• Sonuç bulunamadı

Adıyaman University, Faculty of Economics and Administrative Sciences, Department of Business

Osmanlı Devleti’nde iç ticarette ise iller arasında iç gümrük duvarları bulunmaktadır. Bir şehirden diğer şehre giden tüc- carlar yeni geldikleri pazarlar için vergi öderlerdi. Bu politika ile Osmanlı Devleti, ilk önce ürünün çıkartıldığı yerin ihtiyacının karşılanmasından sonra bir başka yere satılmasına çalışmıştır. Osmanlı Devleti’nde bir şehirden bir başka şehre mal taşıyan kervanlardaki deve ve atlar için farklı miktarlarda vergiler alın- mıştır. Ancak kervandaki ticari mal dışında diğer yükleri taşıyan hayvanlar için bu vergiler geçerli değildi. Vergi sadece tüccar- ların ticareti yaptıkları mallar için geçerliydi. Kervan bir şehre geldiğinde gümrük eminleri tarafından teftiş edilirdi. Ardından taşıdığı yüke ve tüccarın varlığına göre vergiler alınırdı.

Gümrüklerde Vergilerden Kaçınma

17. yüzyılda özellikle Bağdat civarlarında tüccarlar, şehre yaklaş- tıklarında civardaki köylülere mallarının bir kısmını belirli bir ücret karşılığında vererek onlar vasıtasıyla şehre mallarını gümrüksüz olarak sokmuşlardır. Gümrüklerden mal kaçırmanın diğer bir yolu da, kafilede bulunan kadınlara -üstleri aranmadığından dolayı- tüccarlar tarafından değerli eşyalar verilerek onların elbiselerinin içinden gümrüğe takılmadan geçirilmesidir. Bu yola özellikle yabancı tüccarlar başvurmuşlardır. İzmir ve İstanbul’dan gelen tüccarlar ise, alışılagelmiş ve kendilerinden vergilerin alındığı han ve kervansaraylara uğramadan önce vergi vermemek için ipek gibi değerli mallarını bağ bahçe veya tanıdıklarının evlerine gizleyerek daha az vergi vermeye çalışmışlardır

Han

Hanlar genel olarak şehir merkezlerinde kervansaraylar ise kır- sal alanlarda kervanların ihtiyaçları düşünülerek yapılmış olan yapılardır. “Han” kelimesi Farsça ev anlamına gelmekle birlikte Osmanlı Devleti’nde şehirlerde yolcuların konaklayabileceği, yemeğini yiyebileceği, malların ticaretinin yapılabileceği bir an- lamda ticaretin kalbinin attığı yerlerdir. Yine kervansaraylardan

caravans transporting another city from a city. However, these taxes were not valid for animals carrying other loads other than commercial goods on the caravan. The tax was only available for the goods, which merchants traded. The caravan was in- spected by the customs authorities when they arrived to a city. Then the taxes were taken according to the load he carried and the merchant’s wealth.

Tax Evasion at Customs

In the 17th century, especially in Baghdad, when merchants were approaching the city, they gave some of the villagers around them goods for a certain fee, and through them, they carried their goods to the city without any tax. Another way of smug- gling goods from customs was giving valuable goods to women because they were not sought and therefore they hid the goods under their clothes so the goods could be smuggled into. Espe- cially foreign traders applied this way. Traders from Izmir and Istanbul tried to give less tax by hiding valuable goods such as silk in the vineyards or the homes of their acquaintances before they arrived inns and caravansaries where taxes were collected. Inn

The inns are generally built in city centres, while caravansaries are built in rural areas with the caravan by taking caravans’ needs into consideration. “Han” means house in Persian. It means where travellers can stay, eat and trade, in a way where the heart of the trade beats, in Ottoman Empire. Again, different from caravansaries, travellers could stay as long as they wanted in those places. Merchants, passengers and caravan owners have to pay a certain fee to stay here. At the same time, these centres are places where commercial activities are carried out and commercial goods are protected. Generally built on two floors, the buildings have robust doors made of iron. As in the caravansaries, the stables are usually made in the direction

farklı olarak bu yerlerde yolcular istedikleri kadar kalabilmektey- diler. Tüccarlar, yolcular ve kervan sahipleri buralarda kalmak için belirli bir ücret ödemeyi gözden çıkartmak durumundadırlar. Aynı zamanda bu merkezler ticari faaliyetlerin yürütüldüğü ve ticari malların korunduğu yerlerdir. Genel olarak iki kat üzerine inşa edilen binaların demirden yapılmış olan sağlam kapıları bulunmaktadır. Kervansaraylardaki gibi ahırlar genellikle çıkış kapısının bulunduğu yöne yapılır, ahırların üst katlarında yatan kervancılarsa konakladıkları yerlerden hayvanlarını izleme im- kânına sahip olurlardı. Yemlikler genel olarak duvarlara karşı inşa edilmiş olup hayvanlar genel olarak yem torbalarından beslenirdi. Hanlarda ve kervansaraylardaki genel kural kim önce gelirse ilk hizmeti o alırdı. Bu hizmette sınıf veya ayrıca- lıklar bulunmamaktaydı. Bazı bölgelerde hanlar artık ticaret yerine sahip oldukları müstahkem mevki nedeniyle asker ve polis noktaları olarak da kullanılmıştır. Yine hanlar, kervanların çıkış noktasıdır. Aynı zamanda tüccarlar buradan mal alırlar ve buradan edindikleri yük hayvanlarıyla yola çıkarlardı. Hem ticari anlamda hem de ulaşım için bu kadar öneme sahip olan hanın sahibinin de birtakım yükümlülükleri vardı. Bunlar arasında hanlarda kaybolan ve çalınan mallardan sorumlu olduğu için bu tür kayıpları telafi etmek ve müşterilerin güvenliğini sağlamaktır. Hancı yükümlülüklerini yerine getirmediği takdirde her türlü olay- dan kendisi sorumludur. Bu türden güvenlik meseleleri nedeniyle hanlara kervanlar gece girer ve sabaha kadar da çıkamazdı. Bu girişlerde hancı herhangi bir olaya mahal vermemek için kesinlikle yolcu ve tüccarlar için kayıt tutar ve malları sayarak içeri alırdı. Sabah olduğunda yolculara handan çıkmaları için izin vermeden önce “ Ey ümmeti Müslimin, malınız canınız tam mıdır?” diye sormak durumundadır. Eğer herhangi bir sıkıntı yoksa yolcular da onu “ Her şey tamdır, Hak, sahib-i hayrata rahmet eyleye!” diye cevaplandırırlardı.

of the exit door, allowing them to see their animals from the places they are staying. Feeders were built against the walls in general and animals were generally fed from feedbags. The general rule in inns and caravansaries was that first comer was first served. There were no classes or privileges in this service. In some areas, inns have now been used as soldier and police spots because of their fortuitous position in the place of commerce. The inns are also the starting point of the caravans. At the same time, the merchants took goods from here and travelled from here with the cargo animals they were taking. The innkeeper, who had so much preoccupation for both commercial sense and transportation, also had a number of obligations. These include compensating for such losses and ensuring the safety of customers, as they are responsible for lost and stolen property in the inns. If the innkeeper does not fulfil his obligations, he is responsible for all kinds of activities. Because of this sort of security affairs, caravans enter the inn at night and could not even go out until morning. At these entrances, the innkeeper certainly registers for passengers and merchants in order to avoid any hurdles and counts the goods. Before he let the travellers to move, he is obliged to ask: “Hey! Moslems are your goods and lives complete?” If there is no problem, travellers answer: “All are complete, may God’s mercy and grace be upon him!” Covered Bazaar

Covered Bazaar, originated from “Bezistan”, is a place known as where textile goods were traded earlier. Later, they came to the forefront as general bazaars where other goods were also sold. The covered bazaars generally referred to market places where caravans brought merchandise in cities, especially domed, over stone, sheltered against fire, protected by iron bars. As the bazaars were more sheltered than the inns, it was preferred to hiding valuable goods. For this reason, soldiers

Bedesten

Köken olarak “Bezistan” kelimesinden üretilen Bedesten, daha önceleri tekstil ürünlerinin satıldığı ve pazarlandığı yer olarak bilinir. Daha sonraları diğer malların da satıldığı genel çarşılar olarak ön plana çıkmışlardır. Bedesten, genel olarak kervanların getirdiği malların şehirlerde özellikle kubbeli, üstü taştan yapılma, yangına karşı korunaklı, demir parmaklıklarla korunan peraken- de satışlarının yapıldığı pazar yerlerine denirdi. Hanlara göre daha fazla korunaklı olduğundan değerli malların saklanması için buralar daha çok tercih edilirdi. Bu nedenle bu tür yapıların korunması için zaman zaman çevre yerleşim yerlerinden asker- ler de görevlendirilmiştir. Söz gelimi bölgemizde 16. yüzyılda Malatya kapalı çarşısının korunabilmesi için Besni ve Gerger Kalelerindeki askerlerin yarısı bu iş için Malatya’ya gönderilmiştir.

Kapanlar

Sözlükte “büyük terazi, kantar” anlamına gelen kelimenin Latince “campana”dan Farsça’ya, buradan “kabbân” şeklinde Arapça’ya geçtiği, Türkçe’ye ise “kapan” olarak girdiği öne sürülür. Mısır’da kantar kullanan kimseye “kabbânî”, alım satım mukavelelerine nezaret eden kuruma da “Dîvânü’l-kabbânî” denirdi.

Osmanlıların ilk kuruluşundan itibaren yağ, bal, un, erzak, hu- bubat, kahve, ipek, pamuk gibi zahire gibi maddelerin şehirlere getirildiği, fiyatlarının belirlenerek satıldığı yerlere verilen isimdir. Bu kapanlar aynı zamanda depolandıkları ürünle anılmışlardır. Un Kapanı, Yağ Kapanı, Buğday kapanı bu ürünlerin borsası, deposu anlamına gelmektedir. Bu bağlamda 1559 yılında Şam ve Suriye’den Mısır’a sabun ve diğer eşyaları Vekâletü’s-sâbûn adlı hana getirilmiş ve buradan şehre dağıtılmıştır

Kapanlara getirilen ürünlere devlet belli bir ardiye ücreti alarak gerektiğinde halkın tüccarlar tarafından fahiş fiyatlarla soyulma- maları için “narh” adı verilen standart bir fiyat koyardı. Özellikle İstanbul’da, dışarıdan ithal edilen mal ve eşyanın satışı bu ka- panlarda, devlet memurunun nezaretinde esnafın yiğitbaşıları ve ihtiyarların katılması ile yapılırdı. Böylece malların hileli ve fazla fiyatla satılması önlenmiş ve herkesin kolayca mal temin edebilmesi sağlanmıştır.

Un kapanı tâcirlerinin en önemli yardımcıları “yazıcı” denilen görevlilerdi. Tüccar, yazıcılarını hububat satın almak için gerekli sermayeyi vererek üretim bölgelerine gönderir, onlar da satın aldıkları ürünleri gemilerle şehirdeki un kapanına getirirlerdi. Yazıcıların bu işi yapabilmeleri için ellerinde görevleriyle ilgili bir ferman veya kapandan verilmiş bir tezkire bulundurmaları gerekirdi. XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren her üretim merkezi bir iskeleye bağlanmış ve kapan tâcirlerinin hangi kazadan ne kadar zahire satın alacakları tahminî olarak belirlenmiştir.

Loncalar

Teşkilâtlanmış esnafın birliğiyle ilgili çeşitli fonksiyonların icra

from the settlements were also assigned from time to time to protect such structures. Actually, half of the soldiers in Besni and Gerger Castles were sent to Malatya for the protection of Malatya covered bazaar in the 16th century

Checkweigher

It is suggested that the word “campana”, meaning “big scale, bascule” which was transferred from Latin to Persian; from Per- sian to Arabic as “kabban”; from Arabic to Turkish as “kapan” (checkweigher). The person using the checkweigher was called as “kabbani” and the institution in which sales were conducted was named as “Dîvânü’l-kabbânî”. From the first establishment of the Ottomans it is the name given to the places where the materials such as oil, honey, flour, food, grain, coffee, silk and cotton are brought to the cities and their prices are determined and sold. These checkweighers are also recognized by the prod- ucts they are stored at the same time. Flour Checkweigher, Oil Checkweigher, Wheat Checkweigher meant market and storage of those products. In this context, soaps and other goods were brought to the caravansary named Vekâletü’s-sâbûn from Da- mascus and Syria to Egypt in 1559; and they were distributed to the city. For the products brought to the traps, the state took a certain warehouse fee and put a standard price called “narh” (officially fixed price) for the people not to be robbed by the merchants at exorbitant prices when necessary. Especially in Istanbul, the sale of the goods and the goods imported from abroad was carried out in these checkweighers by the partic- ipation of the head stout-hearted (yiğitbaşı) and elders under the supervision of the civil servants. Thus, the sale of goods with fraudulent and overpriced prices has been prevented and it has been ensured that everyone can obtain goods easily.

The most important helpers of the checkweigher merchants were the “clerks”. The merchant sent the clerk to the production areas, giving the capital needed to buy grain, and they would bring the goods they bought to the checkweigher of the city with the ships. The clerks had to have a decree or a memorandum about their duties in order to be able to do this job. From the middle of the 19th century, every production centre was connected to a pier and it was estimated by checkweigher merchants how much to buy grains from towns.

Lodges

It is the name of a special place where various functions related to the organised merchants’ union are carried out; and also gained a meaning that meant organised merchant groups. The word comes from Italian “loggia”. The loge in French is passed as a lodge in Turkish and means “cell or room, specially allo- cated space”. There is no certain information on when the word lodge was used in Ottoman related to merchant organisation.

edildiği özel yerin adı olup teşkilâtlanmış esnaf gruplarını ifade eden bir anlam da kazanmıştır. Kelime İtalyanca “loggia”dan gelmektedir. Fransızca şekli olan loge Türkçe’de loca olarak geçer ve “hücre yahut oda, özel tahsis edilmiş mekân” anlamına gelir. Lonca kelimesinin Osmanlı esnaf teşkilâtıyla ilgili olarak ne zaman kullanılmaya başlandığı hakkında kesin bilgi yoktur. Bununla birlikte İtalyan şehir devletlerinin, özellikle Venedik, Ceneviz ve Raguzalılar’ın Osmanlı Devleti ile olan ticarî müna- sebetlerinin bu tabirin ortaya çıkışında etkili olduğu söylenebilir. Bilhassa Galata ve civarında yerleşen yabancı ticarî temsilcilerin bulunduğu oda ve hanlar için bu kelimeyi kullandıkları ve bunun zamanla yaygınlık kazandığı bilinmektedir.

İki farklı anlamda kullanılan lonca ismi ilk olarak teşkilâtlanmış esnafın çeşitli fonksiyonlarını icra ettiği belirli bir yer şeklinde kullanılır. Daha spesifik olarak; teşkilâtlanmış esnaf âmirlerinin (kethüdâ, yiğitbaşı, nizam ustaları vb.) gerekli ham maddeyi temin edip esnafa dağıttığı, gerektiğinde ham maddeyi depo- ladığı, mâmul hale gelen malın kalite kontrolünü yaptığı yeri ifade eder. Lonca ayrıca esnaf âmirlerinin ileri gelenlerinin ve kalfalarının, kendi teşkilât nizamını uygulamak, yeniden düzen- lemek, değiştirmek, diğer esnafa ait nizamnâmelere ve devletin koyduğu kanunlara uymak için disiplini sağlamak, kendi esnaf teşkilâtlarıyla ilgili her hususu görüşmek, karara bağlamak ve uygulamak maksadıyla toplandıkları özel bir yeri de niteler. Kısacası lonca; teşkilâtlanmış esnafın ortak odasının veya mec- lisinin adıdır.

However, it can be said that the Italian city states, especially the commercial relations of Venice, Genoese and Raguzans with the Ottoman State, are effective in the emergence of this expression. It is known that they used this word especially for the rooms and inns where the foreign commercial representatives who settled in and around Galata, and this became widespread over time. The lodge name, used in two different meanings, is used first as a specific place where various functions of the organized trades are performed. More specifically, refers to the place where the organized merchants (chamberlain, head stout-hearted, or- dinance masters, etc.) provide the necessary raw materials, distribute the raw materials, store the raw materials when nec- essary, and perform quality control of the finished goods. The lodge also has a special place where the chiefs, dignitaries and assistants of the tradesmen are gathered with the purpose of applying, reorganizing, changing their own organization, disciplining them to comply with the laws of the other ethnic groups and the state, discussing every aspect of their artisan organizations. In short, the lodge is the name of the common room or parliament of organized tradesmen.

Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu: 1952 yılında Edremit’te doğdu. Orta ve lise tahsilini İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde doktora yaptı. 1986 yılında doçent ve 1993 yılında profesör oldu. Halen Marma- ra Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır. Çok sayıda ilmi makale ve tebliğin yanında İslam İktisadına Giriş, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, Türkiye İktisat Tarihi, Osmanlı Mali Tarihi, İktisat Tarihi: Toplu Makaleler 1, İslam İktisadı: Toplu Makaleler 2 kitapları yayımlandı.

Söyleşi

: