• Sonuç bulunamadı

2.2. KEMALİST ULUSÇU İDEOLOJİNİN ULUS-DEVLETİN OLUŞUM SÜRECİNE

2.2.6. Kemalist Ulusçuluğun “Birlik” Temelleri

2.2.6.3. Ekonomik birlik

Ulusal bir ekonomi yaratmak, ulusun kendi kendine yeterliliğini ve kendine güvenini sağlamak adına önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti, her ne kadar kapitülasyonlar Lozan'da kaldırılsa da, Osmanlı Devleti'nin borçlarının bir kısmını ödemek durumunda kalmıştır. Yeni Bağımsızlık Savaşı'ndan çıkmış bir devlet için bu borçlar bir yüktür. Bunun akabinde, bağımsız bir ekonomi yaratmak isteyen bir devlet, ekonomik alandaki faaliyetlerine, başka devletlere borçlu olarak başlamışlardır. Bu borçların bir an önce ödenmesi ve ulusun aynı zamanda kendine de yeterli hale gelmesi gerekmekteydi. Mustafa Kemal Atatürk böyle bir ortamda, ulusal ekonomik etkinlikler için bir bilinç yaratmaya çalışıyordu. “Yeni Türk Devleti, cihangir bir devlet değil, iktisadi bir devlet olacaktır.” ve “Yeni Türk Tarihi incelendiği zaman, bütün yükseliş ve çöküş nedenlerinin ekonomik sorunlardan başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır.” şeklindeki ifadeler, ekonomik alanın ulus için önemli olduğunun vurgulanması açısından Mustafa

Kemal Atatürk tarafından sık sık tekrar edilen sözlerdir. Dolayısıyla, Mustafa Kemal Atatürk, siyasal ve askeri alandaki başarısını ekonomik alanda da gerçekleştirmek istemektedir. İlk olarak, yeni kurulan devlette siyasal anlamda değişiklikler yapılmıştır ama ekonomik ve sosyal alan, hala Osmanlı Devleti’nden mirastı. Siyasal alandaki dönüşümler, bir anda toplumsal ve ekonomik yapıyı değiştirmeye yetmeyeceğinden bu alanda da birçok yeni etkinlik yapılması gerekmekteydi.

İlk olarak ekonomik anlamda bir kalkınma gerekmekteydi. Bunun için önemli olan ilk etkinlik, İzmir İktisat Kongre'sidir. Kongrede, Mustafa Kemal Atatürk'ün açılış konuşması, dönemi ve istekleri belirtmesi açısından önemlidir. Açılış konuşmasında, “Gerçek kurtuluş demek olan iktisadi gelişme ve kalkınmanın ilkelerini saptayacak bir kongredir, tarihe böyle geçecektir.” diyerek; asıl bağımsızlığın ekonomik bağımsızlık olduğunu vurgulamıştır. Bağımsızlık, ulusu diğer uluslardan ayıran, kendi içerisinde bir bütün olmasını sağlayan önemli bir unsurdur. Buradaki vurgu bu yöndedir. Diğer yandan, “ Efendiler, bugün yüksek heyetinizin oluşturduğu Türkiye İktisat Kongresi çok önemlidir, çok tarihidir. Nasıl ki Erzurum Kongresi felaket noktasına gelmiş olan bu milleti Misak-ı Milli ve Teşkilat-ı Esasiye ile ilk temel taşlarını atarak kurtarmıştır, bu kongre de milletin ve memleketin ekonomik hayatını düzeltecek ilkelerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır…”9

ifadesinde kongrenin önemi vurgulanmıştır.

Diğer yandan yapılmak istenen, 1923’te henüz kurulmakta olan bağımsız Türk devletinin ekonomik dizginlerinin azınlıkların elinden alınması ve Osmanlı Devleti’ni çökertmiş olan bu durumun zamanla Türk Devletinin de bağımsızlığını tehlikeye düşüreceği endişelerini gidermekti. Dolayısıyla ekonomik etkinliğin Rum, Ermeni, Yahudi gibi azınlıkların elinden alınması kongrenin genel havasını oluşturuyordu (Bağdadi, 2010: 31). Ulusal kimlik yaratmak adına bu endişe dönemsel açıdan bakıldığından önemlidir.

Kongrenin çıktılarına baktığımızda, alınan kararlarda, “Misak-ı İktisadi Esaslar” belirlenmiştir. Bu esaslar 12 maddedir. Maddelerin içeriği genel anlamda şu şekildedir: “1) Türkiye kendi Milli hudutları dahilinde lekesiz bir istiklal ile dünyanın sulh ve terakki unsurlarından biridir.

9 http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=SoylevDemecler&IcerikNo=151

2) Türkiye halkı milli hakimiyetini kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir şeye feda etmez ve milli hakimiyete dayanan meclis ve hükumetine daima bağlıdır.

4) Türkiye halkı sarf ettiği eşyayı mümkün mertebe kendi yetiştirir… 5)… Madenleri kendi milli istihsali için işletir…

9) Türk, dinine, milliyetine, toprağına, hayatına ve kurumlarına düşman olmayan milletlere daima dosttur, yabancı sermayeye karşı değildir…

10) Türkler açık alın ile serbestçe çalışmayı sever, işinde inhisar istemez.

12) Türk kadını ve kocası çocukları İktisad-i Misaka göre yetiştirir.” (Bağdadi, 2010: 34).

Bu maddelerde genelde dönemin, özelde ise kongrenin felsefesini görebilmekteyiz. Toplumun ekonomik olarak dönüştürülme sürecinin genel vurguları, kendine yetebilen bir toplum olmasının yanında yabancı sermayenin de teşvik edilebileceği yönündedir. Bu teşvikin karşısında aynı zamanda, yabancıların ülkeyi sömürmesine de kati suretle karşı çıkılıyordu (Kongar, 2010: 351). Yabancı sermayenin teşvikiyle birlikte aynı zamanda özel girişimcilerin de desteklenebileceği yönünde çıktılar da mevcuttur. Çünkü özel girişimcilerin çabalarıyla sermaye biriktirilmeye çalışılmıştır. Bu sebeple, kongrenin sonuçları, Türkiye'de liberal adımların başlangıcı olarak nitelendirilmektedir. İkinci madde, ulusun, vatanına ve devletine bağlılığı belirtilmiştir. Son madde ise, ulusun inşa edilmesi sürecindeki, en önemli araçlardan olan eğitim alanına vurgu yapılmıştır ve kanımızca ulusal ekonomik dönüşümün bu şekilde devamlılığı sağlanmak istenmiştir.

Kongre'de diğer yandan, çiftçiler, tüccarlar, sanayiciler, işçiler hakkında da geniş fikirlere ve düzenlemelere yer verilmiştir. Böylece, ekonomik olarak her sektör yeni dönüşümlere konu olmuştur. Bu dönemde, özellikle, tarımsal alandaki çalışmalar önemlidir. Çünkü kırsal kesim nüfusu dönem itibariyle kentsel kesimden daha fazladır. Bu anlamda, köylü, milletin efendisidir. Tarımsal alanda makinelerin kullanılmaya başlanması da, üretimi artırmakla birlikte kanımızca, halkın kendine ne yapabileceğinin de göstergesi olarak güvenini artırmıştır.

İzmir iktisat Kongresinin çıktılarının yanında dönem adına ekonomik anlamda bir diğer önemli nokta, devletçilik ilkesidir. Özendirme ve destekleme dönemi 1930'lara kadar devam etmiştir, ardından gelen süreç 1950'lere kadar ekonomide devletçilik dönemidir. Kuruluş aşamasında, devletin kaynaklarının yetersiz olması

bakımından ve erken cumhuriyet döneminde, devlet eliyle bir inşa süreci söz konusu olduğundan, aslında ekonomi hep devletçidir denilebilir. Bu durum Türkiye'nin kendine özgü bir devletçilik anlayışı olarak değerlendirilebilir. Bu anlayışta, temel yaklaşım, özel kesimi yaratmak ve korumak, devletçiliği de kapsayan bir biçimde, bütün ekonomik etkinlikler, temelde özel girişimcileri desteklemek şeklindedir (Kongar, 2010: 352).

Devletçilik döneminde, daha çok hükümetin yapacağı ekonomik etkinliklerin programı niteliğinde, kalkınma planları önemlidir. Planlar dahilinde yeni iş alanları hakkındaki eğitimlerin de nasıl yapılacağına dair düzenlemeler getirilmiştir. 1933 yılındaki ilk kalkınma planı ulusal bir ekonominin yaratılması bakımından başarılı bir plan olmakla birlikte, 1936 yılındaki ikinci plan kaynak yetersizliği bakımından uygulanamamıştır.

Cumhuriyet'in ilk yılları, genel olarak, ekonomik anlamda her alanda etkili olmuş ve ulusun kendi adına bir başlangıç yapmasını sağlanmıştır. Osmanlıdaki geleneksel toprak yapısının üzerine, bilimsel adımlarla desteklenmiş bir tarımsal yapı ve diğer sektörler oluşturulmuştur. Aynı zamanda, birçok fabrika kurularak ekonomik yapı, tarımsal yapıdan sanayileşmeye doğru evrilmeye başlamıştır.

Bütün bu gelişmeler, toplumun ekonomik üretim alanında dönüştürülmesine neden olmuştur. Ekonomik anlamda, yeniden üretebilir olmak toplumun, kendi ülkesi için çalışması bilincini ortaya çıkarmış ve ulusuna aidiyetini güçlendirmiştir.

Dilsel, tarihsel, ekonomik anlamdaki gelişmeler ve bütünleştirici adımlar, bir devletin ve o devlete ait ulusun yaratıldığının bir göstergesidir. Bunun yanında, o devletin uluslararası alandaki varlığı da saygınlığı ve devlet olması adına tanınıyor olması, devlet olmasının sürekliliği için gereklidir. Diğer yandan, dış siyaset alanındaki bağımsızlık tutumu, ulusunun da devamlılığı için önemlidir.

Bu durum da bizi, ulusçuluk adına yapılan devrimlerin sürekliliği açısından dördüncü adıma götürmektedir.