• Sonuç bulunamadı

1.2. ULUSÇULUK

1.2.2. Fransız Ulusçuluğu

Fransız ulusçuluğunun temellerini ortaya koyan Ernerst Renan’dır. Renan’ın 1882’de Sorbonne’da “Qu’est-ce qu’une Nation” (ulus nedir)başlıklı konferansı civic2

ulusçuluğun temel metinlerinden biri kabul edilmektedir (Kerestecioğlu, 2008: 320).

2

Akılcı ulusçuluğun bir örneği kabul edilen Fransız ulusçuluğunun dayanakları, Renan’ın bu konferansının çıktılarıdır.

Bu dayanakları Renan şöyle belirtmiştir:

“Ulus bir ruhtur, manevi bir ilkedir. Bu ruhu, bu manevi ilkeyi sadece iki şey oluşturur: Bunlardan biri geçmişe, diğeri ise şimdiye aittir. Biri zengin anılar mirasının müşterek sahipliği, diğeri gerçek rıza, birlikte yaşama arzusu, herkesi ortaklaştıran mirasa değer vermeye devam etme iradesidir. İnsan ve toplum, irticalen ortaya çıkmış bir şey değildir. Ulus, tıpkı birey gibi, gayret, fedakarlık ve adanmışlıkla dolu uzun bir geçmişin nihai halidir. Atalara ibadet, anlaşılabilir, savunulabilir bir şeydir çünkü bizi biz yapan atalarımızdır. Kahramanlıkla dolu bir geçmiş, büyük insanlar, gerçek anlamıyla şan ve şeref… İşte üzerine ulusal bir düşünce inşa edilebilecek toplumsal ilke budur. Geçmişte ortak zaferlere, bugün ortak bir iradeye sahip olmak ve yine aynısını yapmayı istemek, tüm bunlar, ulus olmanın temel koşullarıdır. İnsan kabullendiği fedakarlıklar ve çektiği ıstıraplar nispetinde sever. İnsan inşa ettiği ve onun olan evi sever.” (Kerestecioğlu, 2008: 320).

“Ulus, tıpkı birey gibi, gayret, fedakarlık ve adanmışlıkla dolu uzun bir geçmişin nihai halidir.” cümlesinde ulusun bireye benzerliğinin bir başka yönü Renan’ın şu sözlerinde yatmaktadır: “Nasıl ki bireyin varlığı yaşamın sürekli olarak tekrarlanan bir olumlaması ise, bir ulusun varlığı da her gün tekrarlanan bir plebisittir.” (Erözden, 2008: 92). Bu durum bireyin iradi olarak katılımına dayalı bir ulus anlayışından çok, olumsuz oy kullanan bireyin nefes almaması gibi bir sonuç ortaya koyması bakımından eleştirilebilirdir. Ve fakat burada anlaşılması gereken, ulusun sürdürülebilir, devamlılığı olan bir şey olması durumudur.

Renan’ın yukarıda bahsettiği ulus olma durumu, önceliği tarihsel, ortak bir geçmişi olan bir topluluğa vermektedir. Böylelikle, dil, din, etnik unsurlar gibi ayırt ediciliği temel alan unsurlar göz ardı edilmektedir. Renan, ortak bir geçmiş, tarih, ortak acılar temelinde ulusu bütünleştirici unsurlar üzerinden, ulusu tanımlamıştır. “Ulusu geçmişi oluşturur, bugünkü birliğin amacı da ortak geçmişi yaratma kaygısıdır” (Erözden, 2008: 94). Ortak geçmişin gerçek olarak tarihsel bir sürecin ürünü olmasının karşısında, bugünkü ulus için, önemli olan bu geçmişi “yaratma” durumudur. İşte bu aşamada tarihsel geçmiş yeniden kurgulanabilirdir.

Renan’ın bu konferansı hazırlama nedeni, bu sürecin gerisinde gerçekleşen, 1870-1871 Alman-Fransız savaşıdır. Bu savaşta Fransa’nın yenilmesi ve dolayısıyla, Alsace-Lorraine bölgesinin Almanya’ya verilmesi durumu ve Fransa’nın bu bölge üzerinde istekleri ve diğer yandan da bu bölgede ağırlıklı olarak Alman dilinin

konuşulması durumlarının çelişkisini, Renan dil unsurunu arka plana iterek, ortak geçmiş üzerinden başka bir temelde kurgulamıştır (Erözden, 2008: 94).

1870 dönemi ulusçuluğa baktığımız zaman, bu dönemin ulusçuluk ideolojisinin genel olarak sağa doğru kaymakta idi. 1870 dönemi sonrasında, Fransız ulusçuluğu Doğu türü ulusçuluk temelinde şekillenmiştir. Yani, Fransız ulusçuluğu, evrenselciliğin karşısında tikelciliği, akıcılık karşısında ise romantizmi savunmuştur. Fransız ulusçuluğu, Katolik olmayan ve Galliler kökeninden gelmeyenleri Fransız ulusuna dahil etmemektedir. Daha açıkça ifade etmek gerekirse, Fransız ulusçuluğu toprak hukuku ve kan hukukunun dengesinin ürünüdür. Devrime kadar eski rejime ait olan toprak hukuku yerine, I. Napolyon medeni kanuna kan hukuku maddesini de koymuştur. Bununla birlikte ulusallık hukuku da değişikliğe uğramış ve on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında “yabancıları Fransız yapmak” temelinde ortaya çıkmıştır (Leca, 1998: 14). Dil birliği ise, yayılmacı temelde olmamakla birlikte, 1793’ten bu yana, mevcut devlet yapısı içinde olmazsa olmaz koşul kabul edilmekteydi. Bu duruma bağlı olarak, dünya tarihindeki ilk etnik arındırma projesi, Alsace’tan Almanca konuşanları sürmek üzerine yapılmıştır ve fakat hayata geçirilememiştir (Erözden, 2008: 98).

Bu gelişmelerden yola çıkarak diyebiliriz ki, Batı türü-Doğu türü ve akılcı-etnik ulusçuluk türleri aslında, toplumsal pratikler temelinde, dönemsel koşullara göre, özellikleri bakımından iç içe girmiş durumdadır. Aslına bakılırsa, bu durum kaçınılmaz bir sonuçtur. Çünkü ulus yaratma arzusu güden her devlet, topluluk, o kutsal birlikteliği yaratmak adına var olan toplumsal koşulları en derinine kadar kullanacaktır.

Genel olarak, Fransız ulusçuluğu için diyebiliriz ki, topluluğun fiziki unsurları yerine sosyal unsurlarıyla ilgilenmiştir, bu sosyal unsurları, siyasallaştırmıştır. Yani etnik, dilsel temelden uzak, sözleşmeci ulus anlayışını temel almıştır. Fransız Devrimi’yle birlikte 1793’ten sonra, feodal bağlar çözülmeye, yerel çıkarlar köklerinden kopmaya başlar. Bu tarihten itibaren Rousseau’nun düşüncelerinin etkisi hissedilmeye başlar (Kerestecioğlu, 2008: 330). İşte bu noktada ‘genel irade’ kavramı önemlidir. Buna göre; toplumun kendisini oluşturan bireylerden ayrı ve onlardan daha üstün bir genel iradenin olduğu, bu iradenin kendisiyle uzlaşmayan bireyleri de kapsayıcı olması temelindeki kuram, çoğulluğu değil türdeşliği mümkün kılmıştır. Zorunlu hallerde de, demokratik rejimler, türdeşsizliği yok etmeye yönelik kararlar alabilmişlerdir. Fransız aydınları tarafından genel irade kavramı, ortak ulusal bir amacı gerçekleştirmek için

kullanılmıştır. Yönetimin ulusal nitelikli olması da (yurttaşlık dini) Rousseau’nun söylemiyle ‘kamusal din’ ihtiyacını karşılamaktadır. Kamusal din, kendini ulusçu temelden ziyade yurtseverlik üzerinden tanımlamaktadır. Yurtseverlik fikri de ulusçu kökenli olmaktan ziyade devlete dayanır ve ‘egemen halk’ anlayışıyla ve onun adına yürüten devletle ilgilidir (Kerestecioğlu, 2008: 331).