaşmış anlamları vardır. Bu kalıplaşmış anlamlar aracılığıyla insanların ruhsal, fizyolojik ve duygusal durumlarında bir takım etkiler yaratılabilir. Örneğin genelde beyazın ve mavinin rahatlatıcı, siyahın iç karartıcı, kırmızının ise kalp çarpıntısını arttıran etkiler yarattığı düşünülür (Günay ve Parsa, 2012: 47). Diğer yandan siyah resmiyet ve ciddiyetle, mavi soyluluk ve içtenlikle, kırmızı tutku ve yaşamla, sarı canlılık ve sıcaklıkla, beyaz saflık, temizlik ve sakinlikle, turuncu ise etkinlikle ilişkilendirilir (Günay ve Parsa, 2012: 102).