• Sonuç bulunamadı

2. BİR İSPAT YÖNTEMİ OLARAK CEDEL

2.1. CEDEL

2.1.2. Istılahta Cedel

2.1.2.3. Tefsir İlminde Cedel

2.1.2.3.2. Cedelü’l-Kur’an’la İlişkili Istılahlar

Cedelü’l-Kur’an’ın ıstılahlarından maksat, Kur’anî tartışmanın ispatı ve

uygulamasıdır. Cedel’in bu ispat yönü; dini malumat, fikir ve mülahaza ya da ön yargılar içermekle birlikte, akıl bu ispat yönlerinden birtakım tespitlerde bulunmakta ve mantıksal sonuçlar üretmektedir. Birçok âlim, bu cedelî ispat yönlerinden istifade ederek fikirlerini müdafaa etmişler ve bu doğrultuda eserler telif etmişlerdir.213

Cedel ilminde kullanılan bu ıstılahların Kur’an’da yer alan örnekleri şu

şekilde açıklanabilir.214

Fıkıh, Kelam vb. ilim dallarında Sebr ve Taksim215 olarak ifade edilen cedel

şeklinin örneklerini Kur’an’da görebilmekteyiz. “O, (hayvanlardan) sekiz eşi de

yaratandır. (Erkek ve dişi olarak) koyundan iki, keçiden de iki …”216 ve “Yine

(erkek ve dişi olarak) deveden iki, sığırdan da iki ...”217 ayetleri buna örnek olarak

gösterilmiştir. İnkârcılar, hayvanların kimi zaman erkeğini, kimi zaman da dişisini kendilerine yasak edince, Yüce Allah, sebr ve taksim yolu ile bu inanç ve davranışlarının yanlış olduğunu onlara bildirmiştir. Allah (cc) bu konudaki ilmin insanlara verilmediğini, sadece kendisine ait olduğunu ve bir şeyi helal veya haram kılacak olanın sadece Allah olduğunu anlatmıştır.

Yukarıdaki ayetlerde, söz konusu haramlığa ait hayvan türleri sıralanarak hepsi hakkında delil istenmiş ve haramlık iddiaları reddedilmiştir.

213 Doğan, İslâm Kelâmında Cedel Anlayışı, 99. 214 Süyûtî, el-İtkân, I/1959-1962.

215 Lügatte Sebr; araştırmak, sınamak, tahminde bulunmak, ölçmek ve değerlendirmek gibi anlamlara gelmektedir. Taksim ise, bölmek, parçalara ayırmak, kısımlandırmak gibi manalar ihtiva eder. Bu iki kelimenin birleşmesinden meydana gelen sebr ve taksim ıstılah olarak, herhangi bir durum veya mevzu hakkında ortaya çıkan ihtimal dâhilindeki tüm şıkların ortaya konulması ve doğruya ulaşmak için bu şıkların teker teker ayıklanarak, teke indirilmesi olarak tarif edilen bir çıkarsama metodu olup; başta Fıkıh, Fıkıh Usulü, Kelam ve Cedel olmak üzere birçok ilimde bu metottan istifade edilmektedir. Bununla birlikte, sebr ve taksim kavramı ilimler tarihinde ilk olarak öne sürülen tez hakkında istidlalde bulunma ve ardında yatan sebebi saptama gayesi ile Kelam ve Cedel hakkında yazılan kitaplarda kullanılmıştır. Sebr ve Taksim yöntemi için bir diğer örnek ise Tûr Suresi 35. Ayettir. İlgili ayette Cenab-ı Hak, yaratma konusundaki alternatifleri sıralamış ve akabinde de Allah’ın yaratması dışındaki alternatifler iptal edilmiştir. Bkz. Tuncay Başoğlu, “Sebr ve Taksim”, Türkiye Diyanet Vakfı Diyanet

İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yay., 2009), 36:255. 216 el-En’âm, 6/143.

61

Cedel ilmi ıstılahlarından biri de hasmın sözüne aynı manada başka bir sözle

karşılık vermek demek olan el-Kavlu bi’l-Muceb’tir. Bazı âlimler bunu iki kısma ayırmışlardır.

a) Bir kişinin kelamında, kararı kati olan herhangi bir şeyde, ima yolu ile sıfat halinde gelmesi ve bu sıfatın başka biri için kullanılmasıdır. “Onlar, ‘Andolsun,

eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır.’ diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.”218 ayeti buna misal gösterilmiştir. Ayetteki,

لَذَ الْا (Zelil) kelimesi münafıklardan bir gruba, زَعَ الْا (İzzet) kelimesi de inananlardan bir kesime, ima olarak gelmiştir. Münafıklar kendi topluluklarının, inananları Medine’den çıkaracaklarını dile getirirken, Allah(cc) da şan, şeref ve büyüklüğün kâfirlerde değil, Allah, O’nun Peygamberi ve de inananların olduğunu belirterek, kâfirlerin bu iddiasını yok saymıştır. Ayette, sanki “Bu laf gerçektir; şan, şeref ve büyüklük sahipleri, hor görülüp aşağılananları Medine’den çıkaracaklardır. Fakat gerçekte, çıkarılacak olan aşağılıklar, inkârcıların bizzat kendileridir. Onları yurtlarından çıkaracak olan şan, şeref ve büyüklük sahipleri ise, Allah, O’nun Peygamberi ve inanlardır” denilmek istenmiştir.

b- Bir kimsenin lafzındaki bir sözcüğün, kişinin kastettiği mananın aksine, cümledeki başka bir manaya hamledilmesidir. “Yine onlardan peygamberi inciten

ve ‘O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır.’ diyen kimseler de vardır. De ki: ‘O, sizin için bir hayır kulağıdır’...”219 ayeti buna örnek olarak verilebilir.

Bir başka ıstılah ise Teslîm’dir. Teslim, olanaksız olanı, olasılı/olanaklı saymaktır. Bu da ya olumsuzlama veya da koşul bildiren bir edat yardımı ile şarta eklenmekle olur. Koşul gerçekleşmedikçe, bahse konu olan hüküm de vaki olmaz. Bu hükmün gerçekleşmesi, tamamıyla cedel’e tevdi edilir. Hükmün gerçekleşmesi ihtimaline binaen, cedel’in yararının olmadığı ortaya çıkar. “Allah, hiçbir çocuk

edinmemiştir. O’nunla birlikte başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle olsaydı, her ilâh kendi yarattığını alır götürür ve mutlaka birbirlerine üstün gelmeye çalışırlardı…”220 ayeti bu minvaldedir. Ayetin anlamı; Allah’ın yanında bir başka

var eden yoktur. Onun beraberinde başka bir yaratıcı olduğu farz edilirse, her var 218 el-Münâfikûn, 63/8.

219 et-Tevbe, 9/61. 220 el-Mü’minûn, 23/91.

62

edenin kendi yarattığını yöneteceği, böylece onlardan birinin diğeri karşısında faik olduğu var sayılır. Böylece, âlemde hiçbir iş yerine getirilemez, hiçbir hüküm konulamaz ve uygulanamaz, nizam da sağlanamazdı. Oysa hakikat bunun zıddına işaret etmektedir. Bu durumda, âlemde iki var eden bulunduğuna inanmak, namümkün bir şeyi dile getirmek olacağından, muhaldir.

Bir diğer ıstılah da İscâl olup; bu kavram muhataba söylenen şeyin gerçekleşmesini tescil etmek amacıyla, sarf edilen sözler anlamına gelmektedir. “Ey Rabbimiz! Onları da onların babalarından, eşlerinden ve

soylarından iyi olanları da, kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine koy...”221 ve

“Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize vadettiklerini ver bize…”222 ayetleri

buna örnek olarak gösterilmiştir. Bu iki ayette geçen

امُهال ِخادَا َو

(onları dâhil et, onları koy) ve

اَنِتٰا َو

(bize ver) sözcüklerinde iscâl bulunmaktadır. Çünkü bu iki söz, vaadinden dönmeyen Allah’ın vaadi ile nitelenmiştir.

İntikâl, Kur’an’da örneklerine rastladığımız diğer bir cedel şekli olarak

karşımıza çıkmaktadır. İntikâl, bir bahiste getirilen ilk hücceti muarızın idrak edememesine binaen, başka bir delile yönelme anlamında kullanılan bir kavramdır. İbrahim (as) ile Nemrut arasındaki diyalog, bunun örneğidir. “…Hani İbrahim, ‘Benim Rabbim diriltir, öldürür.’ demiş; o da ‘Ben de diriltir, öldürürüm’

demişti...”223 Bu söz üzerine Nemrut, hakkında ölüm hükmü verilmiş birine

seslenerek onu serbest bırakmış, masum ve günahsız olanı da katletmiştir. İbrahim (as) onun bu tavrına istinaden, Nemrut’un öldürme ve hayat vermenin ne manaya geldiğini anlamadığı ya da anladığı halde anlamıyormuş gibi görünmesi üzerine onu aciz bırakacak, ikinci bir delile yönelerek, “… (Bunun üzerine) İbrahim, ‘Şüphesiz

Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir.’ Deyince kâfir şaşırıp kaldı…”224 ayetiyle bir başka hücceti ortaya koymuştur. Bu delil üzerine Nemrut

şaşırmış ve herhangi bir karşılık verememiştir; yani “Ben de güneşi batı kısmından getirebilirim” diyememiştir. Şayet böyle deseydi etrafında bulunan âkiller bunu kabul etmeyeceklerdi.

Kur’an’da örneği yer alan bir diğer cedel şekli Münâkada olup, gerçekleşmesi imkânsız olanı göstermek için bir şeyi; imkânsız olan bir sebebe 221 el-Mü’min, 40/8.

222 Âl-i İmrân, 3/194. 223 el-Bakara, 2/258. 224 el-Bakara, 2/258.

63

dayandırmak demektir. “… Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete

de giremezler!...”225 ayeti Münâkada’ya örnek verilmektedir.

Cedel’de kullanılan diğer bir kavram Mücarâtu’l-hasm’dır. (Rakibe veya

düşmana öyle olmadığı halde yakın durmak). Mücarâtu’l-hasm, hasma galip gelmek ve onu boyun eğmeye zorlamak amacı ile rakibin kelamından bazısını onaylamış gibi davranarak, istediği sonuca ulaşmaktır. Bu kavram Kur’an’da şöyle örneklenir: “… Onlar, ‘Siz de bizim gibi sadece birer insansınız; bizi babalarımızın

taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!’ dediler.”226 Bunun üzerine “Peygamberleri onlara dedi ki: ‘Biz ancak sizin gibi

birer insanız. Fakat Allah kullarından dilediğine (peygamberlik) nimetini bahşeder. Allah’ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemiz haddimize değil…’ dedi.”227

ayetleri mücarâtu’l-hasm için uygun birer örnektir. Peygamberlerin “Bizler de

sadece sizler gibi bir insanız” sözü, onların bir beşer olduğunun itirafıdır. Bunu

kabul etmekle sanki Peygamberler, nübüvveti de zatlarında olumsuz kılmış gibi göründüler. Oysa ayetten murat edilen Peygamberliği nefyetme değildir. Aksine bu söz, düşmanı alt etmek için yapılan bir şeydir. Peygamberler bu itirafları ile şöyle söylemeyi dilemişlerdir: Bizim bir beşer olduğumuz hakkındaki davanız doğrudur, bu gizlenemez ve yadsınamaz, bunu reddetmiyoruz. Ancak bizlerin birer beşer olması, Allah’ın bizi elçi olarak görevlendirmesine mâni değildir.