• Sonuç bulunamadı

Finansal Serbestleşmenin Olumsuzluklarını Gidermeye Yönelik

1.6. FİNANSAL SERBESTLEŞME UYGULAMALARINA YÖNELİK

1.6.3. Finansal Serbestleşmenin Olumsuzluklarını Gidermeye Yönelik

Denetimsiz bir biçimde finansal liberalizasyon sürecine giren gelişmekte olan ülkelerin yaşamış olduğu krizler, bu krizler sonrasında IMF programlarını uygulamak zorunda kalmaları, uygulanan politikaların ülkelerin makro ekonomik politikalarında denetim güçlerinin zayıflamasına neden olması, iktisadi dengenin oluşumunda devletin rolünün ne olması gerektiği konusunu gündeme getirmiştir.

Küreselleşmiş bir ekonomide sermaye hareketlerinin serbestleşmesi nedeniyle özerk ve denetim dışı piyasa mekanizması çalışmakta ve devlet ekonomiyi yönlendirememektedir. Ancak, yaşanan bu süreçte karşılaşılan sorunları ve riskleri aşarak küresel pazarın sunduğu fırsatları değerlendirmeye destek olmak açısından, devletin görevinin daha da önemli bir hale geldiğini göz ardı etmemek gerekmektedir.

Yaşanan uluslararası trendlerin etkisiyle devletin özerkliği aşınmış, fakat, devlet, küreselleşmenin getirdiği dayatmalar nedeniyle toplumsal sorunların çözüm aracı olmasının ötesinde küresel sermaye piyasalarının işlerliğini etkin kılmak için gerekli hukuki yapıyı ve altyapı koşullarını oluşturmakla görevlendirilmiştir. Böylece devletin düzenleyici rolü tekrar gündeme gelmiştir. Nitekim, Dünya Bankası'nın 1997 Dünya Kalkınma Raporu, küreselleşme sürecinde devletin gerekliliğini ortaya koymuş, piyasaların korunması ve düzenlenmesinde devlete büyük görevler düştüğünü vurgulamıştır.

Gelişmekte olan ülkelerin küreselleşen dünyada ortaya çıkan krizlerin etkilerinden korunabilmek ve oluşabilecek krizleri önlemek için her şeyden önce makro ekonomik temellerini güçlendirmeleri, finansal piyasalarını geliştirmeleri ve

ihtiyari tedbirlerle düzenleme ve denetimi sağlamaları gerekmektedir. Bu amaçla uygulanacak yöntemlerin bir kısmı ulusal nitelik (katlı kur uygulaması, miktar kısıtlaması, bankaların döviz yükümlülüklerinin sınırlandırılmasına yönelik olarak zorunlu karşılık oranlarının konması, vs.) bir kısmı da küresel nitelik (Tobin vergisi) taşımaktadır. 89

Finansal serbestleşme sonucu yaşanan krizlerin nedeni sermaye girişinin büyüklüğü ya da türü ise, politika yapıcılar bunu önlemek için sermaye girişlerini doğrudan etkileyecek müdahalelerde bulunmaktadır. Özellikle, spekülatif sermaye girişlerini azaltmaya yönelik doğrudan yöntemlerden biri, yurtiçi ve yurtdışı piyasalar arasındaki faiz farkının yarattığı arbitraj marjını düşürmek amacıyla konulan vergilerdir. Bu vergilere “faiz oranlarını eşitleyici vergi” adı verilmektedir. Bu yöntemde, devlet, yabancı yatırımcıların sermaye girişi yoluyla ülkede kazandıkları faiz gelirinden vergi almaktadır. Doğrudan uygulanan diğer önlemler arasında dış borçlanmanın kısıtlanması, dış kaynaklı borçlar için minimum rezerv gereği oranlarının konulması, doğrudan yabancı yatırımlarda tavan belirlenmesi, v.b. gösterilmektedir.

Sermaye hareketlerini kontrol etme amacıyla uygulanan dolaylı politikaların biri de, merkez bankaları tarafından uygulanan sterilizasyon politikalarıdır. Merkez bankaları bir yandan yabancı para satın alıp piyasaya yerli para sürerken, diğer yandan açık piyasa işlemlerinde kağıt satarak para arzındaki artışı sterilize etmektedirler.

Diğer bir uygulama ise, para çarpanını azaltacak kısıtlamalar (zorunlu karşılık oranlarını artırmak, ticari banka kredilerine sınırlama getirmek, v.b.) yoluyla para arzındaki genişlemenin önlenmesidir. Sterilizasyon politikaları özellikle Latin Amerika ülkelerinde popüler olan bir yöntemdir. Şili ve Kolombiya örnekleri sterilizasyonun sermaye girişlerini azaltmadığını ve kamu açığını önemli ölçüde artırdığını göstermektir. Yüksek sermaye girişlerine karşı diğer bir önlem de, kamu maliyesinin disipline edilmesidir. Bunun için vergi oranları artırılmakta ve/veya

kamu harcamaları azaltılmaktadır.90 Spekülatif sermaye hareketlerini önlemeye yönelik uygulanan dolaylı yöntemlerden; çift ya da çoklu döviz kuru sistemleri, sınır ötesi finansal akımların açık ya da gizli vergilendirilmesi (Tobin vergisi) ve diğer piyasa temelli önlemler, sermaye hareketlerini daha maliyetli hale getirip kısıtlamaya çalışmaktadır.91

Sonuç olarak, sermaye hesabının serbestleştirilmesinde geleneksel yaklaşım, serbestleştirmenin dikkatli, sıralı ve aşamalı olarak yapılması ve diğer politikalarla desteklenmesidir. Ancak ülke örnekleri göstermektedir ki, finansal serbestleştirmenin sıralaması ve diğer politikalarla koordinasyonuna ilişkin homojen bir yaklaşım yoktur. Sermaye hesaplarının serbestleştirilmesinde, sağlam makro ekonomik temeller, mali sistemin güçlendirilmesi ve belirli reformların yapılması ön şarttır. Kontrollerin seçiminde ve etkinliğinde ise, ülkelerin finansal piyasalarının gelişmişlik düzeyi ve yönetebilme kapasitesi önemlidir. 92

90 Kaya, a.g.e., ss. 49-53. 91 Duman, a.g.m., s. 47. 92 Yay, a.g.m., ss. 28-29.

İKİNCİ BÖLÜM

PARA POLİTİKASI VE FİNANSAL SERBESTLEŞME

1. PARA POLİTİKASINA GENEL BİR BAKIŞ

Günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke enflasyon, işsizlik ve dış ödemeler dengesi açıkları gibi makro ekonomik istikrarsızlıklarla karşı karşıya kalmaktadır. Klasik İktisat görüşlerinin hakim olduğu dönemde, ekonomide geniş kapsamlı bir istikrarsızlığın olmayacağı; olsa bile bunun devlet müdahalesi ile değil, ekonominin kendi işleyişi içerisinde çözümlenebileceğine inanılmaktaydı.

1930’lu yıllarda yaşanan Dünya Ekonomik Krizi, bir taraftan Klasik İktisatçılara geniş ölçüde itibar kaybettirmiş, diğer taraftan Keynes ve Keynesyen İktisadın doğumuna ortam hazırlamıştır. Keynes’in ünlü eseri “İstihdam Faiz ve Paranın Genel Teorisi”nde ileri sürülen temel görüş, kapitalist ekonominin kendi haline bırakıldığında buhranlardan kurtulamayacağı, bu nedenle ekonomilerde istikrarı sağlamak ve sistemi devam ettirmek amacıyla kamu müdahalesinin kaçınılmaz olduğu yolundaydı.

Diğer taraftan, 1973’te Dünya Petrol Şoku’nun patlak vermesi ve enflasyon ile işsizliğin birlikte yaşandığı stagflasyon durumunun ortaya çıkması, Keynesyen İktisat’a duyulan güveni sarsmıştır. Keynesyen İktisat sisteminin tıkanması sonucu Klasik İktisat görüşleri yeniden ön plana çıkmıştır. Ünlü iktisatçı Milton Friedman öncülüğünde bir grup iktisatçı devletin ekonomiye müdahalesinin gereksiz olduğunu, sadece para arzının yıllık olarak sabit bir oranda arttırılması ile ekonominin dengeye gelebileceğini iddia etmişlerdir. Bu görüşle birlikte, iktisat politikalarından biri olan para politikası uygulamaları yaygınlık kazanmıştır.93

93 Salih Öztürk, “Kısa Süreli Sermaye Hareketleri ve Para Politikasına Etkileri:1980 Sonrası Türkiye

Uygulaması”, (Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001), s. 84.

Para politikası kavramı çok eski zamanlardan beri kullanılmasına rağmen 19. yüzyıldan itibaren sistematik bir şekilde incelenmeye başlanmıştır. Para politikasını çeşitli şekillerde tanımlamak mümkündür. En geniş anlamıyla para politikası; mevcut şartlarda ekonominin likiditesini yani harcama potansiyelini artırmak veya azaltmak amacıyla uygulanan politikalardır. Bir başka ifadeyle, para politikası, merkez bankasının ülke ekonomisindeki toplam faaliyet hacmini amaçlanan yönde etkilemek için para ve kredi hacmini değiştirici politikalar izlemesidir.94 Diğer bir tanımlamayla, para politikası, paranın elde edilebilirliğini ve maliyetini etkilemeye yönelik alınan kararları ifade etmektedir.95

Para politikası, serbest piyasa ekonomisinin egemen olduğu yani fiyat mekanizmasının serbestçe işlediği ülkelerde geçerli olan bir politikadır. Para politikasında esas olan hükümetin sadece para miktarı ve faiz haddini belirlemekle yetinmesi, fakat paranın nerelerde kullanılacağına karışmamasıdır. Bu özelliğinden ötürü, para politikası serbest piyasa ekonomisinin mantığına en uygun politika çeşidi sayılmaktadır.

Para politikasının diğer bir özelliği de, genel nitelikli olması, yani ekonominin bütün faaliyet alanlarını etkileyerek, bunlar arasında ayırım yapmaya elverişli olmamasıdır. Para her alanda kullanılabilen bir araç olduğu için bunun sadece verildiği amaç doğrultusunda kullanılmasını sağlamak, hükümetin iş hayatına serbest piyasa ekonomisinin mantığı ile bağdaşmayacak kadar müdahale etmesini gerektirmektedir.96

Bir ekonomide para politikasını uygulamakla görevli kuruluş, merkez bankasıdır. Merkez bankaları ekonomik hedefler doğrultusunda para arzı ve faiz oranları gibi değişkenleri yönlendirerek ekonomik faaliyet hacmi ve fiyatlar genel seviyesi üzerinde etkili olmaktadır. Günümüzde merkez bankaları modern bankacılık

94 Ömer Eroğlu, Para Teorisi ve Politikası: Ders Notları, Süleyman Demirel Üniversitesi Yayınları,

Yayın No: 50, Isparta, 2004, s. 140.

95 Timur Önder, Para Politikası: Araçları, Amaçları ve Türkiye Uygulaması, (Türkiye Cumhuriyeti

Merkez Bankası Uzmanlık Yeterlilik Tezi), Ankara, 2005, s. 24.

96 Sadun Aren, 100 Soruda Para ve Para Politikası, Gerçek Yayınevi, 2.b., İstanbul, 1986, ss. 136-

aktivitelerinin ve yeni finansal araçların çoğalmasına bağlı olarak, sadece doğrudan para politikası araçlarını değil, aynı zamanda dolaylı araçları da kullanmak durumunda kalmaktadır. Finansal sistemin gelişmesi ile birlikte para politikasının ekonomi üzerindeki etkisi daha karmaşık hale gelmekte, parasal kontrolün sağlanmasında merkez bankası ile bankacılık sektörü ilişkileri yanında kredi kullananların davranışları da belirleyici rol oynamaktadır. Kısaca, para politikasının ekonominin likidite düzeyi üzerinde etkili olmasında, bankacılık sektörünün gelişmişlik düzeyi, bankaların ve ödünç alanların parasal değişiklikler karşısındaki tutumları ve kredi talebinin faiz esnekliği gibi faktörler etkili olmaktadır.97

Çalışmamızın bu bölümünde para politikasının amaçları, araçları ve stratejileri üzerinde durulacak, ardından, finansal serbestleşmenin para politikası üzerine olası etkileri değerlendirilecektir.