• Sonuç bulunamadı

Finansal Liberalizasyonun Olumsuz Sonuçlarına Karşı Önerilen Politikalar

1.1.5. Finansal Liberalizasyon Uygulamaları ve Sonuçları

1.1.5.2. Finansal Liberalizasyon Uygulamalarının Olumsuz Sonuçları Finansal liberalizasyona olumsuz yaklaşan görüşler genelde liberalizasyon

1.1.5.2.1. Finansal Liberalizasyonun Olumsuz Sonuçlarına Karşı Önerilen Politikalar

Finansal liberalizasyonun olumsuz sonuçlarını önlemeye yönelik politikalar; finansal liberalizasyona aşamalı geçişi öneren politikalar ve sermaye hareketleri kontrolü öneren politikalar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

1.1.5.2.1.1. Finansal Liberalizasyona Aşamalı Geçişi Öneren Politikalar Finansal liberalizasyon politikalarını hayata geçiren ülkelerin ve hatta ülke gruplarının liberalizasyon sürecini takiben şiddetli ve yüksek maliyetli krizler yaşamaları liberalizasyon teorisine duyulan şüpheleri artırdı. Özellikle Arjantin ve Şili’deki krizin ardından reformların başarısızlığını reform programlarının yanlış sıralanması açısından açıklamaya çalışan bir literatür gelişti. Geleneksel görüş yurt içi finansal sistem deregülasyona tabi olmadan önce reel sektör reformlarını tamamlama, ölçülü denetimin olduğu sağlam bir sistem geliştirme ve makro ekonomik ortama istikrar kazandırmanın gerekliliğini öne sürmeye başladı. Bu temel oluşturulduktan sonra politika yapıcılara rekabetin aşırı faiz oranlarını önleyeceği ve kredileri (etkin bir şekilde) dağıtacağına güvenilerek piyasaya dayalı faiz oranlarını yürürlüğe koymaları ve krediler üzerindeki kontrolleri kaldırmaları önerildi. Bir çok ekonomist sermaye hesabı liberalizasyonunun, sürecin sonuna konulmasını tavsiye etmekteydi (Williamson ve Mahar,1998:47).

Bu konuda görüş ileri süren Edwards’a göre de bir istikrar programında ödemeler dengesinin, sermaye ve cari hesaplarının liberalizasyonundaki sıralama, öncelikle, dış ticaret reformunun tamamlanması ve daha sonra sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi şeklindedir. Öncelikle sermaye hesabının serbestleştirilmesinin istikrarsızlaştırıcı sermaye akışlarına ve çok fazla dalgalanan reel döviz kuru hareketlerine yol açtığı ileri sürülmektedir. Bu nedenle dış ticaret ve diğer cari işlemler reformu tamamlandıktan ve ekonominin buna uyum sağlamasından sonra sermaye hesabının serbestleşmesine ve açılmasına geçilmesi daha yararlı bulunmaktadır (Uludağ ve Arıcan, 1999:415).

Bununla beraber yazında doğru sıralamanın nasıl yapılacağı konusunda tam bir görüş birliğinin bulunduğunu söylemek zordur. Ancak çoğunlukla kabul edilen görüşe göre ulusal ekonomilerin dış dünya ile ilişkisinde varolan kısıtlamalarından kaldırılmasından önce yurtiçi çarpıklıkların giderilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Dolayısıyla eğer ekonomik dengesizlikler düzeltilmeden liberalizasyon politikaları uygulanırsa beklenen faydayı elde etmek zorlaşır (Peker, 2005:33).

Pek çok ülkede yaşanan krizler sonucunda finansal liberalizasyonla ilgili görüşlerini yenileyen ve aşamalı geçişin daha uygun olacağını söyleyenler arasında İMF ve Dünya Bankası da bulunmaktadır. Şöyle ki Dünya bankası 1989 yılındaki raporunda finansal ekonomiyi büyüyen bir ekonominin temel taşı olarak görürken 1993 yılındaki raporunda hükümetin piyasaya müdahalesinin daha büyük bir büyümeyi sağlayabileceği vurgulanmaktadır (Artan, 2007:76). IMF’ye göre de olgunlaşmış koşullar sağlanmadan ödemeler dengesindeki sermaye hesaplarında yapılan erken (veya zamanından önce) serbestleşmenin (premature liberalization) yerel sermaye piyasalarında düzensizliklere ve kaynak tahsisinde etkinsizliğe yol açacağı, gevşek maliye politikaları uygulanması durumunda da finansal entegrasyonun riski artıracağı, bu bağlamda aşırı bir borç birikiminin ortaya çıkacağı vurgulanmıştır (Sönmez, 2004:57). Benzer şekilde McKinnon (1991)’da bir ülkede finansal liberalizasyonun sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebilmesini istikrarlı bir makro ekonomik yapıya ve bankacılık sisteminde etkin bir denetim ve gözetim sisteminin kurulmasına bağlı olduğu vurgulanmıştır. McKinnon (1991)’a göre

finansal liberalizasyon kamusal malların özelleştirilmesini de içeren reel sektördeki reformlardan, bütçe açıklarının kapatılmasından ve enflasyonun kontrol altına alınmasından sonra uygulamaya konulmalıdır. Dolayısıyla McKinnon (1991) ve taraftarları günümüzde gelişmekte olan ülkelerde aşamalı olarak finansal liberalizasyonun gerçekleştirilmesini tavsiye etmektedirler (Artan, 2007:76).

Bernhard Fischer ve Helmut Reisen sermaye akımlarını; ülke içine/ülke dışına yönelik akımlar, uzun vadeli/kısa vadeli akımlar ve banka/ banka dışı akımlar şeklinde kısımlara ayırmaktadır. Bu yazarlar, uzun vadeli, içe yönelik ve ticaretle bağlantılı akımlar üzerindeki sermaye kontrollerinin bir an önce serbestleştirilmesini önermektedirler. Kısa ve uzun vadeli sermaye çıkışları üzerindeki kontroller kaldırılmadan önce; yurtiçi faiz oranlarının deregüle edilmesi, kamu maliyesinin etkinleştirilmesi ve batık kredi problemlerinin çözülmesi gerekmektedir. Ayrıca yazarlar, bankacılık sektöründe yeterli bir rekabet düzeyi oluşturulup, sağlam bir bankacılık düzenleme ve denetleme sistemi kuruluncaya kadar kısa vadeli sermaye girişlerinin liberalize edilmesinin doğru olmayacağını belirtmektedirler (Williamson ve Mahar, 1998:57).

Sonuç olarak finansal liberalizasyon aşamalarıyla ilgili şöyle bir sıralama yapabiliriz (Williamson ve Mahar,1998:59):

• Sermaye kontrolleri kaldırılmadan en az iki yıl önce ticari liberalizasyonun başlatılması,

• Kontrollerin kaldırılmasına kadar olan üç yıl içinde ortalama mali açığın GSYİH’nin yüzde 5’inden az olması,

• Deregülasyondan en az iki yıl önce yurt içi finansal liberalizasyonun başlatılması,

• Deregülasyondan en az iki yıl önce yerli ve yabancı bankaların bankacılık sektörüne girişlerinin serbestleştirilmesi,

• Bankacılık sektöründe kamu mülkiyetinin deregülasyondan en az iki yıl önce yüzde 40’ın altına düşürülmesi,

• Piyasa esaslı bir finansal sisteme göre uyarlanmış ölçülü bir düzenleme ve denetleme sisteminin oluşturulması.

1.1.5.2.1.2. Sermaye Hareketleri Kontrollerini Öneren Politikalar

Finansal deregülasyona karşı eleştirilerin artması üzerine IMF kısa süre önce bu konuyla ilgili bir çalışma yapmış ancak finansal serbestleştirme ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişki bulmakta başarılı olamamıştır (Prasad, Rogoff, Wei ve Köse, 2003). Mevcut bulgular gerçekten de sermaye hesabı serbestleştirmesi ile krizlere karşı savunmasızlığın artışı arasında bir birlikteliğe işaret etmektedir. Bu sebeple ana akım iktisat serbest sermaye hareketlerini dayanaksız bir şekilde desteklemekten uzaklaşmaya başlamıştır (McKinley, 2005:261).

Sermaye kontrolleri yerleşik ve yerleşik olmayanların aktif yada yükümlülükleri alıp satmalarına ilişkin düzenleme ve vergileri ifade eder. Sermaye kontrollerinin klasik gerekçesi zayıf ödemeler dengesine sahip ülkelerde sermaye çıkışlarını önlemektir. Ayrıca para ve döviz kuru politikalarında otonomi sağlamak, asimetrik bilgi problemi ve sermaye piyasalarındaki sürü davranışından kaynaklanan makroekonomik sorunları çözmek, finansal risklerden korunmak, hükümetlerin optimal müdahale derecesini belirlemek vb. gibi argümanlar da yine sermaye kontrolü için öne sürülmektedir (Yay, 2003:23-24). Bununla beraber Epstein, Grabel ve K.S (2004) sermaye yönetim teknikleri kullanmanın olası sekiz yararından bahseder: Birincisi sermaye yönetim tekniklerinin genel finansal ve parasal istikrarı güçlendirebileceği, makro ve mikro ekonomik politikayı pekiştirebileceği ve yatırımlara uzun vadeye doğru bir eğilim getirebileceğidir. İkincisi, sermaye yönetim tekniklerinin en yüksek etkiyi güçlü makroekonomik temellerin varolduğu durumlarda yapacağıdır; ancak yönetim teknikleri de temelleri iyileştirebilmektedir. Üçüncü olarak, sermaye yönetim tekniklerinin etkin ve dinamik bir şekilde uygulanması politika başarısının önemli bir bileşenidir. Dördüncüsü uluslararası sermaye akımları üzerindeki denetimler ve ihtiyati dahili finansal düzenlemeler, çoğu kere tamamlayıcı politika araçları olarak işlev görmekte ve bu araçlar uzun dönemde politika yapıcılarına faydalı olabilmektedir. Beşincisi, devlet kapasitesi ve idari kapasite sermaye yönetim tekniklerinin başarısında önemli roller oynayabilmektedir. Altıncısı, sermaye yönetim tekniklerinin makroekonomik faydaları onların çoğu kere emareleri çok sınırlı olan mikroekonomik maliyetlerine ağır basmaktadır. Yedinci

olarak, sermaye yönetim teknikleri ulusal bir kalkınma vizyonu ile tutarlı ve ahenkli olduklarında en iyi şekilde işlev görmektedirler. Ve sekizinci olarak bütün gelişmekte olan ülkeler için en iyi olduğu söylenebilecek tek bir sermaye yönetim tekniği yoktur (Epsitein, Grabel, K.S, 2004:156).

Geleneksel görüş makro ekonomik istikrar kurulup, reel reformlar tamamlanıp ve bir denetleme sistemi oluşturulduktan hemen sonra ülkelerin faiz oranlarını ve kredi akımlarını liberalize etmeleri gerekliliğine yönelik vurgusunu devam ettirirken başka koşulların da gerekliliğini öne süren gizli fakat belirgin bir eğilim gelişti. Özellikle Stiglitz (1994) finansal piyasalardaki piyasa başarısızlıklarının politik yansımalarını etkili bir şekilde incelediği çalışmasında bankaların “iflas etmeyecek kadar büyük” olmalarının sağladığı gizli sübvansiyonu kullanmalarını önlemek ve mevduat toplamak için rekabet etmek suretiyle varlığını sürdürmek için büyük risk alma olasılığına karşı koruma sağlamak için mevduat faiz oranlarının hazine bonosu faiz oranlarına bağlanması gerektiği sonucuna ulaşmaktadır (Williamson ve Mahar,1998:57).

Sıcak para girişinin ekonomileri sürüklediği istikrarsızlık ve kriz ortamı bir çok iktisatçının finansal serbestlik karşıtı tavır almasına yol açmıştır. Stiglitz (1999, 2000) gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalardaki tahrip edici aşırı genişlemeyi kontrol altına alabilmek için sermaye girişlerine bazı sınırlamalar getirmesini önermekte ve uluslar arası finansal sistemi şiddetle eleştirmektedir. Krugman (1998, 1999) sermaye hareketlerinin kontrolü sayesinde yatırımcıların piyasalardan çekilerek karmaşa yaratmalarının en azından geçici bir süre engellenebileceğini belirtmektedir. Rodrik (1997, 1999, 2000) finansal serbestleşmenin çöküntüye yol açabilmesi ve sermaye akımlarının tahripkar bir genişlemeye kapıları aralaması nedeniyle sermaye hareketlerinin kontrolünün yararlı olabileceğini vurgulamaktadır (Sönmez, 2004:57). Subramanian ve Rodrik (2008)’e göre değişik şekillerdeki yüksek miktarlı olası sermaye çıkışlarında sınırlama gereklidir. Yükselen piyasaların borçlanma isteği yüksek olduğunda ne ihtiyatlı düzenlemeler nede makroekonomik politikalar sermaye girişlerini durdurmakta fazla bir şey yapamazlar. Gelişmekte olan ülkelerin daha geniş alet çantasına ve direk olarak sermaye hesabı hedeflemesine

güvenmeye ihtiyaçları var. Sermaye girişlerine yasal karşılıklar ve finansal işlem vergileri uygulanabilecek aletlerden bazıları olabilir (Subramanian ve Rodrik, 2008:2).

Sermaye kontrollerinin Neoklasik finansal liberalizasyon teorisi ile çelişmesine ve pek çok klasik kökenli iktisatçı tarafından uygun karşılanmamasına rağmen pratikte başarılı uygulandığı örnekler mevcuttur. Sürekli büyüme gösteren dört ülkeden üçü (Çin, Vietnam, Hindistan) sermaye hareketleri üzerindeki güçlü denetimlerini sürdürdü. 1995’ten önce daha hızlı bir büyüme sağlayan Malezya, Macaristan ve Polonya’nın sermaye akımlarını düzenlemek üzere hazırlanmış politikaları vardı (Taylor, 2004:60). 1997-98 ekonomik krizinde Malezya’nın uyguladığı devletin birden bire döviz giriş çıkışlarını sıkı kontrol altına alma politikası liberal ekonomistler için çok tedirgin ediciydi. Ancak Malezya deneyiminin sonucu bir çok ekonomist tarafından bu tarz bir politikanın kriz tehlikesi yaşayan gelişmekte olan ülkeler için adeta bir reçete olabileceği şeklinde algılandı.

Sermaye kontrolleri çerçevesinde önerilen bir uygulama da Tobin Vergisidir. Tobin tarafından altın standardının kalktığı, sabit kurların geçerliliğini kaybettiği bir dönemde uluslararası sermaye hareketleri üzerinde uygulanması önerilen düşük oranlı verginin temel amaçları döviz kurlarının ekonomik temel dengeleri yansıtabilmesi, spekülatif dalgaların önlenebilmesi, yoksullara kaynak aktarımının sağlanabilmesi ve ulusal iktisat politikalarının etkin kılınmasıdır (Sarfati, 2003:86). Burada amaçlanan sermaye dolaşımını daha maliyetli hale getirerek spekülatif amaçlı işlemlerin önüne geçilmesidir.

Sonuç olarak, literatürde finansal liberalizasyon konusunda üzerinde anlaşmaya varılmış genel kanı liberalizasyonun risksiz olmadığı yönündedir. Finansal liberalizasyondan beklenen faydaların sağlanması için en azından belli bir süre düzenleme ve denetleme mekanizmalarının çalıştırılması gerekmektedir. En azından liberalize edilmiş sistem iyi bir şekilde oturtuluncaya kadar, mevduat faiz oranları üzerine bir tavan koymak ve sermaye hesabı konvertibilitesini geciktirmek ve belki de sınırlamak suretiyle finansal liberalizasyonun riskleri azaltılabilir

İKİNCİ BÖLÜM

ÖDEMELER BİLÂNÇOSU VE FİNANSAL LİBERALİZASYON