• Sonuç bulunamadı

Fârâbî’de İlk Varolan’ın Doğası

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM FÂRÂBÎ’DE ÖZGÜR İRADE

3.1.3 Fârâbî’de İlk Varolan’ın Doğası

Fârâbî için İlk Varlık, maddeden tamamıyla arınmış bir öze sahip olduğundan tinsel bir varlık olarak tasarlanmaktadır. ” İlk Olan maddede olmadığı ve herhangi bir biçimde maddesi olmadığından, tözü bakımından bilfiil akıldır. Çünkü suretin akıl olmasına ve bilfiil düşünmesine (taakkul) engel olan, bir şeyin içinde var olduğu maddedir. Bir şey varlığında maddeye muhtaç olmadığı takdirde, tözü bakımından bilfiil akıl olur. İşte İlk olan’ın durumu da budur. O halde o, bilfiil akıldır. O aynı zamanda tözü bakımından akılsaldır (ma’kûl). Çünkü bir şeyin bilfiil akılsal olmasına ve tözü bakımından akılsal olmasına engel olan yine maddedir. O, akıl olması bakımından akılsaldır.”151

Fârâbî için “O, kendiliğinden akıldır ve bundan dolayı da ma’kûldur. O, ma’kûl olması için kendi özü dışında ve kendisini düşünen başka bir varlığa muhtaç değildir. Tersine, O, kendi özünü düşünür ve kendi özünü düşünmekle düşünen (‘âkil) olur. Ve kendi kendisini düşünmesiyle de düşünülen (ma’kûl) olur. Gene, O, akıl ve düşünen (‘akil) olmasında, kendi dışında bulunan, yararlanacağı bir varlığa muhtaç değildir. Tersine O, kendi özünü düşünmekle akıl ve düşünen (‘akil) olur. Çünkü burada düşünen (‘akil) ile düşünülen (ma’kûl) aynı

150

Fârâbî, el-Medinet’ül Fazıla, çev. Ahmet Arslan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1980, (Fazıla), ss. 1-2.

151

varlıktır.” (Es-siy 13) Fârâbî’nin düşüncesinde nasıl ki iki Varlık kendi özü ve aynı zamanda tözü gereği hem akıl hem de akılsal bir varlıksa aynı tarzda O, özü ve tözü gereği bilen (‘âlim) ve bilinen bir varlık olmak durumundadır. O’nda bilen ve bilinen, tek ve aynı öze aittir. O, bir ve bölünmez özü ve tözü gereği bilen ve bilinen bir varlıktır. Dolayısıyla Fârâbî için ‘Onun bilen (‘âlim) oluşunda da durum böyledir. Çünkü O, erdemi (fazilet) bilmek için kendi özünün dışında bulunan, yararlanacağı başka bir varlığa muhtaç değildir. Bilinen (‘malum) olması için de kendisini bilen başka bir varlığa muhtaç değildir.”152

“Tersine bilmesi ve bilinmesinde onun özü yeterlidir. Özünün bilgisi ise tözünden başka bir şey değildir. O halde onun bilmesi, bilinmesi ve bilgi (’ilim) olması, tek bir öz ve tek bir töze işaret eder.”153 İşte Fârâbî için gerçek bilgi de İlk Varlık’ın bilgisi olmak durumundadır. Nitekim bu bilgi, insani bilgiden farklı bir bilgidir. Çünkü insanların evrendeki nesnelere ilişkin bilgisi değişebilir olana ilişkin bir bilgidir. Dolayısıyla da değişebilir niteliklidir. Oysa İlk Olan’ ın kendi değişmez olan özüne ilişkin bilgisi değişmez bir bilgidir. “Fârâbî, gerçek bilgiyi; değişmez olan bir varlığın değişmez bilgisi biçiminde tanımlar.”154

Bu değişmez olan öze ait değişmez bilgi, teorik bir bilgidir. “O kendi özünü düşünmesi ve bilmesiyle, şeylerin en üstününü en üstün bir bilgi ile bilmiş olur. En üstün bilgi ise, ezeli olanın eksiksiz ezeli bilgisidir. Bunun içindir ki O, kendi özünün dışında yararlandığı başka bir şeyin bilgisinden elde edilen bir hikmetle değil, kendi özünü bilmedeki yeterliliği ile hâkimdir.“155

“ Çünkü bilgelik (hikma) en mükemmel şeyin en mükemmel bir bilgi ile bilinmesidir. O, özünü düşünmek ve bilmekle en mükemmel şeyi bilir.”156

Yukarıdaki ifadeler ışığında Fârâbî için, İlk Var olan’ ın hiçbir şeyi düşünmemek ve dolayısıyla da hiçbir şeyin bilgisine sahip olmamak gibi bir özgürlüğünden söz edilememektedir. O; ezeli-ebedi ve değişmez olan bir öze sahiptir. Bu özünün kendisi ve bilgisi ise, en mükemmeli ifade etmektedir. Dolayısıyla İlk Olan; mükemmel olan özü gereği yine mükemmel olanı kavramak zorundadır. O’nun kendi dışında eksik, mükemmellikten uzak olan, olumsallık içeren noksan varlıkları düşünmesi ve onların bilgisine sahip olma çabası içerisinde olması 152 Fârâbî, Medeniye, s. 14. 153 Fârâbî, Fazıla, s. 8. 154 Toktaş, s. 48. 155 Fârâbî, Medeniye, s. 14. 156 Fârâbî, Fazıla, s. 8.

da imkân dahilinde gözükmemektedir. Kısacası Fârâbî için İlk Olan; ne hiçbir şeyin bilgisine sahip olamamak gibi bir özgürlüğe, ne de kendi özü ve aynı tözünden başka bir şey üzerine düşünmek ve o şeyin bilgisine sahip olmak özgürlüğüne sahiptir.

Şimdi, daha önce ifade edildiği üzere İlk Olan, tinsel bir varlık olması konumuyla akılsal olarak kavrayan bir varlıktır. İşte O, akılla kavrayan bir varlık olması nedeniyle ‘canlı’ olan bir varlıktır. Fârâbî’nin düşüncesinde O, ‘diri’ (hayy) ve ‘hayat’tır. Ancak Fârâbî için “bu iki sözle iki öze değil, tek bir öze işaret edilir. Çünkü İlk Olan’la ilgili olarak dirinin anlamı, onun en mükemmel akılsalı en mükemmel akılla kavraması veya en mükemmel bilineni en mükemmel bilgi ile bilmesi demektir. Aynı şekilde bizim de ilk olarak, en aşağı dereceden kavranılanları (mudrakât) en aşağı dereceden kavrayışla (idrâk) kavradığımız için diri olduğumuz söylenir. Çünkü bilinen şeyler içinde en aşağı dereceden olan duyusalları (mahsusât) en aşağı dereceden kavrayış biçimi olan duyumlama (ihsas) ile bildiğimiz ve en aşağı dereceden kavrama yetilerini, yanımlama duyu algılarını kullandığımız için bize diri denir. Şimdi en mükemmel akılsalları en mükemmel bir bilgi ile kavrayan ve bilen en mükemmel akıl, diri olarak adlandırılmaya daha fazla layıktır; çünkü o akıl olmak bakımından kavrar. Onun akıllı ve akılla, bilen ve bilgi olması bir ve aynı anlama gelir. Aynı şekilde onun diri ve hayat olması da bir ve aynı anlamı ifade eder.”157

Yine Fârâbî için İlk Olan, en mükemmel anlamda varlığa sahip olduğundan “diri” kelimesinin kendi adına kullanımına en fazla layık olan varlık olmaktadır. Çünkü biz bu kelimeyi bazen canlı olmayan ya da son mükemmelliğine ulaşmış olan her varlık adına kullanmaktayız. Oysa onlardan her biri; - gerek cansız varlıklar, gerek son mükemmellik mertebesine erişmiş olan varlıklar, gerekse tabiatı kendisinden südür etmek olan varlığı ortaya koyma derecesine ulaşmış olan her şey- İlk olan’a kıyasla ‘diri’ olma adını hak etmemektedirler. Çünkü onlardan her biri İlk Olan’ın varlığına has bu mükemmelliğe sahip değildirler. Dolayısıyla Fârâbî’nin düşüncesinde bizlerin sınırlı ve zayıf algılarımız, O’nun özü gereği sahip olduğu sözü edilen bu mükemmelliği kavrayabilmek adına aciz kalmaktadır. ”Ancak madde ve yoklukla karışmış olduklarından dolayı akıllarımızın gücünün zayıflığının sonucu olarak bizim O’nu idrak etmemiz güç ve tasavvur etmemiz zordur. Biz onu olduğu gibi düşünemeyecek kadar zayıfız. Çünkü onun aşırı mükemmelliği bizi şaşırtır ve onu

157

tasavvur etmemize engel olur. Nitekim ışık da görünen şeylerin ilki, en güzeli ve en parlağıdır. Diğer görünen şeyler, onun sayesinde görülürler. O, varlıkların görülmesinin nedenidir bundan dolayı bir şey ne kadar tam ve ne kadar büyükse ona ilişkin görme idrakinin o kadar tam ve büyük olması gerekir. Ama durumun bunun tersi olduğunu görüyoruz. Görünen bir şey ne kadar mükemmel ve kuvvetli ise, ona ilişkin görme algımız o kadar zayıftır. Bunun nedeni görünen şeyin gizli veya kusurlu olması değildir. Tersine o kendisi bakımından en büyük bir parlaklık ve açıklığa sahiptir; gözleri kamaştıran bir ışık olduğundan ötürü onun bakışımızı köreltmesidir.”158

Fârâbî’ye göre bizlerin madde ile birliktelik içeren tözlerimiz; O’nun maddesiz, tinsel tözünü kavramakta yetersiz kaldığından dolayı, İlk Olan’ ın kavranılması ancak maddeden uzaklaşabilmemiz oranında imkânlı kılınmaktadır. Bu ise, bifiil akıl olmamızı zorunlu kılmaktadır. “Çünkü biz maddeden ne kadar sıyrılırsak, İlk Töz’e ilişkin tasavvurumuz o kadar tam olacaktır. Ona daha yakın olmamız ise ancak bilfiil akıl olmamız sayesinde mümkündür. Maddeden tamamen sıyrıldığımız zaman, İlk Olan’ a ait kavrayışımız en tam olacaktır.”159

Oysa bizim akıllarımız ve kavrayışımız, eksiktir “ İlk Neden, İlk Akıl ve İlk Diri’ye nispetle bizim akıllarımız bu durumdadır.”160

Daha önce belirtildiği gibi, İlk Olan’ ın kendi özü üzerine düşünmesi ve onu bilmesi Fârâbî‘nin sistemi adına zorunlu bir akletme ve bilme olmakta; bu dolayımla da İlk Olan’ ın kendi tözü dışında olana yönelik iradi bir fiilinden sistem dahilinde söz edilememektedir. Yine Fârâbî adına İlk Varlık’ın kendi özü ve tözü üzerine aklettiği ve bilme eylemini gerçekleştirdiği durumda sahip olduğu haz, sevinç ve dolayısıyla da mutluluğu; en nihai anlamında haz, sevinç ve mutluluk olmak durumundadır. “Şimdi İlk Olan mutlak anlamda en güzel, en parlak ve en muhteşem şey olduğuna, kendi özünü idraki mutlak anlamda en mükemmel idrak olduğuna ve kendi özü hakkındaki bilgisi mutlak anlamında en üstün bilgi olduğuna göre; onun duyduğu haz, bizim niteliğini asla anlayamayacağımız, büyüklüğünü asla kavrayamayacağımız bir hazdır.”161

Çünkü bizler için sevilen, aşık olunan ve haz duyulan kendimizin dışında olan nesnelerdir. Dolayısıyla söz konusu

158 Fârâbî, Fazıla, s.s. 10-11. 159 Fârâbî, Fazıla, s. 12. 160 Fârâbî, Fazıla, s. 11. 161 Fârâbî, Fazıla, s. 13.

duygulanımlarla, bizde bu duygulanımları uyandıran nesneler farklıdır. Oysa İlk Olan adına sözü edilen bu duygulanımlarla, onların ait olduğu öz aynıdır. “Birincinin en üstün ve en güzeli bilme ve kavraması ile kendimizin en güzel ve en muhteşemi bilme ve kavramamızı karşılaştırmak; O’nun kendine göre sevinç, zevk ve mutluluğunu bizim kendimize göre ulaştığımız zevk, sevinç ve mutlulukla karşılaştırmak demektir. Her ne kadar çok zayıf bir ilişki kurma mümkünse de, bizim kendi kavrayışımızla O’nun kavrayışı (idrak) ve bizce bilinence O’nca bilinen arasında bir orantı söz konusu olmayınca, bizim zevkimiz, sevincimiz ve mutluluğumuz O’nunki ile kıyas edilemez.”162

Nitekim Fârâbî’ ye göre, “İlk Olan’ da seven ve sevilen, öven ve övülen, aşık ile aşık olunan aynıdır. Bizde ise bunun tam tersidir. Bizde sevilen, üstünlük ve güzelliktir. Ancak seven, üstünlük ve güzellik değildir, bizde sevilen, olmayan bir başka yetidir. Bizde âşık, âşık olunanın aynı değildir.”163

Ayrıca içimizden birinin İlk Olan’ ı sevmesi ya da ona âşık olmasının veya tam zıttı duygu durumları yaşamasının hiçbir önemi yoktur. “ O zaten ilk sevilen (Mahbûb) ve ilk aşık olunan (Ma’şûk) dır.164