• Sonuç bulunamadı

2. BİR İSPAT YÖNTEMİ OLARAK CEDEL

2.1. CEDEL

2.1.2. Istılahta Cedel

2.1.2.2. Fıkıh İlminde Cedel

Gazzâlî, (505/1111) cedel’i iki veya daha fazla kişi arasında meydana gelen, hakkı ortaya çıkartmak, batılı geçersiz kılmak veya bir kanaati üstün tutmak için bir konuda görüşleri birbirine aktarmak olarak tanımlamıştır.157 Kabul edilmesinin zorunlu

olduğu yakînî ve yakînî olmayan önermeler ile burhanlar için kullanılmaya uygun olmayan önermeler olmak üzere kıyasın muhtevasını iki kısımda inceleyen Gazzâlî,

meşhûrât türü önermeleri ikinci kısım olan yakînî olmayan önermeler içerisinde ele

alarak isim vermeden cedel’e işaret etmektedir. Bununla birlikte, o, makbûlât158 ve

maznûnât159 türü önermeleri de yakînî olmayan kıyaslar içerisinde zikretmiştir.160 Bu

155 Ali b. Muhammed eş-Şerif el-Cürcanî, et-Ta’rifât (Arapça Türkçe Terimler Sözlüğü), trc. ve şerh: Arif Erkan, (İstanbul: Bahar Yay., 1. Baskı, 1997), 75.

156 Emiroğlu, Klasik Mantığa Giriş, 220.

157 Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, el-Müntehal fi’l-Cedel, thk. Ali b. Abdülaziz b. Ali el-Umeyrîni, (Beyrut: Darü’l-Varrak, 2004), 304-305.

158 Tevatür sayısına ulaşmamış bir topluluk veya adalet ve doğru sözlülüğü ile ilim, zühd gibi aklî ve dinî bir üstünlüğü sebebiyle toplum içerisinde öne çıkan bir şahıs tarafından verilen haberler, zihinde herhangi bir kıyasa ihyiyaç duymayadan ulaşılan hükümlerdir. Bkz. M. Naci Bolay, “Beş Sanat”,

Türkiye Diyanet Vakfı Diyanet İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yay., 1992), 5:546; Mustafa

Çağrıcı, “Zanniyyât”, Türkiye Diyanet Vakfı Diyanet İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yay., 2013), 44:125; İbrahim Çapak, “Gazali’ye Göre Beş Sanatta Kullanılan Öncül Çeşitleri”, KSÜ İlahiyat

Fakültesi Dergisi, 6 (2005):120.

159 Geniş anlamda yakîniyyât dışındaki tüm önermelerdir. Dar anlamı ile zıddının mümkün olabileceği zihinde mümkün olmakla birlikte kişinin öz benliğinin yönelmesi ile doğru kabul edilen, aklın tercih etmeye değer ve uygun bulduğu önermelerdir. Bkz. Bolay, “Beş Sanat”, 5:546; Çağrıcı, “Zanniyyât”, 44:126; Çapak, “Öncül Çeşitleri”, 121.

49

yönü ile o, sadece meşruhattan mürekkep kıyasları cedel tarifinde zikretmiş,

müsellemât türü önermeleri cedel’e dâhil etmemiştir.

Hamevî (ö.1098/1687) ise, cedel’in hakkın ortaya çıkarılması için yapılan bir tartışma olduğunu belirterek, onun din âlimleri tarafından övülen ve tercih edilenin ortaya çıkarılması için delillerin karşılaştırılması anlamında kullanıldığına işaret etmiştir. O, cedel konusunda ilk eser te’lif eden kişinin Ebu Ali Taberi olduğunu söylemiştir.161

İbn Haldun’a (ö. 808/1404) göre cedel, fıkıh ve benzeri ilimlerde mezhep sahipleri arasında ortaya çıkan ilmi tartışma ve münazaraların usul ve kurallarını belirleyen bir ilimdir. Ona göre ilm-i cedel, tartışan iki tarafın delillerden hüküm çıkarma, hasmını susturmak için delillerden istifade ederek cevaplar verme, delilin ne zaman ortaya konulup ne zaman delil getirmekten vazgeçileceği, itiraz konuları ve rakibin ne zaman tezini ispat edip deliller ileri süreceğini ortaya koyan bir ilimdir. Cedel’de, Pezdevî (v.482/1089) ve Âmidî (v.1156/1233) olmak üzere iki metot bulunmaktadır. Pezdevî’ye göre tartışma ve münazaralarda sadece şeri hükümlerin kaynağı olan ayet, hadis, icma ve kıyas ile delil getirilir. Âmidî’ye göre ise hangi ilme ait olursa olsun delil olarak serdedilebilecek her delil kullanılabilir. Delil getirmedeki serbestlik ve genişliği ve rakibe geniş oranda istidlalde bulunma olanağı sağlaması nedeniyle Âmidî metodu tercih edilen bir metottur. Ancak, ilmî olmayan, vehmî ve yanıltıcı kıyaslara yer verilmesi bu metodun olumsuzlukları olarak göze çarpmaktadır. Bu metoda dair ilk eser veren kişi Âmidî olduğundan bu metoda onun adı verilmiştir. Âmidî bu metodu anlattığı el-İrşad adlı bir eser de telif etmiştir.162 İbn Haldun’un fıkhi

mezheplerin kendi görüşlerinin doğru olduğu, diğer mezheplerin görüşlerinin isabetsiz ve yanlış olduğunu ortaya koydukları gayret ve çalışmaları da bir tür cedel olarak adlandırması onun cedel ve münazara arasında bir fark görmediğine işaret etmektedir.

Eş’ari kelamcısı ve Şafii fakihi İmamü’l-Harameyn el-Cüveynî’ye (485/1078) göre sahih cedel, münakaşa eden iki hasmın, lüzumuna binaen, kendi fikirlerini müdafaa ve itiraz etmekle, bir düşünceyi anlatması veya buna işaret etmesi ya da o

160 Gazzâlî, Mi’yâru’l-İlm –İlmin Ölçütü-, trc. Ali Durusoy, Hasan Hacak, (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay., 1. Baskı, 2013), 262-272.

161 Ahmed b Muhammed b. Ali el Hamevî, el-Misbâhu’l-Münîr fî Garîbi’ş-Şerhi’l-Kebîr, thk. Hıdır el- Cevâd, (Beyrut: Mektebetü Lübnan, 1987), “cdl”, 36.

162 Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahmân b. Muhammed b. Hasen el-Hadramî, İbn Haldun, Mukaddime II, trc. Zakir Kadiri Ugan, (İstanbul: MEB Yay. 1996), 513-515.

50

düşünceye klavuzluk edecek bir şekilde bir fikir ortaya koymalarıdır.163 Cüveynî

tanımını yaptığı bu cedel’in farzı kifaye olduğunu belirterek şeriatın övdüğü emredilen

cedel kısmına dâhil etmiştir. Bunun dışında kalan tartışmaları ise menedilen tartışmalar

sınıfında ele almıştır.164

Cedel ve münazara kavramlarına aynı anlamı yükleyen bilginlerden biri de İbn

Hazm’dır (ö.456/1064). O, sadece gerçeği dileyen ve açıklama talep eden iki şahıs arasında gerçekleşmesini cedel’in şartlarından saymıştır. Münazara yapanlardan biri kati bir hüccet ile fikrinden emin olur ve onun niyeti, amacı, gerçeğe ulaşma vehmine kapılmış olan muhatabının şüphesini gidererek hakikati ona ulaştırmaktır. İbni Hazm, tartışan iki kişiden birinin hakikat üzere olduğundan emin olması ve diğerinin de gerçeğin bilgisini istemesi ve bu bilgiye vakıf olmak istemesi amacı ile yapılan

münazaranın verimli ve değerli bir münazara olduğunu savunur. İbn Hazm, cedel’e

yüklediği anlamın akabinde eserinde, münazaranın nasıl uygulanması ve nelere dikkat edilmesi gerektiği, tarafların rolleri, uyulması gereken kaide ve adaplara da yer vermektedir.165

Alimlerin bazıları cedel ve münazara kavramlarını aynı anlamda ele almış olsalar da aslında bu kavramlar birbirinden farklı kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira amaç ve uygulama şekli ile cedel ve münazara birbirinden ayrılmaktadır. Cedel’de mantığın formel yapısına sıkı sıkıya bağlı kalınarak belirli öncül ve hükümler doğrultusunda meşhûr ve müsellem öncüller esas alınmaktadır.

Münazara ise öncelikle burhanî öncüller / kesin deliller daha sonra meşhûr ve müsellem öncüllerle yürütüldüğünden, cedel rakibi yenmek ve susturmak, münazara

ise gerçeğe ulşamak ve ona tabi olmak amacıyla yapılmaktadır.

Münazara,

-

ظ

-

ن}

kökünden gelmektedir ve paylaşım ifade eden Müfâale babındandır. Böylece münazara, karşılıklı düşünmek demektir. 166

{رظن}

kelimesi, sözlükte, yerine göre bakmak, düşünmek, beklemek167 gibi anlamlara

gelmekle birlikte, bir şeyi algılamak ve görmek için gözü/bakışı doğrultmaktır. Bundan kasıt düşünmek ve araştırmaktır. Araştırmadan sonra elde edilen bilgiye de “nazar” 163 Ebü’l-Meâlî Rüknüddîn Abdülmelik b. Abdillâh, İmamü’l-Harameyn Cüveynî, el-Kâfiye fil-Cedel, thk. Fevkıye Hüseyin, (Kahire: Mektebetü’l-Külliyyeti Ezheriyye, 1399/1979), 21.

164 Cüveynî, el-Kâfiye fi’l-Cedel, 24.

165 İbn Hazm Ebu Muhammed Ali b. Ahmed, et-Takrîb li Haddi’l- Mantık (Mantık ve Dini İlimler), çev. İbrahim Çapak, (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay., 1. Baskı, 2018), 440-476. 166 Gelenbevî, Tartışma Usûlü, 20.

51

denmiştir.168 Istılahi olarak münazara, iki şey arasında doğruya ulaşmak için iki kişinin

nispet üzere düşünmesi, basiret ile bakması, kurala uygun olarak mütekabilen tartışmak, konuşmak, 169 görüşlerin karşılıklı olarak ortaya konulması, görüş

alışverişinde bulunma, birini/bir fikri eleştirme, kendi fikrini ortaya koyma gibi anlamlara gelmektedir.170

Münazara, Kur’anî bir kavram olmamakla birlikte, Kur’an nazar fiilinin

türevleri ile düşünmenin önemine işaret ederek bilgi edinmede münazaranın ölçüt alınması gereğine vurgu yapmaktadır. Kur’anî bir kavram olan cedel ise fikri tartışma ile ifade edilmiş ve tartışmanın en güzel bir şekilde171 yapılması emredilmiştir. Cedel

kavramı, İslam âlimleri arasında pek benimsenmemiş, “İlmü Âdâbü’l-Bahs ve’l-

Münâzara” adı ile bir ilim dalı teşekkül etmiştir. 172

Münazara ve Bahis, hakikati ortaya çıkarmak amacıyla bir fikri müdafaa

etmektir.173 Bahs kelimesi lügatte, keşfetmek, aramak, tetkik etmek, derinlemesine araştırmak, soruşturmak anlamındadır.174 Istılah olarak bahs, delil getirerek iki şey

arasında olumlu ya da olumsuz bir ilinti olduğunu ispat etmek demektir.175 Âdâb-ı

Bahs ise, kişinin kendisinden yararlandığı, münazara koşulları ve niteliğini ele alan

kuramsal bir sanattır.176

Cedel, yanlış bir fikrin amansızca müdafaasında yararlanılması, sırf üstün

gelmek ve hedefe ulaşmak amacı ile biçimsel mantık ilkelerine tutunma ve söz oyunları ile kafa karışıklığına müracaat edilmesi nedeniyle, kendi kendine hakikate ulaşma aracı olarak kabul görmemiştir. Binaenalehy cedel’de öne sürülen hüccetlerin kati malumatlar içermesi halinde hakikate ulaşılacağını iddia edenler de olmuştur. Bunun en bariz örmeği mütekaddimun kelamcıları olup, onlara göre bir düşüncenin doğru ve yanlış olduğu konusunda en etkili yöntem tartışmadır. Onların tartışma ilmine yüklediği bu anlam bu dönem kelamcılarını, Aristo çizgisini devam ettiren diğer İslam bilginlerinden ayırmaktadır. Bu dönemin akabinde gelen müteahhirun kelamcıları ise, 168 Râgıp el-İsfahânî, el-Müfredât, “Nzr”, 1067.

169 Cürcanî, et-Ta’rifât, “Münâzara”, 224.

170 Râgıp el-İsfahânî, el-Müfredât, “Münâzara”, 1070. 171 en-Nahl, 16/125.

172 Yusuf Şevki Yavuz, “Münazara”, Türkiye Diyanet Vakfı Diyanet İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yay., 2006), 31:576.

173 İsmail Gelenbevî, Tartışma Usûlü, trc. Taha Alp, (İstanbul: Yasin Yay., 2012), 20.

174 Ahmed b Muhammed b. Ali el Hamevî, el-Misbâhu’l-Münîr fî Garîbi’ş-Şerhi’l-Kebîr, thk. Abdülazîm eş-Şenâvî, (Kahire: Darü’l-Mearif, 2. Baskı, 1119), “Bhs”, 36; Cürcanî, et-Ta’rifât, “Bhs”, 17; Râgıp el-İsfahânî, el-Müfredât, “Bhs”, 122.

175 Hamevî, el-Misbâhu’l-Münîr, “Bhs”, 36; Cürcanî, et-Ta’rifât, 17. 176 Cürcanî, et-Ta’rifât, “Âdâb-ı Bahs”, 16.

52

cedel yerine münazara yöntemini benimsemişlerdir. Bunda onların cedel’e

yükledikleri kibir, kendini aklama, çekememezlik, rakibine karşı hırs ve kin içinde olma, hasmının kusur ve hatalarını arayarak onda eksiklik olduğunu belirtmek gibi İslam’ın yasak saydığı tutum ve davranışlar yatmaktadır.177

Cedel ve münazara kavramlarını birbirinden ayıran bilginlere göre, bu iki

kavram arasındaki temel fark, münazaranın doğruya ulaşmak, gerçeğin zuhurunu gaye edinmesi iken, cedel’de amaç doğru olsun yanlış olsun ilzam ve inatlaşma ile bir fikrin üstün gelmesi ya da iptal edilmesidir. Bilginlerin birçoğu cedel ve münazaranın ayrı şeyler olduğunu, İslam ahlak ve ilkelerine göre esas olanın münazara yöntemi olduğunu benimsemiş olmalarına rağmen, bir kısım âlimler de cedel ve münazara arasında bir fark görmemişlerdir.

İslam bilginlerinin cedel ve münazara kavramlarını, gerek bu kavramların kök anlamları ile irtibat kurarak, gerekse de İlk Çağ Yunan felsefesi ve mantığından hareketle ayrı tutmalarının temel sebebi olarak şu iki husus zikredilebilir.

1-Bazı ayet ve hadislerde tartışmanın yasaklanmış olması,

2-Bu âlimlerin kendilerini ayet ve hadislerin takbihinden sakındırmak istemeleri.

Sonuç olarak cedel, bilginlerin meseleye bakış açısına göre şekillenen, farklı tanımlar ihtiva etmekledir. Sırf rakibi yenmek ve kendi düşüncesinin doğruluğunu savunmak için yapılan tartışmalara cedel denildiği gibi, hakkı ortaya koymak, doğruya ulaşmak için yapılan ve belli kuralları olan ilme de cedel denilmektedir. Mantık, felsefe ve kelamcılara göre, genel olarak cedel, doğruluğu çoğunluk tarafından kabul edilmiş zan ihtiva eden önermeler olarak kabul görürken, fakihlere göre mezhep taraftarlarının kendi görüşlerinin doğru olduğunu ispat etmek, delillerden yola çıkarak hüküm istinbat etme anlamında kullanılmaktadır. İslam âlimlerinin cedel kavramı yerine münazara kavramını tercih etmelerinde cedel’in sertlik ve hasma karşı mutlaka galip gelme gibi anlamları öne çıkarmaları etkili olmuştur. Çünkü bu anlamlar İslâm dininin edebi ile uyuşmamaktadır. Münâzara kavramı ise birlikte düşünme anlamı taşıması dolayısı ile âlimler arasında daha yaygın kullanılmıştır. Bazı alimlerin cedel ve münazara kavramlarını aynı manada ele almalarının temel sebebi olarak cedel kavramının Kur’anî bir kavram olması ve tartışmanın/mücadelenin en güzel şekilde yapılmasının emredilmesi olduğu söylenebilir.

53

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere cedel ve münazara kavramları tam olarak birbiri ile örtüşmemektedir.

Cedel ve münazara dışında tartışmak, karşı çıkmak, karşılıklı delil ileri sürmek,

çekişmek, delile karşı olumsuz tutum sergileme, hasma galip gelme anlamlarında, Kur’an’da da kullanılan birçok kavram178 mevcuttur. Ancak konunun sınırlarını

aşacağından, ayrıca Kur’an’ın cedel içerip içermediği konusu farklı kavramlarla birlikte ele alınması gereken ve müstakil bir çalışmayı gerektirecek kadar kapsamlı olduğu için burada detaya girilmemiştir.