• Sonuç bulunamadı

FAKTÖR VARLIKLARI: ARAZİ, SERMAYE, EMEK VE İNSAN SERMAYESİ

MEVCUT DURUM VE MUHTEMEL GELİŞMELER IŞIĞINDA BÖLGESEL OLANAKLARA GENEL BİR BAKIŞ

3.3 FAKTÖR VARLIKLARI: ARAZİ, SERMAYE, EMEK VE İNSAN SERMAYESİ

A T E J İ V E Y E N İ D E N Y A P I L A N M A S E N A R Y O L A R I Bölgede, yavaş da olsa, bir girişimci kültürü

geliş-mektedir. Bugün bölgede, ayrıntılı etütlerle yatırım kararı alan, bunun da ötesinde işgücünün bir bö-lümünü Amerika’ya eğitim için gönderen girişimci bile vardır. Bölgenin kalkınması dışardan yatırım-cıların yatırım yapmalarından daha çok bölgedeki girişimcilere bağlıdır; çünkü bunlar yerel olanakları daha iyi değerlendirebilir ve risk düzeyini daha iyi tartabilir. Ancak; yerel-bölgesel girişimciliğe dina-mizm kazandırılması; ve girişimcilerin cesaretlen-dirilmesi bir ölçüde kamunun yukarıdaki değinilen hususları yerine getirmesi ile mümkündür.

Potansiyel girişimciler açısından, en büyük sorun-lardan birisi uygun koşullarda başlangıç sermaye-si (seed money) teminidir. Kendi kaynaklarından başlangıç sermayesi temin edemeyenler için başlangıç sermayesi bulmak, Türkiye genelinde olduğu gibi, bölgede de çok güçtür. 1980’lerden beri devletin güttüğü bütçe açıklarını borçlanmayla giderme politikası, ve bunun kısmen bir yan ürünü olan yüksek enfl asyon ve mali piyasalarda kala-balıklaşma, özel kesim borçlanma maliyetlerini artırdığı gibi, mali kesimden yatırımlar için kaynak teminini neredeyse olanaksız hale getirmiştir. Bu durumun en azından kısa ve orta dönemde devam etmesi beklenebilir. Bölgede yine Türkiye genelinde olduğu gibi, risk sermayesi şirketlerinin olmaması da potansiyel girişimcilerin işini güçleştirmektedir.

Risk sermayesi şirketlerinin gelişmiş ülkelerdeki mekansal dağılımı incelendiğinde, bunların ge-lişmiş fi nansal merkezlerde ortaya çıktığı görül-mektedir. Türkiye’de de durumun farklı gelişmesi için bir neden yoktur ve bölgede en azından kısa ve orta vadede risk sermayesi şirketlerinin ortaya çıkmasını beklemek ve bu beklentiye dayanarak senaryo ve strateji belirlemek fazla iyimserlik olur.

Katılım Öncesi Mali Yardım çerçevesinde bölge bu yıl Avrupa Birliği’nin hibe fonlarından yararlanmaya başlamıştır. Ancak bu fonlardan her bir girişimciye yapılması öngörülen hibenin miktarı çok sınırlıdır ve bölgeye hızlı büyüme için gerekli dinamizmi kazandırma potansiyelinden yoksundur.

Durum analizi, potansiyel girişimciler için başlan-gıç sermayesi temininin bir sorun olmaya devam edeceğini göstermektedir. Gelişmiş ülkelerdeki ve Türkiye’deki başarılı işletmelerin deneyimleri, bir işletme kurulduktan, başlangıç aşamasındaki güçlükleri aştıktan sonra, pazar koşullarının uygun olması halinde, o işletmenin büyümesi için serma-ye temininin bir sorun olmadığını göstermektedir.

Başarılı işletmeler çoğu kez büyümelerini, kârla-rından fi nanse etmektedir. Ayrıca, bu şirketlere mali piyasalardan, uygun koşullarda kaynak temin etme yolları da açılmaktadır. Bölgedeki potansiyel girişimcilerden kendi imkânlarıyla bunu başarama-yanlar için, başlangıç sermayesi temininin sorun olmaya devam etme olasılığı oldukça yüksek gö-rünmektedir. Bunun da büyüme hızına yansıması doğaldır.

3.3.3 Emek ve Insan Sermayesi

Genel bakış açısıyla üçüncü üretim faktörü emek-tir. Bölgede bol emek vardır ve yeterli istihdam ve gelir olanakları yaratılamadığından, bölge dışarıya sürekli göç vermektedir. Özellikle kırsal kesimde gizli işsizlik yaygındır.

Ancak zamanımızda emek miktarı kadar önemli olan, emeğin niteliği, emeğin içerdiği insan ser-mayesidir. Eğitim düzeyini, insan sermayesinin bir ölçüsü olarak ele alacak olursak, bölgede insan sermayesi varlığı durumu çok kötü olmamakla bir-likte, çok parlak da değildir. Okuma yazma bilme-yenlerin oranı ülke genelindekinden hep yüksek olagelmiştir. Özellikle kadınlarda okuma-yazma bilmeyenlerin oranı yüksektir. Durum iyileşmekle birlikte sorunlar vardır. Okullaşma oranları sosyal getirisi en yüksek olan öğrenim kademeleri olan ilk ve orta öğretim düzeylerinde ülke genelinde-kilere yakındır. Ancak, kız öğrencilerin okullaşma oranlarında sorun devam etmekte, okul öncesi ve yüksek öğretim düzeyinde okullaşma oranları düşük düzeylerde bulunmaktadır. Bölge eğitilmiş işgücünün, insan sermayesinin bir kısmını da se-çici göçle kaybetmektedir.

Ş İ L I R M A K H A V Z A G E L İ Ş İ M P R O J E S İ

Mevcut insan sermayesinin dağılımı, kalkınma açısından sorunludur. Bölgenin gelişmesi için kritik sektörlerden biri olan tarımda istihdam edilenlerin, 2000 yılı verilerine göre, yüzde 23,5’i okuma-yazma bilmemekte; yüzde 10,2’si okuma-okuma-yazma bilmekle birlikte bir okul bitirme belgesine sahip bulunmamakta, yüzde 57,3’ü ise sadece ilkokul düzeyinde eğitim görmüş bulunmaktadır. Sektörde çalışanların sadece yüzde 0,32’si yüksek öğretim mezunudur. Tarımdaki insan sermayesi varlığının düşüklüğü yeniliklerin bölgeye hızla girmesine, bi-rinci derecede olmamakla birlikte, bir engel teşkil etmekte, daha da önemlisi giren yeniliklerin doğru ve etkin uygulanmasında sorunlara neden olmak-tadır. Yanlış ilaç ve gübre kullanımı, yanlış toprak işleme tekniklerinden kaynaklanan erozyon, toprak ve su kirlenmesi bu sorunların başlıcalarındandır.

Benzer bir durum imalat sanayinde de vardır. Bu işkolunda çalışanların yüzde 57,4’ü ilkokul me-zunudur; yüksek öğrenim görmüş işgücü sektör-deki istihdamın sadece yüzde 4,1’idir. Bu gelişen teknolojilerin izlenmesi, transfer edilmesi, etkin uygulanması ve yeni teknolojilerin geliştirilmesi açılarından umut verici bir durum değildir. GZFT analizlerinde de bu yönde bir sonuç çıkmaktadır.

Nitelikli eleman bulunamaması sektörün başlıca sorunlarından biridir ve bu olgu sadece bu sektöre de özgü değildir.

Yüksek insan sermayesi sahipleri, yüksek öğre-nimliler, daha çok mali sektör ve toplum hizmet-lerinde yoğunlaşmıştır. Bu; verilen hizmet kalitesi açısından olumlu bir durum olmakla birlikte, yük-sek öğretim görmüş olmanın her zaman yükyük-sek insan sermayesiyle sonuçlanmamış olabileceğini, dolayısıyla bu kesimlerde verilen hizmet kalitesinin de düşük olabileceğini gözden uzak tutmamak gerekir.

Üst düzeyde insan sermayesi edinmenin yolu üniversitelerden geçer. Bölge üniversitelerinin durumu, genel bir değerlendirme yapılacak olur-sa, arzu edilen düzeyde değildir. Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı, üniversite ve

fakül-teye göre değişmekle birlikte, 45-50 arasındadır.

Bunlar oldukça yüksek rakamlardır ve öğretim üyelerinin ders verme dışında araştırma-geliştirme faaliyetlerine ayıracak fazla zamanlarının olmadı-ğına işaret etmektedir. Kadrolar geliştirilmedikçe, nitelik yükseltilmedikçe, sanayi-üniversite işbirliği konusunda temkinli olmak gerekir.

Bölgede emek varlığını, orta ve uzun dönemde et-kileyecek bir husus, değişen nüfus profi lidir. Doğum oranlarının düşmesi nedeniyle 1990’lardan itibaren Tokat ili dışındaki illerde nüfus piramidinin tabanı daralmaya, orta kısmı genişlemeye, dolayısıyla genç ve toplam bağımlılık oranı düşmeye başla-mıştır. Bölgede 1980’de 75,97 olan genç bağım-lılık oranı, 1990’da 62,57’ye, 2000’de ise 48,05’e düşmüştür. Bu; çalışma çağındaki nüfus oranının artması demektir. Yeterli istihdam olanakları geliş-tirilebildiği takdirde, bölge demografi k gelişmeler-den dolayı daha hızlı bir gelişme sürecine girebilir:

çünkü emek miktarının artması yanında bağımlı nüfusun azalması nedeniyle, tasarruf oranları da artabilecektir. Bölge, ülkenin diğer birçok bölgesi gibi, demografi k geçiş aşamasını yaşamaktadır.

Bu her ülkenin ve bölgenin tarihinde yalnız bir kez olan tekil bir olgu olup, nüfus bileşiminin ötesinde tüm sosyo-ekonomik hayatta yansımaları vardır.

Nüfus piramidindeki bu gelişmenin tek olumsuz yanı, kırsal nüfus ve tarım sektörü üzerindeki muhtemel etkisidir. Kırsal kesimde piramidin orta bölümünün şişmesiyle, kırsal kesimde gizli işsiz-lik artacak ve bu gizli işsizlerin bir kısmı, bölge içi kentlere ve bölge dışına göç edecektir. Kırsal kesimde nispeten yaşlı bir grup kalacaktır. Bu yaşlı gurubun yenilikler karşısında davranışının muhtemelen daha muhafazakâr olması yanında, emek arzı ve arz edilen emeğin kullanılma yoğun-luğu düşecektir. Bu da yaşlı muhafazakâr kesimin daha kolay kabul edebileceği yenilik arzı olmadığı takdirde, kaçınılmaz olarak verimliliğe yansıyacak ve tarım görece daha yavaş büyüyecektir.

A T E J İ V E Y E N İ D E N Y A P I L A N M A S E N A R Y O L A R I Turizm, son 10-15 yıldır bazı bölgelerin

ekonomi-lerinde önemli bir faaliyet alanı haline gelmiştir.

Bölgede zengin bir tarihsel-kültürel miras ve doğal değerler vardır. Ancak, konuya talep yönünden bakıldığında, turizmin bölgede önemli bir sektör olarak ortaya çıkmasının önünde bazı sınırlama-ların olduğu görülmektedir.

Türkiye’ye yönelen turizmin büyük bir bölümü kitlesel olup, Ege ve Akdeniz kıyılarına ve bu kı-yıların hemen artbölgelerinde bulunan tarihi alan-lara yöneliktir. Özellikle tarih ve kültür varlıklarını görmeye gelen turistlerin toplama oranı düşüktür.

Bölge, bu tür turistlerin ilgisini çekebilecek bir alandır. Ancak, diğer bölgelerde turistin asıl olarak yöneldiği güneş, kum ve deniz bakımından görece dezavantajlı olduğundan, bölge sadece tarihe ve kültüre meraklı büyük grup içinde küçük bir azınlık oluşturanlardan turist çekebilir.

Burada da Ankara’nın bölgeye görece konumu, bölge için bir negatif dışsallık yaratmaktadır.

Yabancı turistin asıl ilgisini çeken ve çekebilecek olan Etiler’den kalan anıtlar ve ören yerleridir.

Bunlar da Ankara’dan günübirlik turlarla ziyaret edilebilecek konumdadır. Bölgede konaklama içermediğinden bu turların yerel ekonomik etkisi minimal düzeydedir. Gelecekte kültürel turist sa-yısı artabilir; ancak Hitit anıtlarını ziyaret edenler bölgenin daha kuzeyindeki Osmanlı ve Selçuklu eserlerini de ziyaret etmeye yönelmedikleri sü-rece, turizmin bölgesel ekonomik etkisinin sınırlı kalması yüksek bir olasılıktır.

Yabancı turisti, Osmanlı değerlerini ziyaret etmek için Amasya, Tokat ya da Çorum’a çekmek güçtür;

çünkü Türkiye’ye gelen turistler içinde Osmanlı medeniyet eserlerinden İstanbul’daki birkaçı dı-şındakilere ilgi azdır. Özellikle kültürel nedenlerle bunun yakın ve orta dönemde değişme olasılığı da düşüktür. Osmanlı mimarisinin şaheseri olan Edirne’deki Selimiye Camisi ve külliyesini ziyaret

eden yabancı sayısı, Edirne’nin başlıca turizm merkezlerinden biri olan İstanbul’a yakınlığına rağmen, örneğin Efes’i ziyaret edenlerin yanında, hatırı sayılır bir rakam değildir.

Yerli turistler için durum biraz daha farklıdır.

Ankara’nın konumunun bölge üzerindeki negatif dışsallığı yerli turistler hususunda da geçerliliğini koruyor olsa da, son zamanlarda yayla ve kültür turizmine, özellikle de Doğu Karadeniz’e yönelik gittikçe artan bir turizm hareketi vardır. Bölge hem kendi tarihsel ve kültürel varlıkları ve doğa değer-leri, hem de Doğu Karadeniz güzergahı üzerinde olması nedeniyle, bu hareketten gittikçe artan oranda bir pay alabilir

Öte yandan bölgedeki kaplıcaların bölge dışından fazla turist çekme potansiyeli bulunmamaktadır.

Türkiye’de çok sayıda termal kaynak vardır ve bu kaynaklar ülkenin dört bir yanına dağılmış bulunmaktadır. Bölge termal kaynaklarının diğer bölgelerden turist çekebilecek ayırt edici özellikleri olmadığından, termal turizmin sadece bölge içine münhasır olması ve bölge dışından talep çekeme-mesi oldukça yüksek bir olasılıktır.