• Sonuç bulunamadı

Kentlerin oluşumu ve kentleşme uzun zaman almış ve günümüzde de hala devam eden bir süreçtir. Tarih boyunca bu süreci hızlandıran ve kentlerin büyümesine etki eden sebeplerden birisi göçtür. Kentler her ne kadar çekici güçler ve durumlar barındırsa da, kır nüfusunun kent nüfusundan daha fazla olduğu dönemlerden, kent nüfusunun kır nüfusuna göre fazla olduğu dönemlere gelinmiştir ve göç burada önemli bir olgudur.

“Türk dili ve kültüründe ‘göç’ sözcüğü evi barkı ile birlikte yer değiştirme eylemi olarak tanımlanmaktadır. Burada ev/ konut/ mesken, bir barınma yeri anlamına gelmekte ve temelinde konmak eylemi bulunmaktadır. Evi barkı ile yer değiştirmek ise, çoluk çocuk tüm aile bireylerinin bir yerden başka yere gitmeleri anlamında kullanılmaktadır” (Çakır, 2011: 130). Bunların dışında sosyolojik, antropolojik ve psikolojik boyutlarıyla da insan ve toplum yaşamında oldukça geniş yer tutan ve anlamı olan göç, toplumsal bir olgu olarak değişik biçimlerde tanımlanır. Sosyoloji için göç; algıdaki değişim ile başlayan, mekânda yer değiştirme ile devam eden ve varılan yere uyum ile tanımlanan bir süreçler bütünüdür (Demirel, 2004: 7). Göç, yine sosyolojik olarak, insan ve grubun çeşitli faktörler nedeniyle zaman ve mekânda yer değiştirmesi ile eyleme dönüşen eylemin bitmesinden sonra da etkileri devam eden bir süreçler bütünü olarak tanımlanabilir. Göçün itici nedenleri olarak da tanımlanan bu faktörlerin en önemlileri doğal ve toplumsal çevredir. Bu çevreler birey ya da grubun beklentilerini özellikle de ekonomik-kültürel gereksinimlerini karşılamadığı sürece reddedilir ve böylece göç süreci başlamış olur. Bu bağlamda göç, her şeyden önce, bireylerin ya da grupların bir yerden başka bir yere gitmeleri olarak tanımlanabilir. Bu yer değiştirme eylemi aynı mahallede, kasabada kentte olabileceği gibi farklı kent ve yerleşim yerlerinde ya da bölgelerde iç göç olarak olabilir hatta farklı ülkelere de dış göç şeklinde olabilir. Ülkemizde ki örneklerden de görülebileceği gibi, önceleri serbest ve insan iradesine bağlı olan göç olayı,

günümüzde daha çok zorunlu ya da dayatılmış bir nitelik taşımaktadır. Bizim toplumumuz Osmanlı’dan günümüze her iki duruma da yabancı olmamış ve her şekilde göç olayını gerçekleştirmiştir (Çakır, 2011: 131-132). Genel çerçevesi bu şekilde olan göç için bir tanım yapılacak olursa: “Ekonomik, toplumsal, siyasal, çevresel, kültürel ya da bireysel nedenlerle (boş zamanları değerlendirme, dinlenme, aile parçalanması, çatışma, şiddet, terör, korku, töre vb.) bir yerden başka bir yere yapılan geçici kısa ya da uzun süreli yerleşim ve barınma amacı güden, istemli ya da zorunlu bir yatay hareketlilik ve toplumsal değişme sürecidir” (Çakır, 2011: 132-133). Göç, sosyo-ekonomik sonuçlardan biri olması bakımından bir sonuçken, aynı zamanda pek çok sosyal ve ekonomik dönüşümü etkilemesinden dolayı neden niteliği taşır (Uygun, 2006: 2).

Toplumbilim, 19. yüzyıl ikinci yarısında, sanayi devriminin, endüstri devriminin Avrupa’ya yayıldığı çok hızlı değişim sürecinde doğmuştur. Tarihte hiçbir değişme, bu denli yaygın olmamış ve genişlememiştir. Sanayileşme, yüzyıllardır göreceli olarak değişmemiş toplumları karmaşık, gürültülü ve dinamik bir yapıya dönüştürmüştür. Köylüler kırsal alanlardan ayrılarak korkunç koşullar altında sanayi işçileri olarak çalışacakları sanayi merkezlerine, kentlere akın etmişlerdir. Dünyanın tüm kentleri taşradan akın eden bireysel ya da kitlesel fakat sürekliliği kesilmeyen göç hareketlerinden etkilenmişlerdir. Bunun sonucunda kentler daha önce görülmemiş oranlarda ve rahatsız edici bir şekilde gelişti, büyüdü karmaşıklaştı. Önceleri homojen ve nüfus yoğunluğu az olan bu kentlerde birbirine sıkı bağlarla bağlı geleneksel küçük topluluklar, bu toplulukların gelenek, görenek ve adetleri artık zorla yaşıyordu. Giderek heterojenleşen ve karmaşıklaşan kentlerde toplumsal ve kültürel sorunlar, daha önce hiç görülmemiş başıbozukluklar yaşanmaya başlamıştır (Çakır, 2011: 133- 134). Bu kadar ani değişimin sebebi göçün sıradan bir toplumsal olgu olmayışındandır. Göçle birlikte hem göç veren hem de göç alan yerde son derece karmaşık sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan yoğun toplumsal sorunlar, kurumlar ve yapılar üzerinde kalıcı ve köklü tesirler meydana getirmekte dinamik bir toplumsal hareketliliğe yol açmaktadır. Köyden kente gelenlerle birlikte kamu kurumlarından hizmet talebinde bir patlama ortaya çıkmıştır. Köyde yaşayan bir

kişinin devletten beklediği hizmet son derece sayılı ve sınırlıdır. Köyün yolu yoksa yol istemekte, okuluna öğretmen, camisine imam, elektrik, su, telefon vb. bu sayılı hizmetlerdir. Bütün bu taleplere cevap vermek durumunda olan yerel ve merkezi idare birimleri bu talep patlaması karşısında yetersiz kalmaktadır (Adıyaman, 2008: 26). Bu durum sonucunda daha karmaşık bir idare sistemi zorunlu hale gelmiştir.

Göçe sebep pek çok neden vardır. İnsanlar çocuklarının daha iyi bir yaşam sürmelerini umarak köylerinden, yörelerinden sanayi merkezlerine, kentlere daha çok göç etmeye başlamışlardır. Çünkü göç veren bölgeler azgelişmiş, göç alan bölgeler ise daha gelişmiş yerlerdir. Ülkemizde tarıma sanayinin girmesi ve 1945’lerden sonra nüfus artışının çok hızlanması, Anadolu topraklarının artan nüfusu barındırıp besleyecek yeterlilikte olmaması, feodalite kalıntısı olan ağalık düzeninin yıkılması gibi temel nedenlerden dolayı iç göç hareketi 1950’lerden sonra çok hızlanmıştır (Çakır, 2011: 134-137). Kırsal alanlarda sağlık, beslenme, eğitim, ulaşım ve bu gibi olanakların yetersizliği ve denetimsizliği; iş olanaklarının sadece kent merkezlerinde kurulan fabrikalar ve devlet kurumlarınca sağlanması; halkın bilgi, görgü, kültür gibi değer yargılarını yükselten kurumların kırsal bölgelerde bulunmaması ve böylece kentsel yaşamın özendirici bir nitelik ve nicelik taşıması gibi nedenler kenti çekici kılan göç nedenlerindendir (Çakır, 2011: 138).