• Sonuç bulunamadı

Facialar birbirini kovalıyordu. Türk Toplumu dört bir yandan gelen ateşe var gücüyle karşı koyar ve namluya sürdüğü mermiyi hesaplı harcarken, Rumlar, Yunan Alayının gerek silah gerekse personel imkânlarından geniş ölçüde istifade ediyordu. Bu husus 23 Aralık gecesi Boğaz’da vuku bulan çarpışmalarda bizzat ispatlamış ve o akşam buraya saldıran çetecilere komuta edenlerin Yunanlı subaylar olduğu tespit edilmişti. Aynı şekilde kullanılan malzemelerin, de NATO’ya ait olduğu, Yunan

49 A. Tolgay, a.g.e., s. 81-82. 50 H. Sadrazam, a.g.e., s 38-39.

Alayından temin edildiği, ele geçen patlamamış bir bazuka mermisi ile kaçarken bırakılan çelik başlıklardan anlaşılmıştı.

Nitekim takma adı Terezepulos olan bir Yunan subayı da başına geçtiği kalabalık bir çeteciler sürüsü ile bölgede ikamet eden Ermenilerin ihbarıyla 24 Aralık gecesi Lefkoşa’nın batı kesimindeki Kumsal Bölgemize baskın yaptı. 150’den fazla çetecinin yaptığı baskını, Severis Un Fabrikasına yerleştirilen Rum silahları koruyordu. Bölgede, savunma olarak sadece halkın elindeki av tüfekleri vardı. Rumlar, bu bölgede ikamet eden Ermenilerin telsizle vermiş oldukları bilgilerle ve bölgenin savunmasından yoksun olduğunu bildirmeleri üzerine buraya baskın yapmak cesaretini göstermişlerdi. 51

Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nda Doktor Binbaşı olarak görev yapan Nihat İlhan üç çocuğu ve eşi ile Lefkoşa’nın “Kumsal” bölgesinde oturuyordu. 21 Aralık olayları patlak verdiğinde Binbaşı İlhan birliğinde görevde bulunuyordu. 24 Aralık gecesi “Kumsal” bölgesine baskın yapan gözü dönmüş barbar Rumlar, Binbaşının üç yavrusu ve eşini banyo odasında şehit ettiler. Binbaşının eşi, korunma içgüdüsüyle saklanmak maksadıyla en emin yer olarak gördüğü banyoyu seçmiş ve yavrularını yanına alarak oraya saklanmıştı. Ama ölüm onları saklandıkları yerde buldu ve bütün suçları Türk olmak olan bir anne ile günahsız yavruları otomatik silahla katledildi. Bu Rumların, 1963 olaylarında işlemiş olduğu en vahşi cinayetlerden biri idi.

Resim 16: Barbarlık Müzesi Girişindeki Anıta Ait Fotoğraf. Kaynak : Ayhan Cankut, Kişisel Fotoğraflar, Barbarlık Müzesi.

Bugün, bu aziz şehitlerimizin hunharca öldürüldükleri bina, “Barbarlık Müzesi” adıyla ve o günkü haliyle muhafaza edilmekte ve gelecek nesillere ibret olarak gösterilmektedir. Bugün bu binada Rum barbarlığı bütün çirkinliğiyle gözler önüne serilmektedir.

Hürriyet gazetesinin, 29 Aralık 1963 tarihli sayısında bu katliama ilişkin verdiği haberler şöyle idi: “Olaylar başladığında Doktor İlhan’ın evinde bulunan ve iki yaşındaki kızıyla yaralanan Ayşe Halil isimli kandın olayları şöyle aktarıyor; ‘Beni ve kızımı banyoya giden küçük bir ararlığın ortasında yakaladılar. Ellerinde otomatik silahlar vardı. Türkçe yapmayın feryadımıza, Rumca küfürle cevap verdiler. O andan itibaren nelerin geçtiğini şimdi bile toparlayamıyorum. Doktor Binbaşı Nihat İlhan’ın evine sığınmıştık. Bir Türkiye vatandaşını evine gitmekle bilhassa iki yaşındaki kızımın hayatını teminat altına alacağımı sanıyordum. Rumlar Binbaşı Nihat İlhan’ın evinin kapılarını kırıp girdiler, feryadımıza rağmen bizi ateş yağmuruna tutular.’

Pilot Yüzbaşı Ulaş idaresindeki ‘Çubuk 6’ uçağı Elazığ Havaalanına indiğinde binlerce kişi, askeri bandonun çaldığı matem marşını dinlerken gözyaşlarını tutamayıp ağlıyordu. Uçak Kıbrıs’ta Rumların katlettiği Binbaşı Nihat İlhan’ın üç çocuğunu ile eşini getiriyordu. Bayraklara sarılı dört şehidi gören halk birden galeyana geldi. ‘Beşikteki çocukları katleden canilere ölüm’, ‘Kahrolsunlar’ sesleri birden etrafı kapladı. Halkın galeyanına rağmen İlhan ailesi sükûnetini muhafaza edebildi. Rum hunharlığına karşılık; Dr. Nihat, sabah Lefkoşa’da Elçiliğe getirilen Rum kadınını tedavi etti.” 52

31 Aralık 1963 tarihli Hürriyet gazetesinde Binbaşı Nihat İlhan’ın üç çocuğu ile eşinin cenazelerinin kaldırılışı şöyle aktarılıyordu; “Türk Binbaşısı Nihat İlhan’ın Kıbrıs’ta Rumlar tarafından öldürülen eşi Mürüvvet ile oğulları İhsan, Kutsi ve Murat’ın cenazeleri dün büyük bir merasimle kaldırılmıştır. Türk bayrağına sarılı cenazeler gözyaşı döken binlerce Elazığlının elleri üzerinde taşınmıştır. Sivil ve askeri erkânın önünde sert adımlarla yürüyen Binbaşı eşini ve çocuklarını toprağa verirken ilk defa ağlamış, sonra tekrar asker tavrını takınarak dua etmiştir. Binbaşı Nihat İlhan;

52 Hürriyet Gazetesi, 29 Aralık 1963.

‘Bu masumların katilleri EOKA ve Yunan askerleridir. Mertlikten ve insanlıktan nasibi

olmayan bu canilere acıyorum’ demiştir.” 53

Ateş kesilip de Türkler şöyle bir etraflarına baktıklarında, durumun hiç de içaçıcı olmadığı görüldü. Makarios ve Yorgacis tarafından, Türk Öldürmek için silahlandırılmış olan eski EOKA’cılar ile yeni çeteciler, önlerinde buldukları, sağda solda kıstırdıkları Türkleri genç, yaşlı, kadın, çocuk demeden kurşunlamışlardı. Rum tarafındaki işlerinden dönüp Türk kesimlerine geçmek isteyenler veya köylerinden kasabalara gelmek için yola çıkanlar hep toplanıp vurulmuş ve meçhul yerlere götürülmüştü Türk toplumunun kaybı büyüktü. Küçük Kaymaklı’dan kaçamayan 80’lik bir ihtiyar ile felçli oğlu yakın mesafeden ateş edilmek suretiyle beyinleri dağılmış bir halde evlerinde bulunmuş ve şehitliğe getirilerek defnedilmişlerdi. Rum’un vahşetinden değil gençler, yaşlı ve hastalar da kurtulamıyordu.

Ölümlerin yanı sıra, Lefkoşa’nın Türk kesimi ile diğer kasabalara ve büyük Türk köylerine büyük bir göçmen akını başlamıştı. Halk kendini daha emin yerlere bir an önce atmak için önüne ardına bakmadan yola çıkıyor ve Rum çetecilerin ateşinden kurtulabilenler gelebiliyordu. Lefkoşa’nın kenar mahalleleri; “Çağlayan, K. Kaymaklı, Yenişehir, Köşklü, Çiftlik ve Belediye ile Standart Evler” bölgeleri hep Lefkoşa’ya akmış. Bunlara köylerden de gelen göçmenler eklenince Lefkoşa insan almaz olmuştu. Bu göçmenler, sinema hanelere, okullara ve boş olan evlere, dükkânlara yerleştirilerek hiç değilse düşman kurşunundan uzak tutuluyorlardı. Kış ise çok çetin ve sertti. Beş gün beş gecedir, uykusuz, yorgun ve aç görev başında bulunan Mücahidin silâhının soğuk namlusunu tutan elleri soğuktan şişmişti.54

Bu Kıbrıs Türklerinin ölüm kalım mücadelesi idi. Türk toplumu bütün benliğini ortaya koyarak direnmek zorunda idi. Çünkü ya ölecekler ya da şerefleriyle yaşayacaklardı, başka seçenekleri yoktu. Peki, bu gün değişen ne? Bu günde topla, tüfekle değil AB silahıyla saldırarak Kıbrıs’ta Türk kimliği silinmeye çalışılıyor. Bizim ise yine tek seçeneğimiz var, ya KKTC’yi yaşatacağız, ya da KKTC’yi yaşatacağız !...

53 Hürriyet Gazetesi, 31 Aralık 1963. 54 H. Sadrazam, a.g.e., s 40-41.