• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II. TOPLUMSAL CİNSİYET VE FEMİNİST KURAMLAR

2.2. Feminist Kuramlar

2.2.7. Ekofeminist Kuram

Bu bölümde; ekofeminizmin ne zaman ortaya çıktığı, ortaya çıkış nedenleri ve önemi, kadın doğa ilişkisi ve ekofeminizm çerçevesinde ele alınan konuların neler oldukları özetlenip, ekofeminizm için genel bir çerçeve çizilmeye çalışılacaktır. Kuram içinde ön plana çıkan önemli isimler Simone de Beauvoir, Sherry B.Ortner, Mary Daly, Susan Griffin, Starhawk, Dorothy Dinnerstein, Karen J.Warren, Rosemary Radford Ruether ve Carolyn Merchant olarak sıralanabilir.

Başlıca ekofeminist hareketler ise Chipko Hareketi (Hindistan 1972-1978), Kenya Ulusal Kadın Birliği (1977), Hindistan’ın Nehirleri (1992) olarak sıralanır. Bunlar en önemli ve etkili hareketler olmakla beraber aynı bağlamda başka hareketler de ortaya çıkmıştır. Bunlardan da bazıları: Mısır’da Marvit Gölü kirlenmesine karşı kadın direnişi, Kenya’da Greenbelt hareketi, Bangladeş’te toksik atığa karşı kadın hareketi, Ghana’da toprak erezyonuna karşı mücadeledir (Karadağ Ağkurt, 2019: 5).

“Karşılıklı Dayanışma Bildirgesi” olarak adlandırılan “Ekofeminist manifesto” için ekofeministler kendi aralarında bir takım görüş ayrılıklarına sahip olsalar da ortak düşüncelerini net bir şekilde yansıtması açısından önemlidir. “Bu manifestonun giriş bölümü ve son cümleleri şöyledir: “İnsanın gidişatı karşısında, yeryüzündeki insanlar arasında onları birbirine bağlayan, doğa yasaları altında eşit sorumluluklar yükleyen, insan türünün ve yeryüzündeki tüm canlıların refahına yeteri kadar saygılı yeni bir bağ yaratmanın zorunlu hale gelmesi, karşılıklı dayanışmamızı açıklamamızı gerektiriyor” (Donovan, 2015: 404). “ İnsan türünün hayatın ipliğiyle dokunmuş tek tür olmadığını kabul ediyoruz; biz bu dokumada bir ipliğiz. Dokuma için yapacağımız her şeyi, kendimiz için yapıyoruz. Yeryüzünün başına gelecek her şey yeryüzü ailesinin başına gelir” (Donovan, 1995: 404).

74

Ekofeminist düşüncede “ekofeminizm” teriminin ilk olarak Françoise d’Eaubonne tarafından 1974 yılında “Le Feminism ou la Mort” adlı eserinde kullanıldığı kabul edilir. Ekoloji ve feminizmin meydan okuyucu bir sentezi olarak ekofeminizm, son otuz yılın en önemli sosyal hareketi olmuştur (Türk, 2017: 377-379). Ekofeminist kurama göre işçi sınıfı, zenciler, yerli halklar, kadınlar ve hayvanlar sistematik olarak aşağılanır ve sömürülürler (Berktay, 2012: 73). Küresel kapitalist gelişmeyle beraber doğal dünyanın yağmalanması çoğunlukla doğrudan etkilerini kadınlar üzerinde göstermiştir. Bu nedenle bu duruma karşı çıkan yerel hareketlere kadınların öncülük etmesi şaşırtıcı olmamıştır. Bu hareketler, feminizmle özelikle de ekofeminizmle çevre hareketi ve küresel adalet mücadelesi arasındaki bağlantı noktalarını oluşturmaktadır (Donovan, 2015: 395).

Kadınlar son yıllarda yeryüzünde her alanda daha fazla rol almak için üstün bir çaba sarf etmiş nitekim büyük ilerlemeler kaydetmişlerdir, giderek yok olan bir yeryüzünde. İşte tam da bu noktada ‘Hepimizi öldürmekte olan bir sisteme eşit bir biçimde katılmanın ne kadar anlamı var?’ sorusuyla beraber ekofeminizm ortaya çıkmıştır (Berktay, 2012: 73). Ekofeministlere kadar feminist kuram içerisinde sadece kadın-doğa ilişkisi çerçevesinde yüzeysel olarak ele alınan doğa, ekofeministlerce tahribatın boyutlarını gözler önüne serecek kadar detaylı ele alınır. Ekofeministlere göre mevcut feminist akımlardan hiçbiri insan ile doğa ilişkisini yeniden kavramsallaştırmak için yeterli değildir, bu yüzden öğeler açısından olmasa da bütünsel olarak yeni bir yaklaşım önerirler (Berktay, 2012: 75). Feminist teori içerisine ekolojik problemleri de eklemeyi amaçlayan ekofeministler, insan ve doğa üzerindeki tahakkümün eleştirisi için, ırk, sınıf ve toplumsal cinsiyet çözümlemesiyle beraber bu eleştiriye doğayı da katacak şekilde yeni bir çerçeve oluşturmayı planlamışlardır (Plumwood, 2004: 10).

Ekofeministler kadın ve doğa arasında doğrudan bir ilişki olduğunu öngörürler. Bu ilişki Ekofeminist kuram içerisinde, insanların doğaya da kadınlara davrandıkları gibi davranıp onu fethetmeye ve kontrol etmeye çalıştıkları şeklinde tanımlanır (Karadağ Ağkurt, 2019: 1). Dolayısıyla ekofeminizmde kadın ve doğa birbiri içine geçmiş iki kavramdır, çünkü her ikisi de erkeklerin baskısı altında özünü kaybetmektedir. Ekofeministler insanoğlunun kadın dışında doğayı da belirleme girişimlerine odaklanırlar. Kadın ve doğa bağlantısından dolayı feminizm ve ekoloji arasında da bir bağlantı olduğunu düşünürler. Ekofeministlere göre erkeklerin doğa üzerinde kurdukları hakimiyet aynı

75

zamanda kadınlar üzerinde kurdukları hakimiyettir (Tong, 2006: 424). Batı geleneği doğayı, efendisinin aşağıladığı köle ya da kocanın küçük gördüğü karısı gibi ele almış, akıl dışı ve kontrol altına alınması gerektiği düşünülmüştür. Böylelikle kadından sonra doğa da tahakküm altına alınmıştır (Plumwood, 2004: 12). Kadın-doğa bağlantısı ve bunların karşılıklı aşağılanması hiçbir anlamda geçmişte kalmış değildir. Kadının ve doğanın önemi hâlâ inkar edilmekte ve bunlar “akla” dayandırılarak akıl-dışı ilan edilip, arka plana itilip, araçsallaştırılmaya çalışılmaktadır (Plumwood, 2004: 36). Nitekim kadını ve doğayı bir görüp, ikisine birlikte zarar verip baskı altına alma görüşü çok eski dönemlere dayanmaktadır. Ekofeministler işte bu, Platon ve Aristoteles’in damga vurduğu Antik çağdan Freud ve Lacan ile devam eden kadın ve doğayı özdeşleştirip bunları erkeğin kurduğu medeniyetin düşmanı ilan eden bir düşünceyle savaşırlar. Bu fikre göre hem doğa hem de kadın erkek tarafından “dizginlenen, ehlileştirilen” şeyler olarak görülürler. Bu ehlileştirme de bir sonraki aşamada tecavüze dönüşür (Berktay, 2012: 74). “Kadınlarla hayvanlar arasında olumsuz bir özdeşleştirme, Batı uygarlığının en azından her ikisinin de “ahlaki varlıklar” olarak ciddiye alınamayacağını söyleyen çok eski ve çok derin düşüncelerinden biridir. Kadınlarla doğa arasında olumlu bir özdeşleşim ise çağdaş ekofeminist hareketin esas hedefidir” (Donovan, 2105: 397-398). Bütün çevre sorunlarının ekofeministlerce kadın sorunu ve kadınların kurban edilmesi olarak görülmesinin sebebi de işte kadın-doğa birliğinin ve düşmanlığı fikrinin çok eskiye dayanmasından dolayıdır. Çünkü ataerkil yapı hem kadınları hem de doğayı sömürür. Kadınlar çevre kirliliğinden dolayı hem hastalanır hatta doğurganlıkları dahi tehlike altına girer, hem de bu sebeple hastalanan herkesin bakımından sorumlu tutulurlar (Beklan Çetin, 2005: 63). Ekofeministler için kadın ve doğa birbirinden ayrılamaz bir bütündür. Bu nedenle ekolojik tahribat ancak feminist hareket tarafından durdurulabilir. Bu tahribatın sorumlusu olarak da erkek egemen dünyanın hırsları ve egosu görülür (Karadağ Ağkurt, 2019: 2). Ekofeministlere göre asıl sorun Batı dünyasının insan merkezciliği değil erkek merkezciliğidir. Erkek merkezcilik kadınların ve doğanın en temel düşmanıdır. Bu yüzden hem ataerkiye hem de doğayı tahrip eden her türlü insanı güce karşı koymayı görev edinmişlerdir (Tong, 2006: 424).

Farklı feminist bakış açılarının ve çevre problemine güçlü bir muhalefetin bileşimi olan ekofeminizm kendisine konu olarak bir çifte sömürü problemi olan kadının ve doğanın sömürüsünü seçer (Beklan Çetin, 2005: 61). Ekofeministler ekolojik krizin doğal

76

ve dişil olan her şeyden nefret eden “beyaz, batılı ve eril” düşünce sonucu ortaya çıktığını ileri sürerler fakat bu düşünce dünyanın her bölgesinde farklı sorunlara sebep olmuştur (Berktay, 2012: 73). Ekolojik ve dolayısıyla kadın sorunları, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde birbirinden farklı özellikler gösterirler ve farklı sebeplerden kaynaklanırlar. Gelişmiş ülkelerde yaşam tarzı ve tüketim sorunların önünü açmış, gelişmekte olan ülkelerde ise nüfus artışı ve az gelişmişlik en temel sebep olmuştur (Beklan Çetin, 2005). Sonuçta bugün ekofeminizm ozonun delinmesi, atık maddeler sorunu, hayvan çiftliklerinin kurulması, tehlikeli türlerin üretilmesi, enerjinin ve vahşi hayatın korunması gibi çok çeşitli konular noktasında şekillenen bir hareket olmuştur (Tong, 2006: 419). Ekofeministlerin kendi aralarında üzerinde anlaşmaya varamadıkları pek çok konu başlığı (mümkün olduğunca basit bir şekilde mi yaşamalıyız? , vejetaryenlik, hayvanların bilimsel deneylerde kullanılması, nüfus kontrolü vb.) olsa da bütün ekofeministler doğa üzerinde kurulan baskı ve kadınlar üzerinde kurulan baskı arasında önemli benzerlikler bulurlar (Tong, 2006: 418). Son noktada Ekofeminist düşünce erkeklerin ve kadınların insan kimliğini doğaya yabancı bir şekilde değil, onun devamı olarak ele alıp alternatif bir kültür geliştirmeleri gerektiğini düşünürler. Onlara göre ancak bu şekilde kadın ve erkek olarak hem birbirleriyle hem de doğayla bütünleşip, barışabilirler (Plumwood, 2004: 57).

Simone de Beauvoir bizzat Ekofeminist hareket içerisinde yer alan bir isim olmasa da kadın-doğa ilişkisine dikkat çekmiştir. Ancak o kadının “öteki” ya da “ikincil” durumunu aşabilmesi için doğayla bütünleşmesini değil onunla olan bağlantısını aşması gerektiğini düşünür. Bundan dolayı da Ekofeminist düşünürler tarafından eleştirilmiştir (Tong, 2006: 426). Sherry B. Ortner da bir Ekofeminist düşünür olarak doğa kadın beraberliğindeki durumun erkeklere de uyarlanması gerektiğini söyler. Böylece erkekler de kendilerini doğanın bir parçası olarak görecekler kadını veya doğayı düşman haline getirmek için bir sebepleri kalmayacaktır (Tong, 2006: 430). En önemli ekofeminist kuramcılardan biri olan Ynestra King, “Doğa kadın bağlantısını koparmamayı seçmemiz, tersine bunu farklı bir kültür ve politika yaratmakla bir üstünlük noktası olarak kullanabiliriz” der (Donovan, 2015: 398). “Tarihteki en etkili ekolojist bir kadın, Rachel Carson olarak kabul edilse de konuya ilişkin feminist yaklaşımlar yetmişlerin sonu ve seksenlerde gelişebilmiştir” (Donovan, 2015: 399).

77

Sonuç olarak Ekofeminist kuramcılar feminist kuram içerisinde kendilerine kadar çok yer bulamayan, güncelliğini hâlâ koruyan ve aciliyetini her geçen gün arttıran ekolojik felaketlere dikkat çeken bir grup olmuşlar ve feminist kuramın genelindeki doğa-kadın ilişkisi eksikliğini tamamlayarak kurama önemli bir katkıda bulunmuşlardır. Bütün bunlarla beraber ekofeministler hem doğaya hem kadına uygulanan şiddeti protesto çalışmalarında her zaman en ön sırada yer almışlar, düşüncelerini sadece kuramsal boyutta kalmaktan kurtarmışlardır. Küresel çapta pek çok taraftar toplayan ekofeministler, çeşitli ülkelerde o ülkedeki kadının ve doğanın sesi olmayı başarmışlardır. Böylelikle erkeksi dünyanın baskısını, doğa üzerindeki tahrip edici hakimiyetini sarsarak kadının sesinin hem kendi hayatını hem çevresini güzelleştirebileceğinin kanıtı olmuşlardır.

78